Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Tarihte ve günümüzde İran’ın bölgedeki hırsı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Geçen hafta Kuveyt’te önemli bilimsel bir sempozyum düzenlendi. Bu sempozyuma Körfez tarihi konusunda uzman olan birçok katılımcı geldi. Sempozyumda 17, 18 ve 19. yüzyıllarda Umman’ın Körfez ve Hint Okyanusu ülkeleriyle ilişkileri ele aldı. Umman Arşiv Merkezi, Kuveyt’teki Ulusal Kültür ve Edebiyat Konseyi’nin katılımıyla sempozyumu başarılı bir şekilde organize etti.

3 gün boyunca süren araştırmalar, zenginlik ve çeşitlilik arz ediyordu. Bu yazının amacı, belgelerin ya da tartışmaların ele aldığı o derin diyalogun ayrıntılarına girmek değildir. Diğer yandan belgelerin hepsinin ortak bir platformu araştırması dikkat çekiciydi. Belgeler, İran’ın Körfez ülkelerinin içişlerine müdahalesini ve uzun yıllar boyunca o dönemde Arap yarımadasının doğusunda Arap devletine hegemonyasını dikte etmek için var olan gücü ele geçirmeye çalışmasını ele aldı. Körfez’de modern anlamda devletin olmaması konuyu takip etmeyenleri şaşırtabilir. Petrol ortaya çıkmadan önce Arap yarımadasında bir devlet vardı. Suudi Arabistan ilk devletti. İkincisi ise Ya’rubiler ya da El Busaidler(bugün yönetimde olanlar) liderliğindeki Umman devletiydi. Rekabet edilemeyen donanmaya sahip büyük bir devletti. O dönemde Umman sahili ve Bahreyn gibi diğer şeyhlikler(günümüzde emirlikler), siyasi oluşum olarak mevcuttu.

Söz konusu 300 yıllık süreçte Fars devleti, ister Umman’da, Basra Körfezi’nin batı kıyısında isterse Yemen’de olsun bölgede genişlemek için birtakım girişimlerde bulunuyordu. Farslar, bu girişimlerin bazılarında geçici başarılar elde ettiler. Farsların başarılı olmasının sebeplerinden birisi Arap tarafının bölünmüşlüğüydü. Ya da bugün ufuk ötesi devletine(Fars) bağlı grup şeklinde tanımlanabilir. O dönemlerde Farslar, bu grupları kullanarak nüfuzlarını genişletmek için söz konusu bölgede Araplar arasındaki bölünmüşlükten istifade ediyorlardı. Bu hegemonyadan kurtulmak için Arapları birleştirecek bir yönetim yoktu. Çünkü Farslar, nüfuzlarını artırmak ve genişletmek için Arap unsurları kullanıyordu.
Sempozyumdaki önemli belgelerin açık bir şekilde ortaya koyduğu bu tarih dersi, asırlık değişimlerle bağlantılı ve çıkış noktasının sabit olduğu yeni bir tarzda bugün neredeyse yeniden tekerrür ediyor. Ülkenin kaynaklarına sahip olmak için içerideki gruplar kullanılıyor. Bugün bu tanıklardan birisi Husilerdir; ama sadece onlar değildir.

Bugün körfez bölgesi, petrol ve gaz gibi önemli bir ekonomik kaynağa sahip bulunuyor. Ayrıca körfezin ayrıcalıklı bir coğrafi konumu var. Eski Farsların ve yeni İran’ın iştahının yeniden açıldığı açık bir şekilde görülüyor. Kadim hedefleri belli ve inceleme yapmak için yeni araç-gereçler hazır.

Bugün İran, bölgede bazı Araplara kendi projesini kabul ettirmek ve sonra da Farsların atalarının yaptığı gibi bölge üzerinde egemenliği tamamlamak için 3 ideolojik hareket noktasıyla bağlantılı söylemlere itimat ediyor.
Bu 3 hareket noktası şunlardır: Birincisi mezhepsel ideoloji, ikincisi büyük güçlere karşı savaş ve zayıflara yardım, üçüncüsü ise Filistin’in kurtarılmasıdır. Farslar genişleme projelerini farklı şekillerde ileri sürdükleri gibi bugün de İran, bu yeni üç iddia arkasında genişleme projesini öne sürdürüyor. Ancak 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar hedefler değişmedi.

