Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran’la yapılan nükleer anlaşmadan iki yıl sonra | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Zalimlerle uzlaşan, timsahı besleyip timsahın son kurbanlarından olmayı ümit eder. (Winston Churchill) İran’la varılan nükleer ittifakın ikinci yıldönümünde, Barack Obama politikasının mühendislerinin bir an bile pişmanlık duyduklarını zannedersek büyük hata yapmış oluruz. Söz konusu politika, Ortadoğu’nun anahtarlarını, Tahran’ın yöneticilerine teslim etmeye dayanıyor.

Bölgesel politikalarını şekillendirmeye koyulduklarında, İran Devrim Muhafızları’nın Arap dünyasının doğusunda güçlenmesini sağlayan Obama’nın çevresindeki zümre, nükleer anlaşmanın, mollaların tavırlarını değiştirmediğini itiraf etmelerine rağmen, başardıkları şeylerden dolayı çok mutlular.

Mezkûr zümrenin en barizlerinden biri olan Robert Malley, ‘The Atlantic’ dergisinde 2011-2013 tarihleri arasında İran nükleer dosyasında uzman ve araştırmacı önceki gün Richard Nephew ile beraber Philip Gordon ekibindeki bir meslektaşın yazımına iştirak ettiği makaleyi tweetleyerek bizlere lütufta bulundu.

Lübnan Hizbullah’ı ile İran yöneticilerine hayranlık duyan ve Arap muhafazakârlarından nefret eden ilerlemeci Malley, Twitter’da şunları yazdı: İran anlaşmasının talepleri neden gerçekleşti? Anlaşmayı eleştirenler neden hatalı? Gordon ve Nephew ise, makaleleri için şöyle bir başlık seçtiler: “Asla Öyle Olmayan En Kötü Anlaşma!” Gordon ve Nephew, makalede Cumhuriyetçi Parti’deki bariz liderleri ve Başkan Donald Trump’ı anlaşma konusunda eleştirerek “Aslında söz konusu anlaşma, tamamen hedeflenenleri gerçekleştiriyor: İran’ın nükleer silah yapmak için atomların parçalanmasını sağlayacak yeterli maddeleri elde etmesini engellemek ve İran halkına uluslar arası toplumla işbirliğinin faydalarını açıklamak, İran’da ve İran’ın dış politikasında siyasi vaziyetle alakalı muhtemel değişiklikler meydana gelmesi için, daha fazla vakit satın almak” şeklinde yazdılar.

Söz konusu iki yazar sözlerine şöyle devam etti, “Anlaşmanın, İran’ın bölgesel planlarında ivedi bir değişiklik meydana getirmesini umanlar ya da Amerika ve ortakları müzakereler esnasında bu tarz bir değişikliğe ısrar etselerdi, değişiklik meydana gelirdi diye iddia edenler, yaptırımların ve diplomatik baskıların gücünü bilmiyorlar. Müzakere sürecine katılmamız gerçeğinden hareketle, anlaşmanın gerçekleştirebileceği kesin sınırları, uzun vadede avantajlarını ve hedefini izah etmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.”

Sonuç olarak iki yazar şunları yazdı, “Mezkûr anlaşmanın amacı tabi bu en az 10 seneyi bulur, İran’ın nükleer silah geliştirme tehdidini kısa vadede yok etmektir. Amerika’nın bu on yıllık süreyi akıllıca değerlendirmesi lazım. Örn: İran’ın aşırılıklarını engelleyip cezalandırmak, Ortadoğu’da Amerika’nın müttefiklerini desteklemek, İran halkına Batı’nın kendilerine düşman olmadığını izah etmek ve anlaşmada empoze edilen yaptırımların etkisinin biteceği güne hazırlanmak. Öte yandan eğer İran 2030 yılının girişiyle programının barışçıl amaçlara sahip olduğunu ve komşularıyla barış içinde yaşamaya hazır olduğunu ispat etmezse, işte o zaman Amerika ve ortaklarının bu durumun geleceğiyle ilgili zor kararlar alması gerekecek. Mademki İran’ın liderlerinin ve politikalarının farklı olacağıyla ilgili bir fırsat var -Büyük bir ihtimalle Mürşid-i A’la sahneden kaybolup yeni nesil yönetime gelecek- niçin zor kararları şimdi almıyoruz? İran’la yapılan ittifak değerli bir vakit kazandırdı. Bu vaktin, daha iyi bir planın yokluğunda heder edilmesi aptallık olacaktır.”

Yukarıdaki sözlerin okunduğu esnada hatırlanması gereken önemli nokta ise, Obama ve Hillary Clinton’a çok yakın olan Malley ve Gordon’ın, Demokratlar’ın Donald Trump karşısında Beyaz Saray savaşını kaybedecekleri ihtimali akıllarına gelmiş miydi? Verilerin çoğu aksini işaret ediyordu. Gordon, Hillary Clinton yönetiminin kazanması durumunda rol oynamaya aday kimseydi. Dolayısıyla Demokratlar, gelecek demokrat yönetiminde Cumhuriyetçiler’i daha sonra zor menfaatlere sokmak için krizi uzaklaştıracaklar mıydı?

O zamanlar şahit olduğumuz gibi Gordon ve Nephew’in ifadesine göre Demokrat Parti’den liberaller anlaşmayı planladı. Bunun için inatla mücadele ettiler. Liberaller iki gruba ayrılıyor:

Birincisi: Muhafazakâr ya da otoriter Arap dünyası karşısında Tahran’ın devrim sloganlarının hayranı olan ‘özür dileyen ilerlemeciler’i kapsıyor. Bunların başında Obama’nın kendisi geliyor.

İkincisi ise, İsrail’in güvenliğinin en iyi garantisinin bölgedeki devletlerin kendi iç, dini ve mezhepsel savaşlarıyla meşgul olmasına inanan İsrail’in dostlarını içeriyor.

İran yönetimini iyi zannetmek Beyaz Saray’ın efendisinin samimi düşüncesiydi. Şöyle ki, önceden bunun intihar olmadığını nitelemişti. Tabi, İsrail’in çıkarları herhangi bir Amerika yönetiminin hesabında stratejik bir unsur olarak kalacak. Buna karşılık Arap dünyasının geleceği, 2009 yılında Kahire’de yaptığı tarihi konuşmasının çoğundan vazgeçen Obama’nın hesaplarında, yüksek bir yer işgal etmedi. Kırmızı çizgilerin gidişiyle amacına ulaştı. Çoğu kimse, kırmızı çizgilerin varlığının, Beşşar Esed rejimini, halkını zehirli ve diğer gazlarla öldürmesini engellemek için olduğunu düşünmüşlerdi.

İran’la yapılan anlaşmadan bu yana Ortadoğu’da ve Ortadoğu’nun tamamında çok şey değişti. Oysa istediğini yapabilmek için beyaz kâğıt üzerinde çek aldığını hisseden İran’da, hiçbir şey değişmedi.

Doğru, eski Dışişleri Bakanı John Kerry, baştan beri nükleer ittifak konusundaki müzakerenin, ittifakın kendisiyle ilgili olup başka meseleleri ele almadığını söylemeye özen gösterdi. Fakat söz konusu başka meseleler arasında İran Devrim Muhafızları’nın dört Arap başkentini işgal etmesi, Suriye ve Irak’taki şehirleri yıkması, çoğunluğu Sünni Arap olan iki ülke halkından on milyonlarca insanı tehcir etmesi ya da göç etmeye zorlaması bulunuyordu.

Bölgedeki bütün krizler, DAEŞ ile savaşmak şeklinde özetlendi. Tahran, Moskova ve Washington-Obama’nın politikaları, Suriye intifadasının üç kanlı yılı boyunca, suni hayalet terör örgütünün uydurulmasına, beslenmesine, unsurlarının toplanmasına ve var olması için mezhepsel gerekçe verilmesine katkı sağladı.

DAEŞ’in varoluş gerekçesi ‘Yeni Ortadoğu’nun ortaya çıkması içindir. Başarısız oluşumlar teşkil etmek, mezhepsel nefretler, cehalet vebası, kurumların organize bir şekilde imhası, medeniyet ve kültür izlerinin yok edilmesi karşılığında pek çoğunun düşürülmesi isteniyordu.

Nükleer ittifakın İran’a verdiği on yıllık sürenin bedeli tüm Ortadoğu’ya pahalıya mal odu. Buna normal İran vatandaşı da dâhildir. Mutaassıplar, mollalar ve güven şebekesi ‘muhafızlar’ halkın onurlu yaşam olanaklarını gasp ettiler.