Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İsrail, İran ve Türkiye | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İsrail, İran ve Türkiye nüfuzları artmakta olan ülkeler olup çıkarlarına hizmet edecek şekilde bölgedeki etkileşimleri şekillendirmeye çalışan üç bölgesel güçtür. Bu, analistler ve konuyu takip edenler için gizli olmayan bir durumdur. Genelde bu şeyler, tarih ve coğrafya gerçeklerine bakılmaksızın en önemlisi de devletlerin içişlerine müdahale etmemek, iyi ilişkiler ve uluslararası kararlara bağlılık gibi uluslararası hukuk ve ilişkiler bakımından sabit ilkeler ve temellerden uzak bir şekilde yapılıyor. Bu durum; meşruiyeti, söz konusu üç devletten devlete farklılık gösteren bir genelleme olabilir. Fakat bu devletler arasındaki ortak payda ise, Arapların hesabına bölgesel nüfuzlarını ve rollerini sağlamlaştırmaya çalışmalarıdır.

İsrail, işgalci bir devlet olup; varlığı, zora ve kuvvete dayalıdır. Aynı şekilde, zor ve kuvvet kullanarak hayatta kalmaya devam eden bir ülkedir. Kendisine ait olmayan toprağı işgal ederek, halkı kendi toprağından tehcir etmiştir. Bütün siyasi çözümleri reddetmektedir. Bölgesel ve uluslararası vaziyet kendi lehine olduğu müddetçe barış girişimlerine inanmamaktadır. Ayrıca, güç araç-gereçlerine ve uluslararası desteğe sahiptir. Bu da İsrail’in bölgesel üstünlüğe sahip olmasına neden olan bir durumdur. Şu an İsrail, uluslararası konumunu sağlamlaştırmaya ve varlığını daha fazla meşrulaştırmaya çalışıyor. İsrail’in bu durumuna, 2019-2020 sürecinde Güvenlik Konseyi’ne daimi olmayan üyeliğe aday olması üzerinden delil göstermiyorum. Aksine İsrail, bu hedefe doğru tesadüfî bir plan üzerinden değil, çizilmiş ve araştırılmış bir plan üzerinden ilerliyor. Ayrıca söz konusu plan, İsrail için yıllardır hazırlanmaktadır. İsrail’in Afrika kıtasına girmeye ve Ekim 2017’de Togo Cumhuriyeti’nde yapılması öngörülen İsrail-Afrika zirvesi aracılığıyla, Filistin meselesi hususunda Afrika’nın tarihi desteğini kırmaya çalıştığını görüyoruz. Aynı şekilde İsrail, Afrika Birliği’ne bölgesel toplantılarda katılmasının yanı sıra, mezkûr birlikte gözlemci üye konumunu yeniden kazanmaya çalışıyor. Bu çerçevede İsrail Başbakanı, Haziran ayında 51. Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu Zirvesi’ne (ECOWAS) katılmıştı.

İsrail’in bu çalışmaları sadece Afrika kıtasıyla sınırlı değil, aynı zamanda İsrail, Asya ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini pekiştirmeye ve bu ülkelerin desteğini almaya çaba sarf ediyor. Bu bağlamda Hindistan Başbakanı, Temmuz ayında Filistin’i ziyaret etmeksizin ilk kez İsrail’e bir ziyaret gerçekleştirmişti. Yine İsrail Başbakanı, Vişegrad (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovekya) grubu ülkeleri zirvesine Temmuz ayında katılmıştı. Ayrıca söz konusu ülkeler, 2018 yılında gelecek zirveyi Tel Aviv’de yapmayı onayladılar.

Bu konuda İsrail’in kaybedecek bir şeyi yok gibi görünüyor. Çünkü İsrail, GK’ya daimi olmayan üyeliği elde etmek için yeterli desteği almanın zor olduğunu, ancak imkânsız olmadığını biliyor. Yine İsrail, üyeliği kazanmasa bile pek çok devletin desteğini almaya çalışıyor. Bu şekilde işgal edilen topraklarda, hukuk dışı ve prorokatif politikaları sonucu artan uluslararası baskıları hafifletmeye ve kendisine uluslararası meşruiyet kazanmaya çabalıyor.

