Birbirini takip eden haberlere bakılırsa, yakın bir zamanda İsrail-Hamas arasında karşılıklı ateşkesi sağlayacak bir anlaşma ufukta belirebilir.
Beklenen anlaşma, Mısır ve uluslararası tarafların arabulucuğunda ve insani olarak adlandırılan bazı ödünlerin verilmesi ile gerçekleşecek.
Şahsen, bu konuda yaşanan gelişmeler konusunda eleştiriler yöneltmekte pek de istekli değilim. Bunun nedeni Arapların birçoğu gibi bu konu ile ilgilenmediğim için değil. Bilakis Filistin halkının bu dünyada ve bu yüzyılda birçok halkın yaşadığı zorluklardan çok daha fazlasına maruz kaldığını çok iyi biliyorum.
Yalnız Filistin halkı derken liderlerini bunun dışında tuttuğuma dikkati çekmek isterim. Son yüzyılda, Arap elitlerin hiçbiri Filistinli elitlerin yaşadığı çok yönlü ve derin deneyimleri yaşamamışlardır. Ancak bu bilgi ile donanımlı elitler, nadiren siyasi alanda rol alabilmişlerdir. Yüz yıl önce Filistin sorununun ortaya çıkışından günümüze çok az Filistinli elit, alınan kararlara veya karar alma mekanizmalarına etki edebilmiştir. Çünkü siyasi alan çoğu zaman “popülist” şahsiyetlerin egemenliği altındadır. Dolayısıyla Filistin sorunun da kısmen onlar yüzünden günümüze kadar yerinde saymaya devam ettiğini söyleyebiliriz.
Burada insanın aklına ilk gelen soru şu; Madem Hamas ile Gazze’de veya Filistin topraklarının bir başka yerinde bulunan müttefikleri İsrail’le ateşkesi kabul etmeye ve bunu hayata geçirmeye hazır; Filistin halkı için kabul edilebilir bir ateşkes ve ulusal haklarını minimum düzeyde de olsa koruyan bir anlaşma için Hamas ile Batı Şeria’da Filistin halkının daha geniş bir kesimini temsil eden Fetih Hareketi’nin ortak bir şekilde hareket etseydi daha iyi olmaz mıydı?
Bunun gerçekleşmesi (yani ulusal uzlaşma) halinde, Filistin halkının bugün olduğundan çok daha fazla sabırlı ve mücadeleci olacağına, kendisini çözümden uzaklaştıran öldürücü bölünme durumundan kurtularak makul bir çözüme daha çok yaklaşacağına inanıyorum. Burada bu mantıksız bölünme durumundan herkesin sorumlu olduğunu göstermeye çalışıyorum. Zira Ortadoğu’da siyaset ile ilgili çalışmalar yapan herkes, ümmetin günümüzde ve geçmişte karşı karşıya kaldığı ve gelecekte de karşılacağı kötülüklerin birçoğunun büyük ölçüde sorunun yansımalarından kaynaklandığı konusunda kesinliğe yakın bir algıya ulaşmıştır. Bu yansımaların olumsuz reaksiyonları; günümüze kadar Arap sahasını bir yandan darbeler diğer yandan kör ittifaklar ile zehirlemeyi sürdürmüştür. Aynı şekilde Arapların birçoğunun bu yüzyılda hakettikleri gelişme fırsatını kaçırmalarına neden olmuştur. Burada yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için “tamamı” değil de birçoğu kelimesini kullandığıma dikkat çekmek isterim.
Yazıda bahsedeceğimiz örneğe ve yazının başlığı olan “203. Odanın Sırrı” ifadesine gelirsek, sabırsız okurlar için bunun Hamas liderlerinden Mahmud el-Mabhuh’un 2010 yılı başlarında Dubai’deki öldürüldüğü otel odasının numarası olduğunu ifade edelim. Bu olay, İngiliz dergisi New Statesma’nın 2018’in Ağustos ayının üçüncü haftasında yayınlanan sayısında tüm ayrıntıları ile ele alınmıştır.
Dergi kaynak olarak, John Mayore tarafından yazılan ve yakın bir zamanda yayımlanan “Davran ve Önce Sen Öldür” başlıklı kitaba dayanmaktadır. Olayın ayrıntıları çok korkunç. Çünkü bu ayrıntılar, “bilimsel ve sistematik” bir şekilde karar alma yerine işi şansa ve bırakma arasındaki farkı ve nasip ile kaderi birbirine karıştımanın nelere mal olabileceğini ortaya koyuyor. Sadece Mabhuh’un çirkin br şekilde öldürülmesinden dolayı değil, hırslı iktidar çekişmeleri nedeniyle. Görünüşe bakılırsa önem verilmeyen küçük ayrıntılar nedeniyle daha önce de söylediğimiz gibi ayrıntılar çok korkunç. Bu iktidar çekişmelerinin ceremesini de işgal altında bir yaşamın acısı ile kıvranan ve hala kıvranmakta olan Filistin insanı çekiyor.
