Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

1990’dan bu yana Lübnan’da yaşananları hatırlayalım! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Lübnanlı gençlerin çoğu için, 1990 olayları pek bir şey ifade etmiyordur.

13 Ekim 1990’da çocuk yaşta olanlar, o günleri hatırlamıyordur bile.

General Mişel Avn, 1989 yılında Suudi Arabistan’ın Taif kentinde imzalanan ve Taif Anlaşması adı verilen “Ulusal Uzlaşma Anlaşması”nı ve bundan kaynaklanan Lübnan meşruiyetini tanımayı reddetmişti.

O dönem üç gayrimüslim bakandan oluşan bir “askeri hükümet” in başkanlığını yürüten Avn, kendisinin karşı çıktığı tüm “ulusal uzlaşıların” geçersiz olduğunu, zira bu uzlaşıların Suriye/Esed rejiminin egemenliği altında ve uluslararası-bölgesel pazarlıklar çerçevesinde gerçekleştirildiğini düşünüyordu.

Avn ayrıca, (1975’te patlak veren ve 1990’a kadar devam eden) Lübnan iç savaşının nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan ve kapsamlı anayasal değişiklikleri içeren Taif Anlaşmasının özüne de itiraz ediyordu.

Bu değişikliklerin ruhunda, Müslümanlardaki aldatılmışlık duygusunu ve Hristiyanlardaki korku hissini ortadan kaldırmak olduğu bilinmektedir.

Gerçekten de, parlamentodaki Hristiyan ve Müslüman kesimler arasındaki sandalye dağılımında adalet sağlanmış oldu (Önceden Hristiyanlar 6’ya 5 şeklinde çoğunluğa sahipti).

Yetkiler yeniden dağıtıldı ve iktidardaki mevki sahiplerinin yetki alanları yeniden belirlendi;

Örneğin, Marunî Hristiyan Cumhurbaşkanı’nın mutlak yetkileri kısıtlandı ve bir kısmı Bakanlar Kuruluna devredildi. Yani Sünni Müslüman Başbakan sembolik bir bakan olmaktan çıkarıldı, yönetimin büyük bir ortağı haline getirildi.

Şii Müslümanların başkanlığını yaptığı Temsilciler Meclisi güçlendirildi, Meclis Başkanı görev süresi için seçilmeye başlandı ve seçimin yıllık olarak yenilenmesini öngören yasa iptal edildi.

Avn ve destekçilerinin “Hristiyanların sahip oldukları haklarının azaltılması” olarak gördükleri bu değişiklikler, onlara da birçok avantajlar sağlamıştır.

Bunlardan en önemlisi, teamül gereği gerçekleştirilen güç kotalarının dağılımı yazılı metinlere dökülmüştür. Her ne kadar Cumhurbaşkanının yetkileri azaltılmış ve parlamentoda Müslümanların sandalye sayısı artırılmış olsa da -Müslümanların gerçek nüfus oranlarının Müslümanların lehine % 60’a % 40 olduğunu iddia edenler olmasına rağmen- kilit makamların çoğu Hristiyanlara tahsis edilmiştir. Ordu Komutanı, Merkez Bankası Başkanı ve Yüksek Yargı Konseyi Başkanı bunlardan bazılarıdır.

Lübnan’ın hassas denklemlerini belirleyen Taif Anlaşması’nı, Lübnan iç savaşında en büyük Hristiyan güç olan ve “Lübnan Kuvvetleri” Komutanı olan Semir Caca ve Maruni Patriği Nasrallah Sfeir onayladı; ancak Avn bu anlaşmayı açıkça reddetti ve savaşmayı tercih etti.

Taif Anlaşması, Esed rejimi ve Tahran’ın kurduğu ancak Şam’ın himaye ettiği Hizbullah tarafından da kabul edildi, ancak gizliden gizliye de anlaşmanın altı oyulmaya çalışıldı. Örneğin Hizbullah’ın çıkarlarına aykırı görülen maddelerin uygulamaya konması dolaylı olarak engellendi.

13 Ekim 1990’da yaşananların kökleri, eski Cumhurbaşkanı Emin Cemayel’in görev süresinin sona erdiği 22-23 Eylül 1988 tarihine kadar uzanmakta.

O dönemde Lübnan, siyasi bir kriz yaşıyordu, Cumhurbaşkanı ile hükümet arasında anlaşmazlık vardı ve bu durum Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Salim Huss’ın istifasına yol açtı. Böylece, yönetim boşluğu tehdidi altında, Cemayel iktidarı Lübnan ordusunun “Askeri Konsey”ine teslim etmeyi seçti ve bu konseyin başkanı tarafından yönetilecek bir hükümet oluşturuldu. Hükümete başkanlık edecek bu kişi, dönemin Ordu Komutanı Marunî Hristiyan Mişel Avn’dan başkası değildi!

