Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Dünyadaki şiddet olgusunu anlamaya çalışmak | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İklimsel tehlikelerden, gıda kıtlığından, arazilerin verimsizliğinden ve su vadilerinin çoraklığı hakkındaki kehanetlerden bahsedilmesine rağmen, en büyük kâbus hiç şüphesiz terördür.Terör olgusu; suç ve politik şiddet gibi bütün alanları kapsamaktadır. Toplumlar, öncelikle güvenlik düzeyiyle kıyaslanır oldu. Güvenlikten sonra diğer kriterler geliyor. Asya’nın doğusunda büyük şiddet olayları, Afrika’da akla gelmeyecek toplu katliamlar, Ortadoğu’da iç savaşlar ve Avrupa’da; çoğunluğu ırkî ve siyasi, şiddet içerikli istisnai katliamlar izlenmekte. 20. yüzyılın sonlarının adeta tekrar edildiği, kanla yol alan radikal hareketler;  terörü, yeni binyılın başlamasından günümüze en şiddetli şekilde uygulamaktalar. Bu, sadece engellenebilecek ve belirli bir alana hasredebilecek bir suç şiddeti değil, belli maddi ve dünyevi hedefi olmayan ideolojik bir şiddettir. Öldürmek hedef, intihar etmek ise amaçtır. İslam devletinin sloganları yükselse veya  hilafet hayalleri gerçekleşse yada  toplum temiz bir hale gelse, şeriat hâkim olur.

Mesele, ne şiddetin anlamının rutin analiziyle, ne de sosyolojik, psikolojik ya da siyasi sebebini açıklamakla ilgilidir. Aksine mesele, şiddet ve şiddet düşüncesi ile terör ve kutsallığı arasındaki ilişki hakkındadır. Bu durum, kurban olmanın aslından hareket etmektedir. Rene Girard’ın şiddet ve kurban olmanın köklerini inceleyen ve antropolojik bir araştırma sayılan ‘Şiddet ve Kutsal’ kitabındakine yakın bir özelliktir. Sadece kurumsallaşmış metinlerin yorumlarından hareket edilmiyor, aynı zamanda kültürlerin şefkatine bürünüyor. Kitap, kurban olma, kutsal ve şiddet arasındaki ilişkileri araştırıyor. Bu alanda Menubî Gubaşi ‘Kutsal Şiddet’ hakkında önemli bir yazı kaleme aldı. Söz konusu yazıda kurbanın, kutsal şiddetin temel örneğini temsil ettiğini ifade ediyor. Aslında kurban olma, basit toplu bilinçle ilgili eski antropolojik bir olgu olsa bile, daha sonra kutsallık olgusunu kaybetmemiş karışık ve gelişmiş toplumlarda siyasi ve sosyolojik bir realiteye dönüştü.

‘İnsan ve Kutsal’ kitabında Roger Caillois, kutsal şiddetin dini, efsanevi veya ideolojik bir kaynaktan hareketle meşrulaştırılan bir şiddet olduğunu aktarıyor. Fakat kutsal şiddet, şeklini sadece kurumsallaşmış metinlerden almaz. Tam tersine en katı ve iğrenç görünümünü: savaşta, muhalif bir inanç veya mezhebi benimseyenlere ya da aykırı bir dine bağlı olanlara karşı uygulanan işkencede ortaya koyar.

Şiddet, toplum ve terör ilişkisini en çok gözlemleyen tez, Ritsumeikan Üniversitesi’nde felsefe hocası Paul Dumouchel’indir. Tezin başlığı ise ‘Faydasız Kurban-Politik Şiddet üzerine bir araştırma’ şeklindedir. Yazar, kitabı Rene Girard’a ithaf ediyor. Hocasının hayali, kitabın bölümlerinde görünüyordu. Şiddetin anlamını ve Alain Corbin’in ‘Yamyamlar Köyü’ kitabındaki tezini tekrarlamasına rağmen yamyamlardaki şiddeti onunla analiz etti.

