Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Arap krizlerinin akabinde on gözlem | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Arap vatandaşı, yeni yıla dair endişe duymak ve ülkesine neler getireceğini düşünmekte haklıdır.

Dünyanın ahvaline bakan kimse benzeri görülmemiş bir sıkışmışlı hali hissetmekte de haklıdır.

Zira çatışma riskleri artmış, rekabet ortamı ateşlenmiştir.

Dünya Popülist akımların birçok etkili ülkede siyaseti yeniden şekillendirdiği bir ortama doğru kaymıştır.

Bütün bunların ortasında Arap dünyası kendi varlığını savunma konumundadır ve son zamanlarda ABD yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyarak yarattığı krizde tanık olduğumuz gibi, kendi çıkarları ve varlığı hatta kimliği tehdit altındadır.

Bu durum, Arap vatandaşının içinde gerçek bir endişe ve Arap kimliğinin temel unsuru sayılan konularından birinin kaderi hususunda meşru bir kaygı yarattı.

Arap krizleri o kadar şiddetlendi, keskinleşti, alanı genişledi ve süresi uzadı ki artık aşinalık kazandık, onlarla bir arada yaşamaya başladık ve neredeyse bunların olması zaruri, olmaması ise istisna olmaya başladı! Bu gerçekten tehlikeli bir durumdur.

Zira Nihai hedefin krizleri çözmek değil de onları yönetmek olduğuna ve ihtiyaç duyulan şeyin onları kökünden halletmek ve nedenleriyle yüzleşmek değil de soruna adapte olmak olduğuna inanılıyor.

Uzun süreli ve düşük yoğunluklu krizlerle uğraşmak durumunda kaldıysak, kriz idaresi burada önem kazanmaktadır. Bu tutuşmuş ateşi söndürmek için en etkili strateji, hemen müdahale edip söndürmektir. Aksi takdirde genişler, yayılır ve hatta uzak yerlere kadar intikal eder.

Burada amacım, Arap bölgesini kaplayan tehlikeli krizleri sıralamak, detaylarına dalmak ve gelişmelerini açıklamak değildir. Ancak geçen yıl Arap ortak hareketi faaliyetleri çerçevesinde yüzleşme durumunda kaldığımız krizlerden edindiğim on gözlem ile ilgili Arap okuyucusunun önüne koymak istiyorum. Burada ortaya attığım görüşler etrafında entelektüelleri, görüş sahipleri ve uzmanları açık bir müzakere yapmaya çağırıyorum:

Birincisi: Arap krizleri, coğrafi olarak ayrı görünse de, doğasında, koşullarında ve aktörlerinin kimliğinde farklılık gösterse de; bunları tek bir çizgide toplamak ve ortak unsurlar etrafında birleştirmek mümkündür.

Bu krizlerin büyük çoğunluğu, 2011 olayları ve sonrasında ortaya çıkan “stratejik boşluk” olgusunun doğrudan bir sonucudur. Zira bu olaylar, çok sayıda insanı ve büyük toprak parçalarını kontrol eden hükümetleri, politik birimleri ve güvenlik sistemlerini zayıflatmış, devirmiş ve tehlikeli çatışmalara neden olmuştur.

Sonuç olarak, hem siyasi hem de güvenlik açısından Arap dünyası ve etrafının kalbinde tehlikeli bir boşluk ortaya çıkarmıştır. Bu boşluk, bölgedeki mevcut çatışmaların odağıdır çünkü siyaset boşluk kabul etmez ve güvenlik, iktidar yokluğu ile bir arada yaşayamaz. “Stratejik boşluğu” doldurma yarışı, bölgedeki, yakın çevresindeki tarafları ve dış dünyanın uzantılarını harekete geçirdi. Ganimet toplamak ve haritaları yeniden çizmek isteyenlerin arzuları ve hırsları yeni bir mücadele şeklini ortaya çıkardı. Herkes bir mevzi kapma yarışına girmiş oldu.

İkincisi: 2011 depremi, Arap rejimlerinin iyi olmadığı bir dönemde bölgeyi vurdu. Bilakis itiraf etmeliyiz ki farklı eksenler arasında bölünmüş ve farklı akımlara kaymış bir yapı mevcuttu. Bazıları bu durumu “itidal ve direniş” olarak sınıflandırmayı tercih etti. 2011 yılından bu yana ortaya çıkan çatışmalar, bu kutuplaşmayı daha da şiddetlendirdi. Bilakis hem içeride hem de dışarıda çeşitli tarafların vekâlet savaşlarını ve silahlı çatışmalarını tetiklemiş oldu. Çatışmalar o kadar iç içe geçmişti ki tarafların menfaatleri ve hedeflerini belirlemek iyice zorlaşmıştı. Arap politikalarının parçalanmış, kafası karışmış ve çatışmacı hali devam ederse, bu durum, Arap dünyasını gerçek bir uçuruma götürecektir.

Üçüncüsü, Araplar karışıklığa ve parçalanmaya karşı elleri kolları bağlı bir şekilde durmadılar.

Arap liderleri ve halkları arasında inisiyatifin yeniden kazanılması, sadakat ve aidiyet yeri olarak ulusal devletin karşılaştığı ciddi tehditlerle mücadele etmek için bir Arap cephesi kurma ihtiyacı hususunda bir bilinç oluştu.

Zamanla büyük Arap devletlerinde tehdidin yapısı ve tanımı konusunda fikir birliği ortaya çıkmıştı ki bu- benim görüşüme göre- karanlık tünelden çıkmak için doğru başlangıç noktasıydı.

Arap ülkeleri, tehlikenin bu ya da şu devletin çıkarlarına değil, bilakis modern ulusal devlet kavramının kendisine yönelik olduğunu anlamışlardı. Ve tehdit -bu anlamda- kapsamı oldukça geniştir ve boyutları açısından da tehlikelidir.
Bununla mücadele, öncelikle Arap ülkeleri arasında kapsamlı bir vizyonu, eylem birliğini ve koordineli çalışmayı gerektirir.
Arap dünyasındaki kutuplaşma, ulusal devletin bayrağını kaldıranlar ile ona düşmanlık yapıp reddedenler arasında cereyan etmektedir.
Reddedenler daha ziyade “Siyasal Din” veya “Dinin politize” edilmesi çerçevesinde kendilerini konumlandırıyorlar. Bunların Politika yapma ile şiddete başvurma arasını ayıramayacak kadar da basiretten yoksun olduklarını bilmek gerekir. Bu resim, 2014 yılından bu yana, daha önce benzeri görülmemiş terör unsurlarının patlamasıyla daha net olarak ortaya çıkmıştır. Zira DEAŞ geniş arazileri kontrol etme ve Doğu Arap bölgesine ilaveten Mağrib Arap ülkelerinden milyonlarca insanı etkisi altına alma başarısını gösterebilmiştir. Tam bir Felaket olan bu durum, Arap ülkelerinin büyük çoğunluğunun ortak bir vizyona sahip olmasına katkıda bulunmuş ve kader ortaklığı bilincinin yerleşmesine yardım etmiştir.
Dördüncüsü: Ortak tehditleri belirlemede başlıca Arap ülkelerinde büyük bir fikir birliğine varılmasına rağmen, DEAŞ gibi ciddi tehditlerin bazılarıyla mücadele etme ve kontrol ettiği şehirlerden atma hususundaki başarılara rağmen ( Şimdi ise zihinlerden atmak kaldı. Bu ise daha büyük bir mücadele ve daha tehlikeli bir cihad) …
Yine de diyorum ki, tehditlere karşı koyacak ve bütün Arap ülkelerinin üzerinde ittifak ettiği “birleşik strateji”den veya net bir gündemin varlığından bahsetmek mümkün değildir.
Mesela “Suriye krizi karşında bir Arap politikası” diye bir şey yoktur.
Evet, bu krizde Arap tutumunu belirleyen Arap Devletleri Ligi Konseyi tarafından yayınlanan kararlar vardır, ancak eyleme dönük herhangi bir strateji yoktur.
Maalesef ortada sadece İran, Türkiye, Rusya ve diğerlerinin stratejileri vardır. Ancak ortak bir Arap stratejisi yok!
Libya krizi hakkında da aynı şeyi söylüyorum. Birkaç ülkenin münferit çabasından bahsedilebilir. Libya’daki karışıklıklarla mücadele etmek ve bu ülkedeki kurumları yeniden inşa etmek ve bir araya getirmek için iyi fikirler ve aktif hareketler de var, ancak toplu olarak bu çabaları harekete geçiren ve pekiştiren bir Arap çerçevesi olmadığı gibi aynı anda harekete geçme stratejisi de mevcut değildir.