Anlatılanlara göre, rahmetli el-Mabhuh, Dubai’yi bir yıl içerisinde 5 kez ziyaret etmiş. Suikaste uğramadan önce bir TV kanalına yaptğı açıklamada, “işini” korumak adına birçok önlem almasından dolayı “Tilki” lakabıyla bilindiğini belirtmiş. Zulüm ve baskı altında inleyen bir halk için büyük önem arzeden istihbarat işi ile görevlendirilmiş bir şahsiyetin televizyona çıkması akla ilk gelen zor ve şaşkınlık yaratan sorulardan biridir! Dergiye göre Mabhuh birkaç ay önce de bir suikast girişimine uğramıştı. Kendisine verilen zehir nedeniyle baygınlık geçirmiş ancak bundan sağ kurtulmuştu. Doktoru ise bayılma sebebini, kandaki alyuvar hücrelerinde yaşanan bir düşüklüğe bağlamış. Buna rağmen, yanında bir grup koruma olmadan Dubai’ye gitmiş. Olayın takibi ile ortaya çıkarılan detaylar, pasaportundaki sahte ad ile tek başına çalıştığını gösteriyor. Dikkati çeken ya da belki de sinir bozucu ayrıntı ise suikasti gerçekleştirmekle yükümlü grubun, hedefinin ne zaman ve hangi saatte ulaşacağını kesin olarak biliyor olmasıdır.
Dergi bundan sonra konudan biraz ayrılarak İsrail’deki istihbarat teşkilatlarının kuruluş süreçlerini ele alıyor. İsrail’in kurulmasından kısa bir süre sonra, ülkeyi ancak güçlü bir ordu ve istihbarat teşkilatının koruyabileceği kanaati ile bu istihbarat birimleri kurulmuştur. Dolayısıyla İsrail’in üç istihbarat teşkilatı da (İsrail askeri istihbarat birimi Aman, karşı casusluk ve iç istihbarat servisi Şin Bet ve dışarıda suikastler gerçekleştirmekle yükümlü Mossad) bilinen kurumları ve açıklanmayan veya bilinmeyen finansmanları ile devletin kontrolü dışındadırlar. Altmışlı yılların başına kadar basında bu istihbarat servisleri hakkındaki haberlere yer vermek yasaklanmıştı. Aynı şekilde görevde oldukları sürece, bu servislerin başındaki isimler de kamuoyundan gizlenirdi. Kısacası bu teşkilatlar teknik anlamda,tam bir terörist teşkilattırlar!
Bu bilgiler ne anlama geliyor? Hiç kimsenin bu birimlerin yenilmez olduğunu düşündüğümü ya da rolünü abarttığımı düşünmesini istemem. Zira bu teşkilatlar insanlar tarafından yönetiliyor. İnsanlar ise her ne kadar başarılı olsalar da bazen başarısızlığa da uğrayabilirler. Benim asıl olarak belirtmek istediğim nokta şu; kesin olarak söyleyebiliriz ki haklarını elde etmek için mücadele eden bir halkın birden fazla başarısız lider tarafından yönetilmesi halinde amaçlarının küçük bir bölümünü bile gerçekleştirmesi imkansızdır. Bugün birçok kişi, iki tarafı ile Filistinlilerin kararlarının çoğunlukla duygusal, bölünmüş ve bilimsellikten uzak olduğu görüşünde. Bu nedenle düşman azıcık bir fedakarlıkla büyük kazanımlar elde ederken işgal altındaki topraklarda, komşu ülkelerde ve gurbette yaşayan Filistin halkı büyük fedakarlıklarına rağmen gittikçe daha çok şey kaybediyor.
Filistin karar alma mekanizmalarının bilimsellikten uzak olması, milli ve dini duygular ile birbiriyle mücadele etmesi çoğu zaman anlık ve kişisel kararlar alınmasına neden olmaktadır.
Araplar arasındaki sorunlarda ve kutuplaşmalarda, taraflardan birini desteklemeyi seçen liderler nedeniyle geçmişte Filistin halkının ağzı çok yandı. Kuveyt’in işgali de bunlardan biriydi. Aynı şekilde ikinci jenerasyon Filistinli liderler de bu ölümcül hataların sonuçlarını tamir edecek yeteneklerden yoksunlardı. Öyle ki, bunun yerine onlar da bölgesel kutuplaşmanın (Bir tarafta İran diğer tarafta Türkiye) tarafı haline gelerek durumu daha da kötüleştirmişlerdir.
Tüm bunlar, derin bilimsel ve kurumsal çalışmalar ile Filistin halkının çıkarlarını cesaretle korumak yerine, retorik ve kişisel bir şekilde alınan kararlar nedeniyle yaşanmıştır. Bu sorunların aşılması ve gerektiği gibi çözüme kavuşturulması halinde Filistin halkı haklarını elde etmeye daha çok yaklaşacaktır .
Sonuç olarak; işgal altındaki halklarını kurtarmak için mücadele eden milli hareketlerin önündeki en tehlikeli engel, birleşik bir düşman karşısında bölünme ve düşmanı hafife alma yoluna gitmektir.
Ama ne yazık ki bir kültürü nasihat ile değiştirmek mümkün değildir!