Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Avrupa’yı kim yönetiyor? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Eski kıta Avrupa, çağlar boyunca genç kalabilmesinin sırrını elinde tutuyor. Bu belki zamana yayılır, ancak zamanın gönüllü sınırını yeniden yaratarak ve yaşam rayında yenilikçi yollar üretmek yolunda bu kapasiteyi kullanarak kendisini yeniler. Avrupa dünyayı yüzyıllar boyu farklı merkezlerden yönetti. Roma İmparatorluğu ilk küresel merkezdi ve sınır ötesi hâkimiyeti önceki sürümlerinden farklıydı. Roma, üç kıtaya, Avrupa, Asya ve Afrika’ya hegemonyasını kurdu. Roma İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra, kıtalararası hegemonya için kriterler değişti. Ancak yüzyıllar boyu Roma, Katolik Kilisesi’nin gücü ve desteğiyle lider bir rol oynadı. Bunu sarsan iki faktör olmuştur: Protestan hareketinin yükselişi ve Rönesans’ın başlangıcı.

Avrupa liderliğinin bileşenleri, Avrupa’daki tüm siyasi, bilimsel ve askeri gelişmelerle paralel olmuştur. Sömürgeciliğin yaygınlaşmasıyla komuta merkezleri taşındı, Britanya, Fransa, İspanya ve bir dereceye kadar Portekiz tarafından paylaşıldı. Aydınlanma ve Fransız Devrimi’nin başlamasının ardından askeri harekât, belirleyici güç oluşturmada kritik ve kilit bir rol oynadı. Kendi politikasını da şekillendiren Napolyon’un hayali, kendi liderliğinde Avrupa’yı birleştirmekti. Fransa’nın Rusya ve İngiltere karşısındaki yenilgisinden sonra projesi yarım kaldı. Amerikan gücünün yükselişinden önce Fransa ve İngiltere dünya sahnesine hâkimdi. Birinci Dünya Savaşı’ndan ve Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra haritalar çakıştı ve dünya bambaşka bir yer oldu. Savaşlar, tarihin kanlı şekillendiricileridir.

Aydınlanma çağındaki fikirler, ideolojiler Fransa’da ve İngiltere’de doğdu. Ardından Avrupa’nın batısına ve doğusuna taşındı. Modern devlet kurumlarının ve mekanizmalarının oluşturulmasına katkıda bulundu. Ama en önemli olay, Rusya’da Sovyetler Birliği’nin doğuşu ve Sovyetler Birliği’nin iktidar tahtında kendisine sadık olan partilerin dayattığı komünist düşüncenin Doğu Avrupa’da yaygınlaştırılmasıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkan alevler söndükten sonra bu sefer de savaştaki galipler arasındaki Soğuk Savaş patlak verdi.

Batı Avrupa liderliği ilk defa Atlas Okyanusu’nun ötesine geçerek Washington’a intikal etti, doğu liderliği ise Moskova’ya taşındı. Dünya, her biri kendi silahına sahip iki bloğa bölündü: NATO ve Varşova Paktı. Avrupa’daki kilit liderlik de ortadan kalkmış oldu. Batı bloğundaki durum doğudakiyle aynı değildi. Batı’da ikinci Dünya Savaşı’ndaki zaferi üç güç paylaştı: ABD, Fransa ve İngiltere. Doğuyu ise Sovyetler Birliği tek başına kendi tekeline aldı.

General Charles de Gaulle defalarca Batı bloğunun Amerikan liderliğine başkaldırdı ve bağımsız bir tutum sergiledi. NATO liderliğinden çekildi ve bağımsız bir dış politika izledi. İngiltere iki siyasi elle hareket ediyordu; biri Avrupalı diğeri ise Amerikalı idi. İki blok arasında bölünmüş olan Almanya’da ise, II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’yı yönetmek ve yönlendirmek üzere yola çıkan Nazi lideri Hitler’in karar verme mekanizması silinip gitti.

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından, komünist rejimlerin yörüngesindekilerin çökmesinden ve Varşova Paktı’nın ortadan kalkmasından sonra gidişat değişti. Almanya tek bir devlete döndü ve Avrupa dev, yeni bir varlık olan Avrupa Birliği’nin kurulması yolunda ilerledi. Amerikan hegemonyası geriledi, komünist Avrupa’ya yönelik tehdit ortadan kalktı ve Varşova Paktı kayboldu. Güçlü devletler kesintisiz büyüyen, gelişen ve değişen canlı yapılardır. Bu da ölçme ve rekabet standartlarını geri getirir. Dünya Savaşı’ndan sonra Hrıstiyan demokrat partiler, İtalya, Almanya ve Belçika gibi bazı Avrupa ülkelerinde hükümeti ele geçirdi. Sosyalist partiler, farklı isimlerle güç merkezlerinde değişimler yaptı, hükümet koalisyonlarında yer aldı. Böylece, birden fazla ülkedeki farklı çevrelerdeki liderliklerini kaybetmediler. Avrupa’nın kıta formu veya kimliğini araştıran yolculuğu, değişen ve baskılayan bir uluslararası sahnenin yarattığı kısıtlamaları yanıtlayan, tek bir şemsiye altındaki üniversite hüviyetindedir. İkinci Dünya Savaşı’nın ürettiği Avrupa nükleer silahlara sahip, Güvenlik Konseyi’ne daimi üyeliği olan İngiltere ve Fransa’nın ikili bir liderliğine sahiptir. Birleşik Almanya ekonomik gücüyle en güçlü Avrupa ülkesidir.

