Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

29. Arap Zirvesi… Gerçekler ve zorluklar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bölgesel siyasi çalkantıların devam ettiği bir zaman diliminde Suudi Arabistan Krallığı, önümüzdeki pazar günü Demmam şehrinde 29. Arap Zirvesi’ne ev sahipliği yapacak. Zira hala çözüme kavuşturulmamış birtakım meseleler ve sorunlar bulunuyor. Bu da anlaşmazlıkları aşmak, koordinasyonu pekiştirmek ve Arap dayanışmasını en üst seviyeye çıkartmak için söz konusu meseleler karşısında Arap liderleri cesur kararlar almaya çağırmaktadır. Ayrıca ekonomik ve sosyal alanda ortak Arap çalışma mekanizmasını güçlendirmenin yanı sıra zorlukların büyüklüğünü ve çeşitliliğini de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Suudi Arabistan; siyasi, iktisadi ve manevi ağırlığının ve dış politikada üstlendiği aktif öncü rolünün yanı sıra Arap halkının beklentilerine umut ışığı olmak için bu zirveye ev sahipliği yapacak. Zira Suudi Arabistan, son zamanlarda Arap ulusal güvenliğinin karşı karşıya kaldığı sorunlara yönelik kararlı tutumlar sergilemektedir.

Bundan dolayı zirvenin programı, özellikle siyaset ve güvenlik düzleminde Arap politikasının gerçeğini yansıtan pek çok dosyayla doludur. Belki de Filistin meselesinin son dönemde karşı karşıya kaldığı önemli zorluklara işaret edebiliriz. Bu zorluklarla birlikte barış ümitleri çıkmaza girdi. Bu da Filistin devletinin başkenti olarak Kudüs’ün tarihi ve hukuki durumuyla ve barış süreciyle ilgili Filistinli kardeşlerimizin karşılaştıkları güçlüklerde onları desteklemek için alınan kararların devamı niteliğinde ortak bir Arap tutumunun benimsenmesini gerekli kılmaktadır. Ayrıca İsrail ve yabancı devletler tarafından yapılan ihlallere karşı Filistin’in faaliyetlerinin desteklenmesi gerekiyor.

Diğer yandan Suriye, Yemen ve Libya’da patlak veren krizlerin üzerinden yıllar geçtikten sonra bu ülkelerdeki krizler de Filistin meselesi kadar karmaşık ve tehlikeli bir hal almış vaziyettedir. Ayrıca küresel barış ve güvenliğin korunmasından sorumlu Güvenlik Konseyinin görülmemiş acizliğinin yanı sıra uluslararası toplumun açık bir şekilde görmezden geldiği bu krizlerle ilgili kayda değer siyasi çözümlere ulaşılamadığından maddi ve beşeri maliyetler artmış durumda. Suriye krizi, 8. yılına girdi. Şiddet, hala devam ediyor. Birleşmiş Milletlerin(BM) aldığı kararlar, Birleşmiş Örgütlerin koridorları içerisinde hala hapsedilmiş halde. Suriyelilere karşı çatışmayı ve şiddeti durdurmak ya da 2012 yılında yapılan Cenevre 1 toplantısının sonuçlarına ve Güvenlik Konseyinin 2254(2015) sayılı kararına göre bu krize siyasi bir çözüm bulmak için BM’nin kararları yürürlüğe konmadı.

Aynı şekilde darbeci Husi milislerin meşru hükümete yönelik darbe yapmaları sebebiyle şu anki olayların ve ihlallerin meydana geldiği bir ortamda Yemen meselesi için de çok çaba sarf edilmesi gerekiyor. Bundan dolayı Yemen’deki siyasi pusula hedefinden saptı. Zira Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin girişimi ve ulusal diyalogun sonuçları, Yemen’in girdaptan kurtulmasına yardım etmek ve Yemen krizini çözmek için başarılı siyasi bir yol hazırlamıştı.

Özellikle İran tarafından darbeci güçlere verilen dış destek, hem Yemen’in hem de Arapların ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturuyor. Bu da daha fazla dayanışmayı gerekli kılmaktadır. Bunun için ümitler, Güvenlik Konseyinin 2216(2015) sayılı kararı, körfez girişimi, Yemen ulusal diyalogun sonuçları ve Yemen özel temsilcisinin çabaları çerçevesinde sahayı siyasi bir çözüme hazırlamak için koalisyon güçlerinin çabalarına bağlandı.

