27 Şubat’ta Kahire’deki Arap Birliği 11. Toplantısında, eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa ve birçok kıdemli Arap ve Filistinli yetkilinin başkanlığını yaptığı Yaser Arafat Vakfı Mütevelli Heyeti, 11 Kasım 2004 tarihinde Fransız askeri “Percy” hastanesinde ölen Yaser Arafat’ın (Ebu Ammar) suikastini araştıran Tıbbi Soruşturma Komitesi Başkanı Dr. Abdullah Beşir tarafından ortaya konan “takip” verilerini dinlediler. Bu “takip” verilerinin, katılımcılar ve muhtemelen tüm Filistinliler arasında daha fazla “hayal kırıklığı” yaratmasının nedeni belki de önceki “takip” verilerinden farklı olmaması ve yeni bir bilgi ortaya koyamamasıdır.
Dr. Abdullah Beşir tarafından Mütevelli Heyeti’ne sunulan bu raporda; başkanlığını Dr. Beşir’in yaptığı Tıbbi Soruşturma Komitesi’nin Rus, İsviçre ve Fransız’lardan oluşan üçlü sağlık ekibi ile temaslarını sürdürdüğü belirtildi. 15. 8. 2016 tarihinde Fransız ekibinin katılımı olmadan sadece Rus ve İsviçre ekibinin Moskova’da düzenlediği toplantıda ortak bir rapora ulaşılamadı. O dönemde Rus tarafı tahkikatlarını hala devam ettirmekteydi.
Rapora göre, Filistin tarafı, bilimsel tıbbi analizlerin devam etmesi için 8.5.2017 tarihinde resmi bir mektupla Rusya’dan talepte bulundu. Bu Talep Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ın (Ebu Mazen) Moskova ziyareti sırasında Rus Dışişleri Bakanlığına teslim edildi. Anacak şu ana kadar herhangi bir netice elde edilemedi. Bu talep geçen Şubat ayında tekrarlandı. Yukarıda zikri geçen raporda, İsrailli araştırmacı gazeteci Ronen Bergman’ın bir kitabına atıf yapıldı. Önemli referans bilgilerin yer aldığı kitap “Rise and Kill First: The Secret History of Israel’s Targeted Assassinations” (Ayağa Kalk ve Önce Sen Öldür) adıyla yayınlandı. Kitap, özellikle Lübnan’da İsraillilerin Yaser Arafat’a yönelik suikast girişimleri hakkında bilgiler içeriyor.
Filistin yetkililer, özellikle El Fetih hareketinin lider kadrosu ve Ebu Ammar’ın yakın dava arkadaşları “Beyrut Günleri” olarak anılan dönemde Arafat’ın “zehirlenme” girişimlerine maruz kaldığını çok iyi biliyorlar. İsrail Mossad ajanları bunu, kendi özel “aşçısını” kullanarak yapmaya çalıştılar. Bazı Filistinli ve Lübnanlı güvenlik kurumlarına sızmalar meydana geldi. Ama o – aşçı veya şef – verilen görevi yaptığı esnada panik ve bunalım hali yaşadı ve suçunu hıçkırıklarla ağlayarak itiraf etme durumunda kaldı. Arafat, onu “affetmek” niyetindeydi, fakat Filistin Güvenlik Birimi sorumlusu Salah Halef (Ebu İyad) idamına karar verdi. İdamın infazının, yaz tatilinde Beyrut Arap Üniversitesi Meydanı’nda gerçekleştirildiği söylenir.
Ebu Ammar, o sırada, Ehud Barak tarafından yönetildiği söylenen terörist saldırıların ana hedefiydi. Bu saldırılar esnasında Ebu Yusuf Neccar, Kemal Advan, Kemal Nasır şehit edilmiştir. Bu saldırılarda, Arafat’ın uyuduğu binalar doğrudan hedef alınıyordu, ancak her defasında kurtulmayı başarmıştı, zira bir gecede birkaç kez uyku yerlerini değiştirdiği biliniyordu.
Merhum Filistin lideri, -Allah rahmet eylesin- özellikle Beyrut’un batı bölgesindeki binaların sığınakları arasında mekik dokuyup dururdu. Özellikle de operasyon odaları olarak kullandığı Mazra’a ve Fakhani bölgelerinde bunu yapardı, zira savaşan İsrail güçleriyle ancak bu şekilde mücadele edebilirdi. Bu binalardan biri Lübnan Haberleşme Bakanlığı yakınlarındaydı ve akşam saatlerinden önce İsrail hava saldırıları tarafından hedef alındı. Fakat baskının başlamasından birkaç dakika önce hızlı bir şekilde orayı terk etmişti. Aynı şekilde Doğu Beyrut’un bir kısmını işgal eden İsraillilerin, 1982 yılı Ağustos ayının son günlerinde, Ebu Ammar’ın Lübnan’ın başkenti Beyrut’tan deniz yoluyla ayrılırken hedef alınmaması için, Lübnan kökenli Amerikalı Philip Habib’le yaptıkları görüşmeler sırasında Amerikalılara söz verdikleri söyleniyor. Ama onlar -İsrailliler- gemide ayakta durur vaziyetteki resmini çekmişlerdi. Bu gemi onu Atina’ya, Tunus’a, daha sonra da Fas’a götürecekti. Ayrılırken kendisini yolcu etmeye gelmiş Lübnanlı “silah arkadaşlarına”, Lübnan başbakanına ve bazı bakanlara elini sallıyordu.
Belki de bütün bu suikast girişimlerinden en tehlikeli olanı, Tunus’un başkentinin doğu banliyölerindeki bir oteli -burası onun (Ebu Ammar) karargâhlarından birisiydi- hedef alan İsrail hava saldırısıdır. Ancak Ehud Barak’ın bizzat kendisinin yönettiği söylenen bu girişim de başarısızlığa uğramıştı. Barak bu operasyonu Tunus karasularına yakın bir savaş gemisinden takip ediyordu. Ancak Filistin lideri her zamanki gibi, sabahın erken saatlerinde yürüyüş yapmak için sahile gitmişti ve ikamet ettiği bu otele üç kilometre uzaktaydı.
1982’de Beyrut istilası sırasında savunma bakanı olan Şaron’u da unutmamak gerekir, zira başta Ebu Ammar olmak üzere Filistinli komutanları, teslim olmaları halinde, askeri helikopterlerle, katiller ve suçlular olarak yargılanması için, İsrail’e taşıma kararı almıştı. Tıpkı İsraillilerin, Nazi döneminde Yahudilere karşı katliamlarda kilit bir ortak olmakla suçladığı Alman Adolf Eichmann’ın davası gibi…
Ancak, Beyrut’un 1982’de kuşatılması sırasındaki efsanevi sebat, Ariel Şaron’un planlarını ve niyetlerini engelledi. Ancak yine de Filistin liderine karşı beslediği kin ve kötülük yapma duygusu hiçbir zaman bitmedi. Nitekim tüm kanıtlar, Arafat’ın suikast düzeneğinde kullanılan “zehirli” maddenin yalnızca İsrail Mossad’ının sahip olduğu malzemelerden biri olduğunu ispatlamaktadır. Ve bu cürmü, Filistin devletinin geçici başkenti olan Ramallah kentinde Filistin hükümetinin merkezi olarak kullanılmış ve hala kullanılmakta olan “boykot” binasındaki Filistin devlet başkanı Arafat’ı hedef almamayı Amerikalılara taahhüt etmiş olmalarına rağmen gerçekleştirdiler.
Başa dönecek olursak, Filistin üst makamları, ilgili ülkelerin bir kısmı ile ilişkilerin bozulmasından kaçındıkları için pek dillendirmeseler de Filistin halkı arasında yaygın olan kanaat, merhum Filistin devlet başkanının, etkisini zamanla gösteren İsrail yapımı bir zehir maddesiyle (radyoaktif polonyum) öldürüldüğüdür. Zira Ruslar ve Fransız’ların laboratuar sonuçlarına dayalı olarak sahip oldukları veriler bunu ispatlamaktadır. Henüz tam olarak kanıtlanmamış olsa da bazıları da Filistinli bir diş hekiminin, Arafat’ın dişini tedavi ederken, -hekimin de haberi olmayabilir- kullandığı bir malzemeye, İsrailliler tarafından zehir enjekte edilmiş olabileceğini söylüyorlar. Ebu Ammar’ı öldüren madde ortaya çıkmaya başladıktan sonra bu diş doktorunun doğrudan bir suikasta kurban gitmiş olması da gerçekten garip bir hadisedir.
1960’ların ikinci yarısında Yaser Arafat’ı çok yakından tanıdığımı belirtmem gerekir. 1970’ten 1982’ye kadar uzanan “Beyrut döneminde” kendisiyle beraber hareket ettim. Ve Beyrut’tan başlayıp oradan Yunanistan’a, Tunus’a, daha sonra Fas’a uzanan yolculuğa eşlik edenlerden biriydim.
Böylece, Filistin ve Filistin davası temelli ilişki dışında hiçbir kişisel ve siyasi ilişki kurmayan bu iyi insanla sürekli temas halinde kaldım. Ayrılışından on dört yıl sonra bir noktaya işaret etmek isterim; onun hastalığının arttığını öğrendiğimde, -daha sonra cumhurbaşkanı olan- kıymetli kardeşim Mahmud Abbas’ı (Ebu Mazen) aradım ve Ona, Ebu Ammar’ın hastalığının ciddi olup olmadığını sordum, doğrudan cevap verdi: “Mesele çok ciddi ve durumu çok ciddi, şimdi ona telefon etmelisin”
Durumu bu kadar tehlikeli ise kendisine rahatsızlık vermek istemediğimi belirttim. Ebu Mazin hüzünlü bir sesle: “Hayır, onu ara, o senin sesini duyarsa rahatlayacaktır; çünkü seni seviyor ve sevenlerinin bu durumda iken kendisiyle konuşması onu rahatlatıyor” dedi.
Telefonu hemen açtım ve karşıdakine Ebu Ammar ile konuşmak istediğimi söyledim ve hemen o yorgun sesi geldi: “Merhaba sevgili dostum Salih! Beni çok duygulandırdın.”
Ben de kendisine: “Geçmiş olsun Ebu Ammar, İnşaallah kısa sürede atlatırsın ve bu sıkıntıların biter.”dedim.
Ondan duyduğum son sözler ise şunlardı:
“Bu iş bitti sevgili kardeşim, artık yolun sonundayım, beni yendiler, beni sonunda yendiler!!”
Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin.