Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

2018 model uluslararası ilişkiler dersi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Dün bir Arap TV kanalında İran uzmanı bir politik analisti dinlerken analistin İran halkının ayaklanmasının başarıya ulaşabilme ihtimaliyle ilgili soruya verdiği cevap dikkatimi çekti, analist aynen şunu demişti: “Halk ayaklanması 6 ay sonra da başarılı olabilir, 6 yıl sonra da…. ama halkın hayal kırıklığı ve rejime karşıtlığı baskıyla durdurulamayacak.”

Bence, bu gayet mantıklı bir tespit, özellikle Kevakibi’nin “Diktatörlüğün Doğası ve Yozlaştıran Köleleştirme” (Tabai’ El-İstibdad ve Mesariu’l-İsti’bad) eserini bilenler diktatörlerin nasıl davrandığını ve rejimin devrimini ihraç edebildiği her yerde Hamaney’in müritlerinin nasıl davrandığını bilen her kes yukarıdaki tespitin doğruluğunu teyit edecektir.

Abdurrahman el-Kevakibi’nin 1902 yılında basılan “Diktatörlüğün Doğası” adlı eserinde diktatörlük konusuna şöyle değinmektedir: “Diktatör hükümet, karakteri gereği, otoritenin her alanında tasallutunu gösterir. Otoritenin en zirvesindeki şahıs ta diktatör olur, polis de devlet dairelerindeki müstahdem de diktatördür; sokağı temizleyen de. Bu tür hükümetlerde çalışanların ve memurların tümü, ahlaki olarak sınıfının en sefili, en düşüğü olur çünkü ahlaki sefillik çekenler onur ve iyi intiba edinme derdinde olmazlar, gayret ettikleri tek şey hizmet ettikleri adama kendine benzediklerini ve devletinin yandaşı olduklarını ispat etmektir… ’.

Öldürme, geri kalma, mezhepçilik ve kendisinden başka herkesi ötekileştirme kültürleri kolay kolay ortadan kaldırılabilir bir fenomen değildir. Bu tür sosyal olguların ortadan kaldırılması için toplumun bu fenomenlerin ne denli tehlikeli olduğunu anlaması ve başarılması uzun zaman alan bir anlayış devriminin başarılmasını gerektirir.

Gerçek şu ki, 1979 yılında Ortadoğu’yu sarsan Humeyni Devrimi aşağıdaki birkaç nedenden dolayı basit bir olay değildi:

1-Devrimin İran gibi Orta Doğunun en önemli, en kalabalık, en geniş ve eski medeniyeti olan bir ülkede gerçekleşmesi.

2-İran büyük ekonomik potansiyele sahip bir petrol devleti, endüstriyel gücü, ileri el işçiliği ve köklü mimariye sahiptir.

3-İran, Arap dünyası, Türkiye, Hint alt kıtası ve eski Sovyet cumhuriyetleri (Kafkaslar ve Orta Asya’da) arasında stratejik bir coğrafi konuma sahiptir.

4-İran, eski çağlardan beri etkin bir emperyalist rol oynamak istiyor, Soğuk Savaş döneminde de Türkiye ve Pakistan’la birlikte, Batı tanımlarına ve düşüncelerine göre, komünist genişlemenin “sınırlama devletlerine” dönüştü.

5-İran, nüfusunun çoğunluğunu Sünni Müslümanların oluşturmadığı en büyük Müslüman ülkedir ve Batı karar verme çevreleri “İslamcı terörizm”le olan savaşını “Sünni siyasal İslam”a karşı sınırladığından, bugünkü konjonktürde bu olgu olağanüstü önemli bir gerçektir. Bu gerçek, İran liderliğinin kendisini “teröre karşı savaş”ında Batı’ya ortak olarak sunmasına izin vermektedir, Batı da İran’la olan ilişkilerinde bu mantığa dayanmaktadır.

6-İran, kurumsallaşmış köklü bir ülkedir ve Abbasi döneminden beri İslam Düşüncesi’ne kolektif ve profesyonel katkıda bulunmakta kalmamış, Fars kurumları İslam tarihi ve Ortadoğu tarihinin fikri akımlarına ve diyalektiğine platform sağlamıştır.

7-İran, on yıllar boyunca sivil, mezhebi, askeri ve semi-militer kurumlar kurarak etkisini hissettirdi. İran rejiminin rakiplerinin organize olmayışları ve plansızlığı karşısında, İran Devrim Muhafızları’nın örnek olarak ve her alanda uzmanlaşmış (gerek yasal veya yasal olmayan) yatırım kurumları ve Lübnan, Irak ve Yemen’de kendisine bağlı milislerin ahtapot gibi her yerde var olması göz önünde bulundurulduğunda bu kurumsallık daha iyi anlaşılır.

Tüm bu etkenler 1979 yılından itibaren muhaliflerinin ve entelektüellerinin baskı altına alınmasına, sürgün edilmesine, darağacına veya hapishanelere gönderme sanatında mahir olan rejimin ömrünün uzatılmasına neden oldu.

Humeyni Devrimi’nin iç savaşları devrimin başarıya ulaşmasının ilk aylarında ortaya çıktı; Mehdi Bazergan, Ebu Hasan Beni Sadr, Sadık Kutubzade, Ayetullah Şeriatmedari, Ayetullah Talegani, Ayetullah Muntazeri, Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi gibi o günlerde devrimin ileri gelen liderleri ve politik figürleri bir şekilde ya devrildi ya da saf dışı bırakıldı.

Buna paralel olarak rejim, dozu artan bir şekilde güvenliğe ve mali yetkinliğe dayana bir yapıya dönüştü ve Devrim Muhafızları rejimin bel kemiği, yüzü ve var oluş nedenine dönüştü.

Humeyni devrimin ilk yıllarında, “mazlumlara, mustazaflara” verdiği destek ve ”kibirli” zalim emperyalizme karşı “cesurca” savaşmaya davet eden devrimci sloganlarından dolayı binlerce Arap ve yabancı entelektüelin ilgisini çekti.

Dünyanın her yerinden birçok liberal ve solcu figür, Humeyni devrimini, hantallaşan Sovyetlerin ve pragmatizme kayan Maoist geçişin yaşandığı dönemde başarılı bir model olarak görüyordu. Dün BM Güvenlik Konseyinde atılan nutuklar, özellikle de Bolivya temsilcisinin konuşması, o dönemlerin masumiyetini hatırlattı.

Peki, Latin Amerika solculuğu kaynaklı Bolivya’nın ABD karşıtlığını ve geleneksel “Yankee” düşmanlığını anlayabiliriz, diğer ülkeler İran’a karşı gerçek bir reaksiyon göstermede neden tereddüt etti?

Washington karşıtı ve yükselen güçler olarak Rusya ve Çin’in kendi hesapları var, ne de olsa her ikisi de her fırsatta Washington’un hatalarından faydalanmayı fırsat bildiklerinden İran karşıtı bir tutum benimsemekten uzak kaldılar. Ayrıca her iki ülkenin ABD karşıtı başka savaşları da var; Suriye’deki Beşşar Esed’e verilen destek ve Kuzey Kore’nin Washington ve Asya müttefiklerine yönelik nükleer şantajına verdiği gizli destek te bu savaş kapsamında yer alıyor.

Avrupa ülkelerine gelince, bu ülkelerin tutumu fırsatçılık olarak nitelendirilebilir, zira; bu ülkelerin İran’da, ABD’nin razı olmadığı ve müttefik olmaktan çok Washington’un bu alanda düşman olarak algılandığı, büyük yatırımları söz konusu ve rejimin bekası, bu ülkeler için, bu yatırımların garantisi olarak görülüyor.

Bundan başka, Güvenlik Konseyi’nin rolünün geleneksel yorumuna eğilimli olan ülkeler de var; ve bu devletlere göre, BM Güvenlik Konseyi, devletler arasındaki çatışmalara veya uluslararası müdahalelere neden olabilecek büyük krizlere müdahale etme yetkisine sahiptir. Bu nedenle, bir devletin iç işlerinde – bu durumda İran’ın içişlerinde – Güvenlik Konseyi’nin herhangi bir rolünü haklı çıkarmayacağını düşünmemektedir.

Son olarak, ABD dış politikasını, özellikle de mevcut Başkan Donald Trump yönetimindeki politikaları, tasvip etmeyen ülkeler de var, bu ülkeler arasında Washington’un en yakın geleneksel müttefiklerinden bazıları da bu ülkelere dahildir.

Tüm bunlara dayanarak, Washington mollalar rejimine karşı cephe açmaya karar verdiğinde, uluslararası mizacın kendisine karşı olduğunu ve bu karşıtlığın Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması kararından sonra daha da yükseleceğini de biliyordu….

Kısaca 2018 model uluslararası ilişkiler örneği bu…