Lider ya da siyasi lider, Batı Avrupa’da Winston Churchill’den Charles de Gaulle ve Schmidt’le Almanya’da ve Giulio Andreotti ile İtalya’da, belli dönemlerde önemli roller oynadı.

Ekonomik ve politik değişiklikler, yenilikçi programlarla yeni partilerin ortaya çıkması ve Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliği sistemine girişiyle birlikte Orta Avrupa liderliği çökmüş oldu. Ekonomik gücü ile Almanya uluslararası siyasette aktif bir lider haline geldi. Almanya, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi değil, nükleer bir silahı yok. Ancak, güçlü devletlerle İran arasındaki müzakerelerde belirleyici ve etkili bir figürdü. ABD Başkanı Donald Trump’ın iklim sorununa yaklaşımına kamuoyu önünde ve şiddetle meydan okudu. Bugüne kadar, Trump’ın yürüttüğü İran’la siyasi gerginlik anlayışının karşısında farklı bir politik kampanyaya öncülük etti.. İngiltere Avrupa Birliği’ne veda etti ve Avrupa’daki varlığı en alt seviyeye indi. Rusya birçok kapıdan ve en genişi olan Suriye kapısından dünyanın liderlik odasına geri döndü; burada ABD ve diğer Avrupa dışındaki taraflarla görüş alışverişinde bulundu ve çatıştı.

Soru şu: Bugün Avrupa’yı kim yönetiyor? Büyük bir Avrupa gövdesinin (AB) varlığına rağmen bu yapı, Avrupa’daki uluslararası siyasi yönelimleri ve programları tanımlayan merkezi bir siyasi liderlik mekanizması oluşturmamıştır. Komünist dönemden ağır bir bürokrasiyi miras alan Doğu Avrupa ülkeleri, uzun demokratik bir deneyimle farklıkları yönetiminde hâkim kılmış Batı Avrupa ülkeleri ile düşünce ve siyasi eylem ritmini uydurmada kronik bir zorluk yaşıyor. Aşırı siyasal akımların, popülist hareketlerin ve daha genç nesil siyasi liderlerin ortaya çıkışı, merkezi Avrupa liderlerinin verilerine ve gidişatına başka faktörler ekledi. Bu okumadan hareketle, Avrupa’daki siyasi liderlik yatay bir seyir almış ve merkezi liderlik gerilemiş, belirli bir devletin kişisel veya merkezi karizması seviyesine inmiştir.

Avrupa’nın karşı karşıya olduğu avantajların yapısı ve özellikleri, liderliğin doğasını, konumunu, liderlerinin politik ve ekonomik şartlarla mücadele şeklini ortaya çıkardı. Avrupa ve uluslararası mobil likidite, ortamı sürekli hareketlendirmektedir. Ancak tüm bunlara rağmen Avrupa, iç işlerini yönetmede, farklı hızlarda patlak veren olayların dayattığı hadiselerle baş etmede, hareket kabiliyeti ve esnekliği en fazla olan kıta hüviyetindedir. Her aşamanın kendi politikacıları ve ülkeleri bulunur.

Almanya ve Fransa, tarih boyunca savaşın ve barışın Avrupa’daki iki kutbu olmuştur. Bugün Fransa, geniş ve aktif bir popülarite ile desteklenen hevesli bir genç adam tarafından yönetiliyor ve cesur bir ekonomik reform programını sürdürüyor. Bu arada Alman müttefiki Merkel gerçek zorluklar çekiyor. Zira bir koalisyon hükümeti kuramayabilir ve erken seçime gitme durumunda kalabilir.

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkmasıyla önümüzdeki yıllardaki Avrupa liderliği, özellikle Rusya’nın uluslararası politik eylem alanına geri dönmesi ve Trump’ın çok yönlü siyasi manevralarından dolayı Avrupa-Amerika ekseninin olmaması, Çin’in ekonomik ve politik açıdan parlaklığı nedeniyle birden fazla faktöre bağlı hale gelecektir.

Artık bizler, sürekli yenilenen durumlar ve daha önce bilmediğimiz bir kuşağın sorularına cevaplar sunan genç liderlerin olduğu yeni bir dünyadayız.