Diğer yandan Libya meselesi ise, Libya özel temsilcisinin beklediğinden daha büyük zorluklarla yüzleşmektedir. Libyalı gruplar, aralarındaki anlaşmazlıkları aşıp 2015 yılında Fas’ın Suheyrat şehrinde imzalanan siyasi anlaşmayı uygulamak için gerekli düzenlemeleri hala yapamıyorlar. Hiç şüphesiz Libya’daki kardeşlerimizin krizden kurtulmalarına yardım etmek için Arapların daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor. Ayrıca Libyalılar, aralarındaki anlaşmazlıkları aşıp bir araya gelmeleri ve ülkenin çıkarını dar siyasi çıkarların üstünde tutmaları gerekiyor.

Aynı şekilde terörle mücadele etmek, teröristlerin faaliyetlerini ve bunun sonucunda İslam’ın maruz kaldığı kötü imajı bertaraf etmek, halkın terör nedeniyle maruz kaldığı yıkım ve tahribatı engellemek için Arap ülkelerinin, bölgesel ve uluslararası devletlerle koordineli bir şekilde yürüttükleri kararlı çabalara ve terör felaketine değinmek gerekiyor. Bölgedeki birtakım devletlerin yaşadığı güvenlik sorunu ve siyasi boşluk, terör gruplarının varlıklarını sağlamlaştırmaları için uygun ortamı sağladı. Terör grupları, her köşeye sıkıştırıldıklarında saflarını birleştirmek ve tahribata neden olmak için bölgede alternatif bir yer aradılar. Burada şunu da söylemek gerekiyor ki Irak, Suriye, diğer Arap ülkeleri ve Arap dünyası dışında Afrika’nın kıyı bölgelerinde terörle mücadele konusunda pek çok başarı gerçekleştirildi. Bu kapsamda çeşitli Arap devletleri, terörle mücadelede çaba göstermekte ve bu mücadeleye destek vermektedir.

Diğer taraftan Arap ülkelerinin içişlerine yönelik dış ve özellikle de bölgesel müdahaleler, tehlike kaynağı oluşturmaya devam ediyor. Bu müdahalelerin neden olduğu olumsuz sonuçlara ve Arap ulusal güvenliğine oluşturduğu tehditlere yönelik aktif bir şekilde karşı koymak gerekiyor. Bu çerçevede İran’ın çeşitli Arap ülkelerine yönelik müdahalelerine atıfta bulunmak mümkündür. İran, askeri milisler oluşturmak, bu milisleri silahlandırmak ve terörü desteklemek suretiyle bulanık sularda avlanmaya çalışıyor. İran, Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait 3 adayı işgal etmeye, bu anlaşmazlığı diplomatik ve hukuki yollarla çözmekten kaçınmaya, Güvenlik Konseyinin 2231(2015) sayılı kararını açık bir şekilde ihlal ederek balistik füzeleri geliştirmeye ve hatta darbeci Husileri füzelerle donatmaya devam ediyor. Öyle ki bu füzeler, Suudi Arabistan’a fırlatıldı. Son iki yılda aralarında Mekke ve Riyad şehrinin de olduğu Suudi Arabistan’ın çeşitli şehirlerine 100’den fazla füze fırlatıldı. Burada şunu söylemek gerekir ki bu durum, Suudi Arabistan’ın ve Arapların ulusal güvenliğine apaçık bir saldırı teşkil etmektedir. Bu saldırıya karşı koymak için ortak bir Arap tutumuna ve uluslararası çabaya gereksinim duyulmaktadır.

Sonuç olarak yukarıdaki ifadeler ışığında öyle görülüyor ki bölgede güvenli ve istikrarlı bir ortam yaratmak amacıyla Arap ülkelerinin içişlerine yapılan müdahaleleri engellemek, devam eden krizlerle yüzleşmek, mezhepsel ayrılıkları yok etmek ve bu ayrılıkları destekleyenlere karşı koymak için dayanışmaya ya da yol haritasının belirlenmesine ihtiyaç vardır.

*Arap Birliği Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı