Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

11 Eylül’den Rus rehberliğine | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Zaman elimizden hızlıca kaçıp giden hırsız gibidir. Olayları bizden hızlıca uzaklaştırır ve üzerini bir sis kaplar. Ama yine de hiç kimse 11 Eylül 2001 saldırılarını kolay kolay unutamaz. Zira bu saldırılar uluslararası ilişkilerde bir deprem etkisi yaratmış, rejimlerin devrilmesine ve birçok insanın ölümüne neden olmuştur. ABD ve dünya tarihinde istisnai bir gündür. El-Kaide ve ardından DEAŞ örgütlerinin beşiği olan Ortadoğu için ise 11 Eylül çok pahalıya mal olmuştur.

O gün, şüphesiz daha sonra bu saldırının kurbanları listesine dahil olacağı Saddam Hüseyin’in aklının ucundan bile gelmemişti. Aynı şekilde Muammer Kaddafi de bu işte bir parmağı olmadığından hiçbir şeyden endişelenmiyordu. Çünkü emperyalist ABD’yi taciz etme oyununu çoktan bırakmıştı. Bu saldırların gerçekleştiği sırada ABD’yi ziyaret edecek olan Kral İkinci Abdullah’ın uçağı daha Atlas Okyanusu’nun üzerindeydi. ABD’ye ulaşır ulaşmaz bunun, ABD’nin tüm dünya ile ilişkisinde bir dönüm noktası oluşturacağını anlamıştı. Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, kendisine sunulan ilk raporlara inanmamış ama sonrasında olayın vehametini idrak etmişti. Kuleye çarpan ilk uçağı gördüğünde Mesud Barzani normal bir film izlediğini zannetmiş ama ikinci uçak onu daha dikkatli izlemeye sevketmişti. İran’da Muhammed Hatemi iktidardaydı ve daha “Şii Hilali” projesi daha ortaya atılmamıştı. Perviz Müşerref’in ise Pakistan’ı, yaklaşan depreme hazırlaması gerekiyordu. Lübnan’da Cumhurbaşkanı Emil Lahud, başbakan ise Saad Hariri idi. Semir Caca tutuklu, Mişel Avn ise sürgündeydi. Beşşar Esed’in cumhurbaşkanlığının üzerinden bir yıl geçmiş ve bu süre içerisinde daha İran’ı ziyaret etmemişti.

ABD İmparatorluğu, başarısının ve heybetinin sembollerini hedef alan kişileri cezasız bırakmadı. Bu cezalandırma dairesi genişledikçe genişledi. Üsame bin Ladin’in cesedi okyanusta kayboldu. Ebu Bekir Bağdadi ise önce bir felaket yarattı, ardından “devletini” ve topraklarını kaybedince gözlerden kayboldu. Ama asıl ilginç olan ise Dünya Ticaret Merkezi’ni sivil bir uçakla hedef alma planının bin Ladin’e ait olmamasıdır.

O günün olaylarını Fransa’da tutuklu bulunduğu cezaevinden takip eden ünlü Venezuelalı terörist Carlos: “Hissetiğim bu harika tatmin duygusunu tarif etmekten acizim” demişti. Kendisini tutuklayanlara gönderdiği mesajında Carlos şöyle demişti:

“1991 yılının baharında Irak’ta büyük bir yıkıma neden olan hava saldırılarının ardından, farklı düşünce ve ideolojilerden emperyalizm karşıtı örgütlerin kadrolarının hazır bulunduğu ilginç bir toplantıya katıldım. Bu toplantıda, kendiliğinden ve gayrı resmi bir şekilde, ABD’nin bu saldırılarına karşı bir saldırı ile karşılık verilmesi kararı alındı. Pakistanlı “Zülfikar” örgütünün genel sekreteri şehit Murtaza Butto, Washington’daki saldırılar için açık hedefler ile yetinmeyip, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne uçakların çarpmasını sağlayarak saldırı düzenlemeyi önerdi.”

11 Eylül saldırılarının amacı; Batı ile İslam alemi arasındaki temas hatlarını yakmak ve ABD- Suudi Arabistan ilişkilerinde daha önce görülmemiş bir çatlak oluşturmaktı. Yine bu saldırıların amacı; ABD ordusunu Afganistan’ın zorlu arazisinde sürdürülecek bir savaşa sürüklemekti. Bin Ladin, geçmişte büyük kayıplar veren Sovyetlerin Kızıl Ordusu gibi ABD ordusunu da büyük kayıplar ile Afganistan’dan çekilmeye mecbur etme hayaline kapılmıştı. Ama Bin Ladin şüphesiz, ABD’nin askeri gücünü ve dünya genelindeki terör karşıtlığının oranını doğru hesaplayamamıştı.