Söz konusu kitapta 1870 yılındaki savaş esnasında Dordogne bölgesinde meydana gelen toplu şiddet olayını tahlil ediyor. Ardından Hannah Arendt’ın ‘Kötülüğün Sıradanlığı’nın şekillendirdiği iki önemli mefhuma giriş yapıyor. Cellâdın kutsallaştırılmaması şeklinde isimlendirebileceğimiz şey karşısında şaşkınlığı ifade etmesi dolaysıyla açıklamalarda bulunuyor. Suçun büyüklüğü ve iğrençliği herhangi bir yücelik vermiyor. Bunun için suçun büyüklüğü ve iğrençliği suçluyu kutsal bir halkayla kuşatmıyor ve de suçluya psikolojisinin ve üsluplarının ortaya koyduğu inkâr karşısında fiilleriyle uyuşacak kötü ve normal dışı herhangi bir özellik yüklemiyor. Kötülüğün sıradanlığı, yüzleri olmayan ve bilinmeyen kurbanlarının seviyesine cellâtla meylediyor. Kurbanlar, bilinmeyen insanlardan oluşan sayılamayacak adetteler. Söz konusu kurbanlar için gözlemlenen korkunç sona delalet eden herhangi bir şey yok.

Dumouchel, Arendt ve hatta Girard’dan bu yana şiddet hakkında büyük mefhumları harika bir şekilde tekrar inceledi. Şiddetin kendine has özelliğini ortaya koyuyor. Şiddet bir anlamda hızlı bir şekilde bireyleri harekete geçiren çekişme ve mücadelelere katılıyor. Bir ölçüde cezp ederek karşı koyuyor. Bir ölçüde de duyguları büyüleyerek endişe uyandırıyor. Ancak şiddet, şiddete katılmak için herhangi bir şartları olmayan etkin bireylere yaklaşıyor… Kurtuluş yok… Şiddet, büyük bir oranda kişisel mücadeleleriyle ve özel çekişmeleriyle meşgul olan insanlara enfeksiyonunu kolayca bulaştırıyor.

Tüm bu kavramlar, kültürlerin antropolojik incelemesini yaparak şiddetin köküne ulaşmaya çalışan birer neşter konumundadır. Dolayısıyla şiddet, insanlık tarihinin bir parçasıdır. Büyük değişikliklerin ve tarihi dönüşümlerin temelini teşkil etmektedir. Bunun üzerine şiddet olgusunun en bariz şekilde tecelli ettiği terör, devletler, kültürler ve halklar arasında var olan ilişkilerin geleceğini tartışmaya sevk ediyor. Hatta iletişim, turizm ve eğitim meselelerini hiç görülmemiş zorluklar bozacak. Yakın bir gelecekte seyahat etmek zor olabilir. Bu da anlaşma ve iletişim yerine çatışma varsayımlarını güçlendiriyor. Terörden sonraki zamanımız öncesi gibi asla olmayacak. Devletler, terör oluşumlarını vurup bitirmede başarılı olabilir. Ancak şiddetin sıçrayışını yok etmek; medeni şekilde ve belirli batı tecrübelerinin dışında, çoğu devletlerin aciz olduğu düşünce dönüşümlerine ihtiyaç duyuyor. Devletlerin görevi, şiddete baskı yapmak ve bireylerin şiddetin iyiliğini düşünmesini engellemektir. Devlet tek başına bunu yapabilecek güce sahiptir. Bütün şiddet eğilimleri; John Rawls’ın belirttiği gibi, insanlar arasındaki eşitsizlikleri toplumsal sözleşmedeki  bozukluğu ifade ediyor. Bunların giderilmesi, büyük çatışmaların patlak vermesini erteleyebilir, ateşin alevine ve yakıcı terör ateşine bir sınır koyabilir.