Beşincisi: Bu talihsiz durumun sonucu, Arap stratejik meseleleri bağlamında ciddi bir toplu tartışma yapılmamasıydı. Her bir devlet ya da devletler grubu bir takım tehlikelerle karşı karşıya kalabiliyor. Bu tehlikelerle mücadele, proaktif değil daha ziyade tepki yoluyla “vakıa bazında” yapılmaktadır. Örneğin bir Arap başkenti bir tehditle karşı karşıya kaldığında bir karar tasarısı hazırlanması için acil bir bakanlar toplantısı talep edilmekte veya Filistin meselesi hayati bir tehdit ile karşı karşıya kaldığında Bakanlar Konseyi bunu görüşmek üzere davet edilmektedir. Bu hareketler, ani tehlikeler karşısında önemli olmakla birlikte, tehditlerle kalıcı mücadele etmek veya bunlara önceden hazırlıklı olmak için entegre ve kapsamlı bir strateji değildir.

Altıncı: Arap ulusal güvenliği hâlâ dosyalara bölünme mantığıyla muamele görüyor. Terörle mücadele ile ilgili bir dosya var, bir tanesi de İsrail işgalinin devamı ile ilgili, bir üçüncüsü İran tehdidi, dördüncüsü Türk emelleri, beşincisi ise mülteci krizleri ve ülkelerin yeniden inşası ile ilgili… vb. Sorunların ve dosyaların parçalara ayrılmasına dayanan bu yaklaşım, Arap gücünü birleştirip, bu tehlikeli ve acil meselelerden herhangi biriyle etkili bir şekilde ilgilenilmesine olanak tanımıyor. Bilakis herhangi bir Arap ülkesi ya da ülkeler grubu, güvenlik, varlığı ve çıkarları için doğrudan bir tehditle karşı karşıya kaldığında kendi haline terk edilmektedir. Gördüğüm ve anladığım kadarıyla Arap ulusal güvenliği, parçalanmadan ziyade bağlantı yoluyla ele alınması gereken bir dizi meseleyi içeren tek, bütün ve birbiriyle bağlantılı bir dosyadır. Arap devletleri arasında, Arap ulusal güvenlik önceliklerine ilişkin üzerinde anlaşmaya varılan bir gündem geliştirilmesi için açık, şeffaf ve açık bir tartışma yapılmasını sağlamak için bir mekanizma oluşturulmalıdır.

Yedinci: Bölgesel düşmanlar bu durumu kendi lehlerine kullanıyorlar ve Arap bünyesindeki boşlukları kendileri dolduruyorlar. Bölgesel müdahalelere etkili bir şekilde karşı koymanın tek yolu, bütün bu müdahaleleri ve tehditleri tek bir dosya olarak tartışmaktan geçmektedir.

Daha Açıkça söylemek gerekirse, Riyad’ın, İran tarafından üretilen Husi roketlerine maruz kalmasıyla oluşan tehdit Aslında Maskat’tan Rabat’a, Kahire yoluyla tüm Arap başkentlerini de kapsamaktadır. Arap kuvvetinin unsurları öyle bir harekete geçirilmeli ki düşmanlar için açık bir mesaj niteliği taşımalıdır. İşte o zaman karşı taraf bilir ki kendisi sadece bir iki devlete karşı değil, bilakis ağırlığı ve kapasitesi ile büyük bir insani, ekonomik ve askeri kitleye karşı mücadele veriyor. Benzer şekilde, nüfusu Arap dünyasındaki nüfusun dörtte birinden fazlasını temsil eden Mısır gibi bir ülke, su güvenliği tehdidi altındaysa, bu tehdit, muazzam sosyal ve ekonomik etkileri ile birlikte, bölgesel olarak da önemli bir tehlike olarak görülmeli ve bu şekilde ele alınmalıdır. Bütün bu konuları kapsamlı ve tutarlı bir şekilde tartışmak, her Arap tarafının, endişelerini ve korkularını açıkça konuşabilmesini sağlamanın tek yoludur. Ve diğerlerinden beklediği şey de budur. (bu husus daha önemlidir!)

Böyle samimi ve şeffaf bir tartışma yürütmek ve toplu olarak bir Arap meselesi üzerinde fikir birliğine varmak ve bu minval üzere hareket etmek için ideal çerçeve,- tek mekanizma olarak kalmaya devam eden- Arap Birliği’dir. Halen tarih ve kapasite bakımından böyle bir konuyu tartışmak, olgunlaştırmak, eylem planı hazırlamak ve stratejiyi harekete geçirmek için en yetenekli kuruluştur.

Sekizinci: Bölgesel tehditler ve Arap dünyasına yönelik tehlikeli emellerle etkili bir şekilde mücadele edilmesi ancak bu emel sahiplerinin oluşturdukları boşlukları kapatmak ve buralara yeni köprüler inşa etmekle mümkün olabilir. Ulus devlet fikrinin desteklenmesi, bazı ülkelerdeki çatışma ve iç savaşın sona erdirilmesi, yaşanan kaoslardan beslenen olumsuz bölgesel müdahaleler karşısında en etkili stratejidir.