Sınır ötesi istekleri olan bir diğer ülke ise İran’dır. İran için durum hep böyleydi. 1979 İran devriminden bu yana değişen şey, ideolojik-mezhepçi karakterin milliyetçilik- Farisilik düşünceleriyle iç içe girmiş olmasıdır. Bu iki etken, tek bir potada eriyerek İran’ın genişlemeci stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için, yakın coğrafi bölgelerde dış politikasını yönlendiren temel bir faktör haline gelmiştir.

Şu an İran’ın, askeri milis politikası üzerinden ve mezhepsel azınlıkları destekleyerek, yakın Arap bölgelerinde genişlemeye çalıştığını görüyoruz. Ayrıca bunu, bir zamanlar en azılı düşmanlarından birisi olan Taliban’ı destekleyerek ya da Afgan halkından belirli kesimleri içerisindeki mezhepçilik faktörünü etkinleştirerek Orta Asya’da ve Afganistan’da icra ediyor. Doğal olarak İran; bunların hepsini coğrafi ve doğrudan stratejik temas bölgesinde, nüfuzunu ve etkisini pekiştirmek için, Afgan hükümetine ve Afganistan’daki Batı varlığına karşı yöneltiyor. Ayrıca İran, eskiden beri askeri ve ekonomik kollarıyla, davet kurumları üzerinden bazı Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmeye çalıştı. Çünkü bu bölge, özellikle de eski Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazandıktan sonra, bölgesel ve uluslararası rekabetin verimli bir sahası haline gelen stratejik ehemmiyete haizdir. Doğrusu bu durum; İsrail örneğinde olduğu gibi, İran’ın da farklı coğrafi bölgelerde nüfuzunu genişletmek için incelenmiş stratejik bir plana göre ilerlediğini dile getirmemizi sağlıyor. Hal böyle olunca İran, bölgesel ve uluslararası ilişkilerde kullanacağı pek çok baskı kartını elinde tutmaya haiz olmuş oluyor.

Son olarak Türkiye, İsrail ve İran’dan daha az da olsa, Arap bölgesi içinde ve dışında bölgesel meselelerde etkili ve aktif bir güç olmaya çalışan diğer devletlerden birisidir. Bu durum, Türkiye’nin dış politika dümenini yönlendirmede coğrafi alanı kullanmasından anlaşılmaktadır. Hatta bir dönem, kendisine siyasi nüfuz verecek ve ekonomik fayda getirecek şekilde ilişkilerini ve çıkarlarını geliştirmek için komşularla sıfır sorun politikasını uygulamaya çalıştı. Fakat hızlı bir şekilde söz konusu politikadan vazgeçerek dış politika hedeflerini gerçekleştirmek için, siyasi İslam’ı kullandığı müdahaleci bir politika izlemeye başladı. Bu durum, çok sayıda Arap ülkesiyle ilişkilerini muhafaza etmesine rağmen, Türkiye için Arap çevrelerinde bazı zorluklar meydana getirdi. Ayrıca bölgesel ve uluslararası ilişkilerde özellikle Rusya ve Batılı güçlerle, bazen de İran’la olan ilişkisinde rotasının altüst olmasına neden oldu.

Dolayısıyla Türk-Arap ilişkileri, son zamanlarda Türk dış politikasının özelliklerinden birisi haline gelen değişikliklere maruz kaldı. Bölgede sorunların ve krizlerin iç içe geçtiği bir ortamda, devletlerin dış politikalarıyla ilgili net bir sınır çizmek zor hale geliyor. Özellikle Türkiye ve İran tarafından ideolojik ve mezhepsel faktörlerin kullanıldığı bir durumda, dinamizm ve pragmatizm cankurtaran simidine dönüşüyor.

Bütün bunlar, bizi Arap bölgesinde, bölgesel güçlerin genişleme tehlikelerini bertaraf etmek için, Arap koruyucu diplomasisini sağlamlaştırmanın gerekli ve önemli olduğunu söylemeye sevk ediyor. Bunun olabilmesi için de bütün Arap ülkelerinin çabalarını birleştirmeleri, aralarındaki bölünmeleri ve ihtilafları aşmaları gerekiyor.