Gerçekten de Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Avn’ın başkanlığında, “Askeri Konsey” subaylarından 6 bakanın olduğu, askeri bir hükümetin kurulduğunu duyurdu. Ancak atılan bu adım, üç Müslüman Bakan’ın/subayın (Sünni, Şii ve Dürzi) istifasıyla sonuçlandı. Ancak Avn bunu umursamadı ve hükümette Müslüman temsilin olmamasının Anayasaya aykırılığını görmek istemedi, bilakis bu 3 bakanın “Esed baskısı” altında istifa ettiğini söyledi. Burada yönetim boşluğu ortadan kalkmak yerine daha da arttı ve ülke iki hükümet arasında bölündü: Huss’ın başkanlık ettiği bağımsız bir hükümet, diğeri ise Müslümanların temsil edilmediği, Avn’nın başkanlık ettiği askeri hükümet.

Avn bunun “meşru bir hükümet” olduğuna kendisini inandırmıştı ve yetkilerini bir başkan gibi kullanmaya başlamıştı. Eski Cumhurbaşkanı Röne Muavvad, 5 Kasım 1989’da Cumhurbaşkanı olarak yeniden seçilmiş olmasına rağmen bu seçim sonuçlarını ve Baabda Sarayı’nı boşaltmayı reddetti. Zira yetkilerini kullanmaya devam etmek istiyordu.

Olaylar daha da girift bir hal aldı ve Muavvad 17 gün sonra (22 Kasım) Beyrut’taki Bağımsızlık Günü kutlamaları esnasında bombalı bir saldırı sonucu katledildi.

Lübnanlı milletvekilleri 24 Kasım’da İlyas Haravi’yi yeni Cumhurbaşkanı olarak seçtiler ve Avn’ın meşru otoriteye olan “itaatsizliğini” sonlandırma kararını aldılar. Avn ise, yerel, bölgesel ve uluslararası baskılara direnmeye çalışıyor, destekçilerini direniş için örgütlemeye çabalıyordu.

13 Ekim 1990 sabahı, uyarılar ve baskılar fayda etmeyince, Lübnan’da bulunan Suriye ordusu tanklarla Baabda Sarayı’na saldırdı, zira Avn kendini burada koruma altına almıştı. Hafız Esed’in savaş uçakları da sarayı ve çevresinde bulunan savunma bakanlığını vurmuştu.

Avn sonunda pes etti, Fransa’nın Beyrut Büyükelçisinin yakınlarda bulunan konutuna sığınmak zorunda kaldı ve isyan sona ermiş oldu.

Avn, daha sonra Fransa’ya geçti, sürgün hayatı yaşamaya başladı, Şam ve Hizbullah eksenine karşı şiddetli bir siyasi mücadele başlattı. Ardından, Esed rejimi ve Tahran’a –ve Lübnan’daki nüfuzuna- karşı yürüttüğü mücadeleyi ABD’nin başkentine de taşıdı.

2003 yılında Senatodaki oturumlara katılarak bu durumu dillendirmeye devam etti. Daha sonra, “Suriye’yi Cezalandırma Yasası”nın ve BM Güvenlik Konseyinin 1559 sayılı kararının fikir babasının kendisi olduğunu iddia etmiştir.

Bütün bunlara rağmen, Lübnan’daki Suriye askeri varlığının sona ermesi, Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 2005 yılında suikasta uğramasının ardından gelebildi. Suikast, Lübnan halkının dayanışmasına neden oldu ve bu da Şam kuvvetlerinin çekilmesi için de bir baskı unsuru haline geldi. Ama aynı zamanda en az bunun kadar önemli iki başka olayı da netice verdi:

Birincisi, Lübnan’da Hizbullah ve onu destekleyen İran’ın rolü ve etkisinin ortaya çıkması.

Diğeri ise, Avn’ın, Şam ve Tahran ile bir “anlaşma” yaparak sürgünden dönmesi.

Geri dönüşünden kısa bir süre sonra, müttefiklerinin kendisinin “gerçek büyüklüğünü” inkâr ettikleri bahanesiyle, Hizbullah’la bir “uzlaşma” içerisine girdi, onlar da bugünkü Cumhurbaşkanlığı makamını kendisine teslim ettiler.

Ayrıca bugün, Avn’ın partisi “Özgür Yurtsever Hareket” 13 Ekim 1990’da savaştığı Esedçi İrancı Hizbullah ekseniyle ittifak yapmış durumda.