Dokuzuncu: Arap sahnesine bir bütün olarak baktığımda, hepsi mahvolmuş ve yerle bir olmuş diyemem. Değişik yerlerde, yaşadığımız “medeniyet çıkmazından” kurtulmak için birçok lider, elit ve halkın iradesinin işareti ve sinyalleri var. Bunun için bazı acı sonuçlara katlanıyoruz. Körfez, Mısır ve Mağrip’teki sosyo-ekonomik gerçekliği köklü bir şekilde değiştirmek için harcanan olağanüstü çabayı burada örnek kabilinden kaydedebiliriz. Bunlar, büyük hayal gücü, meydan okuma isteği, problemlerle yüzleşme iradesiyle yapılmaktadır. Ayrıca diğer bir önemli gerçeklik var ki o da Arap dünyasının nüfusunun yarısı 24 yaşın altındadır. Yani bizler geleceği şimdiden yaşıyoruz. Günümüze geçmişin bir uzantısı olarak değil, daha ziyade gözümüzün önünde oluşan bir geleceğin kısa bir köprüsü olarak davranmalıyız. Kalkınma alanında bu gayretleri göz önünde bulundurduğumuzda, sürekli gelişime imkânı tanıyan istikrarlı bir bölgesel ortam sağlayamadıkça bunların devamlılığını sağlamamız mümkün değildir. Ben bunu, ortak bir güvenlik stratejisi yoluyla elde edilebilecek “büyümenin güçlendirilmesi” olarak adlandırıyorum. Bu da ancak herkese güvenlik sağlayarak, terörü yenerek, radikal unsurları ortadan kaldırarak ve toplumların kültürlerini şekillendirerek yapılabilir.

Onuncu: Arap duruşlarını koordine etme motivasyonu ve Arap evinin içeriden yeniden düzenlenmesi, artık sadece ideolojik vizyonlar veya teorik politik fikirler değildir. Bilakis kendilerinin yeryüzünde kabul edilmesini sağlayan gerçekler ve Arap eyleminin gündemindeki meydan okumalardır. Kesin kanaatim odur ki Arap Devletleri bir araya gelerek ya birlikte emniyetli bir limana varacaklar ya da -Allah korusun- birlikte doğru yoldan sapacaklardır. Arap milliyetçiliği/Pan Arabizm bugün duygusal bir slogan değil, siyasi ve stratejik bir gerekliliktir. Ulusal bir devletin tüm savunucularını bir araya getirebilecek tek düşünce budur. Terör, kaçakçılık, ayrılıkçı akımlarla ancak bu şekilde mücadele edilebilir. Pan Arabizm, çoğulculuğu kabul eder, kibri ve tahakkümü ise reddeder. Dağınık olanı yeniden birleştirme ve kaybedileni geri yükleme yoludur. Modern bir ulusal devlet -bütün vatandaşların devleti- hukukun üstünlüğü, fırsat eşitliği ve farklı kimliklere saygıyı esas alır. Bunlar da devleti parçalanma, kaos ve dağılma tehlikesinden koruyan bir kale mesabesindedir.

Son olarak; iç, bölgesel veya uluslararası olmak üzere, krizler ve tehditler etrafında Arap devletleri arasında oluşacak açık bir diyalog, Araplara karşı farklı emeller besleyen ülkelere karşı güçlü, birleşik ve sağlam bir pozisyon oluşturmanın tek yoludur. Bu yol, aynı zamanda başta kutsal Kudüs şehri olmak üzere Filistin davasına-son dönemde yaşandığı gibi- veya herhangi bir Arap ülkesine yönelen ve Arap varlığını ve kimliğini tehdit eden bir tehlikeyle baş etme imkânı vermektedir. Filistin davasının açıktan maruz kaldığı şey tehlike çanlarının çaldığı gösterir ve herkese açık bir uyarıdır. Dolayısıyla tüm enerjimizi toplayarak, uyumlu bir şekilde birlikte hareket etmeliyiz. Bu ciddi zorlukların ortasında, Arap dünyasının, yaralarını iyileştirebileceğine, gücünü birleştirebileceğine ve zamanın ruhunu yakalayabileceğine dair inancımı hiçbir zaman yitirmedim. “Karanlığın en koyu olduğu an, şafağın en yakın olduğu zamandır.”