Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Baalbek… Devlet kazandı! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Hizbullah, Lübnan’ın doğusunda yer alan ve Lübnan ordusunun DEAŞ ceplerine karşı çatışmalara girdiği Baalbek ve el-Kaa operasyonunun sonuçlarından dolayı endişelenebilir. Taif Anlaşması’ndan, Lübnan topraklarındaki iç savaşın ve diğer çatışmaların bitmesinden bu yana Lübnan ordusu, ilk defa böylesine başarılı ve göz kamaştırıcı performansla bir savaşa katılıyor. Bu savaşı ilk olarak addediyorum; çünkü Nehru’l Barid operasyonu, beklenmedik bir zamanda orduya dikte edilen sürpriz bir savaştı. Operasyonun genel anlamda başarılı olmasına rağmen askeriyeye maliyeti büyüktü. Ayrıca operasyon, sahada da farklılık gösteriyor. Şöyle ki operasyonun meydana geldiği yer, ülkenin etrafındaki dağlık kesim değil de Lübnan’ın kuzeyinde bulunan Filistinli mültecilerin olduğu Nehru’l Barid kampıdır.

Lübnanlılar, ordularını böyle bir savaşta ilk defa görüyorlar. Bu, Hizbullah’ın Arsal’daki operasyonundan sonra ülkenin halet-i ruhiyesini düzeltmeyi başaran bir operasyondur. Çatışma başladıktan 48 saat içerisinde yaklaşık 30 ölü ve üç esiri olan ve Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) ile müzakere yaparak operasyonu bitiren Hizbullah’la kıyaslandığında, Lübnan ordusundan sadece 5 asker şehit oldu. Bunlardan dördü mayın patlaması sebebiyle öldü. Lübnan ordusunun kurtardığı ya da DEAŞ’a karşı savaştığı alan, Hizbullah’ın HTŞ’ye karşı girdiği savaşların beş katı büyüklüğündedir.

Ordunun yaptığı son operasyonda önemli olan şey, Hizbullah’ın zayıf devlet ve zayıf ordu hikâyesini zayıflatmasıdır. Hizbullah’ın genel sekreteri Hasan Nasrallah, bir defasında orduyu iç güvenlik güçlerine ya da polise benzetmişti. Askeri kurumun zayıflığı hakkında Lübnanlı yetkililerin açıklamalarından beslenen söz konusu hikâyenin en son zirvesini bir ay önce Kahire’den Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın sözleri teşkil etti. Denklem şu şekildeydi: Ordu, halk ve direniş. Bu denklemi, Hizbullah’ın söylemleri şekillendirdi. Söz konusu denklem, meşru Lübnan devleti ile meşru olmayan Hizbullah milislerinin silahlı güçleri arasındaki ilişkiyi kontrol etmek için uzun süre siyasi bakımdan empoze etmeye çalışıldı. Hizbullah, ordunun yaptığı operasyondan sonra pek çok dayanaklarını kaybetti. Ordu, ABD ve İngiltere gibi Lübnan devletinin müttefiklerinin desteğiyle eşdeğer silahlı bir güce ya da paralel oluşumlara ihtiyaç duymaksızın tek başına operasyon düzenledi. Hizbullah’ın söylemine karşılık, Hizbullah’a düşman çevrelerde “ordu, halk ve devlet” üçlüsüne dayanan başka bir söylem ortaya çıktı.

Devletin yanında yer alan ve bazı parçalarına paralel olan bu denklemlere karşı büyük bir hassasiyet sahibi olduğumu itiraf ediyorum. Yani parçayla(halk ve ordu) devlet(bütün) ve altında parçaların yer alması gereken yapı arasında eşitlik var. Çünkü ordu, devletten bağımsız bir yapı değildir. Aksine ordu, devletin bir parçasını oluşturur ve meşruiyetini devletin meşruluğundan alır. Ordunun devamlılığı, devletin devamlılığı demektir. Devlet için ordu şarttır. Ancak ordu için devlet şart değildir. Yani bir devlet, ordusuz yaşayabilir; fakat ordu, devletsiz yaşayamaz. Bunun dışında “ordu, halk ve devlet” denklemi, Hizbullah milislerine ve devlet ile ordunun zayıflığı konusunda meşru olmayan silahlı güçlerin söylemlerine karşı koymak için önemli bir rekabet değeri kazanıyor.

Ordu, bağımsızlığını açık bir şekilde ifade edip Hizbullah’la koordinasyonu yalanladığında meşru silahlı güçlerle meşru olmayan silahlı güç arasındaki ortaklık denklemine bir sınır koydu. “Ordu, halk ve direniş” üçlüsü, ordu ve komutanlık için bir utanç kaynağıydı. İlan edilmemiş, gizli bir koordinasyon olduğunu varsayarak orduyu tanımaktan kaçınıyordu. Bu, içerisinde ve meşruluğunda bir bozukluk olduğunu doğruluyor. Dolayısıyla ordunun bağımsızlığı sahadaki gerçekliği ifade ediyorsa, iki silahlı güç arasında herhangi bir koordinasyon nasıl meydana gelmedi? O zaman Hizbullah haklı. Hizbullah silahlı güçlerinin faydası, rolü ve meşruluğu konusunda pek çok siyasi sorular ortaya atılabilir.

Hizbullah, Lübnan’daki silahlı milis güçlerinin tarihinin devamlı olarak devletin zayıflığıyla kıyaslandığını ve milis güçlerin bu zayıflıktan beslendiklerini biliyor. Filistin silahlı milis güçlerinden, 1969 yılında Kahire ittifakının imzalanmasından, merhum Filistin lideri Yaser Arafat’a Lübnan topraklarında askeri egemenlik hakkı verilmesinden, 1984 yılında Beyrut’ta Dürzi “Sosyalist İlerleme Partisi” ve “Emel” hareketinin silahlı milis güçlerinin direnişinden ve Hizbullah silahlı güçlerinin Lübnan devleti üzerinde güçlenmesinden bu yana hikâye hep aynı.

Uzak tarihte Taif Anlaşması’ndan önce ordunun doğrudan hedef alınması, resmi askeri kurumu, kurumun meşruluğunu ve siyasi meşruiyetini zayıflatmak için milis güçlerin kullandığı bir araçtı. Modern tarihte ise, orduyu uzaklaştırmak ve rolünü zayıflatmak için bir yandan ordunun içine sızıldı bir yandan da ordu, siyasi bölünme oyunlarıyla kuşatıldı. Bugün bütün bunlar bir şekilde hala devam ediyor. Değişen şey ise, hükümet ve cumhurbaşkanlığı düzeyinde siyasi kararın, ordunun yeni komutanlık düzeyinde askeri vizyonun ve uluslararası toplumun silah, eğitim, destek ve lojistik yardımının mevcut olmasıdır. Tüm bunlar, meşru olmayan silahlı güçlerin söylemlerinin dayandığı bahaneleri yalanlamaya yönelik orduyu sağlamlaştırması ve ordunun kararlılığını artırması gereken unsurlardır.

Bu bakımdan Baalbek operasyonu, Lübnan devletinin geleceği için önemli bir savaştır.