Mezkûr üç iddia, mercek altına alınıp rasyonel bir şekilde sorgulandığı zaman pek çok iddianın çöktüğünü görürüz. İran’ın Şii Arapları koruduğu ya da Şii Arapların vekili olduğu iddiası, objektif gerçekler karşısında tutunamaz. İdeolojik olarak İran’a bağlı olanlar çok azdır. Evet, onlar İran’ın resmi kurumlarının desteklediği ve finanse ettiği aktivistlerdir. Fakat buna rağmen onlar, azınlık olarak kalmaya devam edeceklerdir. Körfez ülkelerindeki birçok Şii Arap ya da Araplaşan kimseler, ülkelerine bağlı olan vatandaşlardır.

Gerçekleri görmezden gelen bazı yazarlar, körfez ülkesinde Şiilerin zulme uğradığını veyahut mağdurların olduğunu iddia ediyor. Bu iddiayı şu iki durum çürütüyor: Siyasi bir haksızlık varsa bu, belli bir grubun üzerinde değildir. Doğrusu şu ki yanlışları ve kusurları düzeltmek için birlik olmak gerekiyor. İkincisi İran’ın yönetim modeli, akil bir kimsenin tekrarlamak istediği ideal bir model değildir. İran’ın yönetim modeli, “Westminster demokrasisi” ya da “Jefferson uygulaması” değildir. Aksine söz konusu model, bunlardan çok uzaktır. İran’ın evhamlarla dolu teokratik bir yönetim modeli var. İdeolojik baskılardan uzak akıllı bir kimse, eğer deyim yerindeyse körfez devletinin ateşinin mollaların cenneti olmadığını bilir. İran, arkasında milyonlarca insanı aç ve işsiz bırakan kusur ve yolsuzlukla dolu ekonomik bir model sunuyor. Yine İran, özgürlükleri sıfırın altına kadar azaltan siyasi bir model takdim ediyor. İran, sözlü ve diğer çıkışlara karşı vinçli darağaçlarıyla karşılık verdi. Bu durum, herhangi bir koşulda cezp edici bir yer değil. Şiilerden bu keşişlik projesine karşı çıkan bir çoğunluk var. Bu projeyi destekleyen azınlığın daha fazla sesi çıkıyor ve daha çok organize oluyorlar. Çoğunluğun ise sesi düşük ve daha az organize oluyor.

Zayıf ve mağdurlara yardım olan ikinci iddia, birinci iddiayla birlikte İran propagandası içerisinde barındırıyor. Aslında bugün mağdur olan, bir hiç uğruna sadece devrimi ihraç etmek için savaş ve çatışma sahasına sürüklenen İran halkıdır. Zira şu anki İran rejimi, bunun molla rejimini koruduğunu düşünüyor.

Filistin’in kurtarılması meselesi ise, diğerlerinin aklıselimini küçümsemektir. İran rejiminin İsrail’i rahatsız edecek bir adım attığı görülmüş bir şey değil. İşte siyasi alanda Kudüs meselesi patlak verdi. Suriye ve Lübnan’daki İran askeri güçleri, sınırdan sadece birkaç kilometre uzaktalar. Bu güçler, burada ikamet eden hiç kimseyi harekete geçirmedi. İranlı yetkililer, sözlü bir çatışmayı körükleyebilirler. Fakat askeri araçların Filistin sınırına doğru herhangi bir toz kaldırdığı yok.
Aslında üçlü iddiaya sahip bu ideoloji, eski Fars ve yeni İran’ın bu bitişik coğrafi bölgede yani Körfez ülkelerinde genişleme şeklinin yeni bir türüdür.

Sempozyum belgelerinde okuduğumuz ve duyduğumuz gibi kadim tarihte Allah, eski zamanlarda Arap komşularının hesabına Farsların genişleme girişimlerine karşı sağlam bir şekilde duran insanlar gönderdi. Bugün körfez bölgesi, yeni şekle bürünmüş bu genişlemeci imparatorluk hırsına aynı kararlılık ve güçle karşı koyacaktır. Tahran’ın tarih derslerini yeniden dikkatlice öğrenmesi gerekiyor.

Sonuç olarak ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması kararı, müzayede piyasasını açma fikrini ortaya atıyor. Körfez ülkeleri, bugün ve tarihte olduğu gibi bu meselenin yanında yer alma konusunda tereddüt etmedi. Kral Faysal’ın öncülüğündeki petrol ambargosunu hatırlıyor musunuz?