Saldırılardan günümüze Ortadoğu, haritaları ve ükeleri parçalayan, dengeleri sallayan ve görünümünü değiştiren bir dizi fırtınaya şahit oldu. El-Kaide’ye karşı savaş, Irak savaşı ve bölgedeki İran ateşinin yayılmasını engelleyen duvarın yıkılması, Arap Baharının başlaması, DEAŞ’ın ortaya çıkışı, bölgesel ve küresel çatışmaları da kapsayan bir kan gölü oluşturan Suriye yarası.

Bin Ladin’in uçakları uluslararası sahneyi ve dengelerini tepetaklak etmeyi başaramadı. Aynı şekilde Bağdadi’nin sınırları parçalamak isteyen bıçakları bu bölgenin bağrında çok uzun süre saplı kalamadı. En büyük değişim, çok farklı bir yerden ve bir başka dilden geldi. Bu değişim; Sovyet yıkıntıları arasından yaralı bir şekilde çıkan genç bir istihbarat subayının eliyle gerçekleştirildi.

Büyük olasılıkla Boris Yeltsin Batıya bir saatli bomba hediye ettiğini bilmiyordu. 8 Eylül 1999 yılında ABD Başkanı Bill Clinton ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında, Clinton kendisine Rusya’daki seçimleri kimin kazanacağını sormuştu. Yeltsin buna Vladimir Putin karşılığını vermiş ve sözlerini şöyle sürdürmüştü:” Sonunda buldum. O bu görev için en uygun kişi. Özgeçmişini araştırdım, kendisi demokrat ve Batıyı iyi anlayan biri. Görev yaptığı alanlarda çeşitli konulara vakıf, bilgili, güçlü ve sert birisi. Ama aynı zamanda geniş, güçlü bir görüşe sahip ve çok sosyal bir insan. Farklı partnerlerle iyi ilişkiler ve iletişim kurabilecek biri. Onu çok iyi ve yetenekli bir ortak olarak göreceğinden eminim.”

11 Eylül saldırıları gerçekleştiğinde Kremlin, bu yüzyılın ilk gününde görevini üstlenen Putin’in idaresindeydi. Putin, o tarihlerde daha Rusya Federasyonu’nu parçalamayı ve Kızıl Orduyu dağıtmayı amaçlayan rüzgarlara karşı bir savaş yürütüyordu. Batı liderleri yeni Rus liderin de tek kutuplu dünya düzenini kabul edeceğini, Rus evini onarmakla ve “Ortak Avrupa Evine” katılma hayalinden bahsetmekle yetineceğini zannettiler.

Putin hiçbir zaman ABD’nin tek bir kurşun bile atmadan Sovyetler Birliği’ni yıkmasını affetmedi. Yine ABD’nin, NATO piyonunu Rusya’nın sınırlarına yakın bir yere konuşlandırarak Rusları kışkırtmaması gerektiği yönündeki Yeltsin’in taleplerini görmezden gelmesini hiç unutmadı. Renkli devrimlerin Amerikan istihbaratının mutfağında hazırlandığı yönünde birçok şüphesi vardı. Ama ilk önce dış güçlerin içerideki piyonları olmamaları için generallere, iş adamlarına ve medyaya boyun eğdirme sürecini başarı ile tamamlaması gerekiyordu. Ki böyle de oldu. Hazırlıklarını tamamladığında ise büyük darbesini gerçekleştirmek için Suriye yangınından yararlandı. Kırım’ı ilhak etti ve Ukrayna’ya bulunduğu coğrafi konumun zorluklarını hatırlattı. Suriye’ye askeri müdahalede bulundu, Türkiye’ye boyun eğdirdi ve İran’ın emellerini dizginledi. Kendisini tüm oyuncular için gerekli birine dönüştürdü.

Erdoğan ve Ruhani ile bir araya geldiği son Tahran zirvesinde Putin, İdlib’i de diğer gerilimi azaltma bölgelerinin kaderine ortak edebileceğinden çok eminmiş gibi görünüyordu. Bir lider gibi hareket etmekten çok bir rehber zihniyeti ile hareket etti. Kameralar önünde Erdoğan’ı önemsemesi gerektiğini bile düşünmedi.

Dünya değişti ve 11 Eylül saldırıları uzak geçmişin bir parçası haline geldi. Bugün artık Rus rehberliği zamanında yaşar hale geldik.