Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Afrin’in gerçek maliyeti | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve destekçileri, Afrin belediye binasının üzerinde dalgalanan Türk bayrağını gördüklerinde oldukça coşkuluydular. Bu, Türkiye’nin 100 yıl içinde ilk defa savaşa hazır bir düşmana karşı askeri bir zafer kazanmasına yorulabilir. (Türkiye 1974 yılında Kıbrıs’ın bir kısmını gerçek bir savaşa girmeye gerek kalmadan işgal edebilmişti). Ancak bu topraklar üzerindeki gerçekliğin Erdoğan’ın ateşlediği bu coşku durumunu ve ‘tarihi zafer’ algısını sınırlaması gerekir. Yani NATO’nun Avrupa’daki en büyük ordusunun küçük dağınık Kürt çetelerine karşı bir zafer kazanmasında şaşırtıcı olmayan bir silah yetersizliğinin etkili olduğunu kastediyorum. Nitekim o ne Malazgirt’i istila eden Alparslan ne de Bizans’ı ele geçiren Fatih Sultan Mehmet.

Afrin’in ele geçirilmesi, Türkiye’nin karşılaştığı 21. yüzyıldaki sorunlarından birine yönelik uygulanan ortaçağlı çözümlerden biri olarak görülebilir.

Ankara’dan yapılan resmi açıklamalara dayanarak şunu diyebiliriz ki Erdoğan, Türkiye’yi Kürt bölgelerindeki işgalcilerden korumak adına 19. yüzyıldaki strateji uzmanlarının adlandırdığı şekliyle bir ‘kordon’ ya da sözde kuşatma yapmaya çalışıyor. Ancak askeri tarih en azından 1939 yılındaki Maginot Hattı macerası olarak adlandırılan felâketten bu yana bu tür terimlerin modern savaşlarda, özellikle de Türkiye’nin uyguladığı şekliyle arık karşılığı olmadığını gösterdi.

‘Kordon’ ve ‘kuşatma’ terimleri daha fazla genişleme ve imparatorlukların oluşum süreçleri için ortaya atıldı. Hani bir şehri korumak için bir başka şehri sonra diğerini daha sonra ötekini kuşatmak gerekiyor ve bu böyle böyle sonsuza doğru gidiyor ya… Bunun için Erdoğan’ın Suriye’deki Kürt bölgesinde yaptığı kuşatma, Suriye’deki komşu bölgeleri korumasını aynı şekilde Irak’taki Kürt bölgelere de el atmasını gerektirecek. PKK’ya güvenli bir sığınak ve önceden ve on yıllardır yaptığı gibi Türkiye’ye karşı operasyonlarda üs imkânı sunabilecek İran’dan bahsetmiyorum bile. Daha düşük seviyeye indiğimizde Türkiye için tehdit oluşturan Kürt ‘teröristler’ az bir zorlukla sınırın ötesine geçebilir. Bu, dünyanın dört bir yanında amaçları farklı olan teröristlerin son derece iyi yaptığı bir iştir.

Tam tersine düşmanı yenmek için tek başına güce ve acımasız girişimlere dayanmak belki PKK’nın şiddet ve terörizmine gerekçe olarak sunduğu adaletsizlik iddialarının yeniden alevlenmesine yardımcı olabilir. Aslına bakılırsa bu son derece talihsiz bir durumdur. Zira Türkiye’deki Kürt azınlık Erdoğan döneminde müreffeh bir hayat sürdü.
Erdoğan döneminin Türkiye’sindeki hayata aşina olanlar, Erdoğan’ın Kürt çoğunluğa sahip bölgeleri aşırı yoksulluktan kurtarıp daha önce görmedikleri bir refaha kavuşturarak onları nasıl gözettiğini bilirler.

Gözlem ve tecrübeye dayalı deliller, PKK’nın Marksist-Leninist ideolojisinin ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bitirmek için bir proletarya devleti inşa etme fantezisinin Türkler arasında son derece sınırlı bir kabul gördüğünü kanıtladı. Bununla birlikte PKK’yı sempatik kılan şey, ‘kimlik meselesinin’ özünde ya da İskoçya ve Katalonya gibi bir bölgede bile ayrılıkçı düşünceyi besleyen ‘bize karşılar’ ilkesinde gizlidir.

Erdoğan ilk başkanlık döneminde bu kimlik meselelerinin çoğunu ortadan kaldırmakla İşçi Partisi’ni ideolojik manevi gıdasından mahrum bıraktı ve başarılı oldu. Bu büyük uygulama, kurucusu Abdullah Öcalan’ın şu an tutuklu bulunmasıyla sınırlı kalsa da PKK’nın liderliğinde meydana gelen genel dönüşümde kendisini gösterdi.

Afrin bölgesini ele geçirmek, durumun devam edeceğini varsaysak bile Türkiye’nin Kürt meselesini çözüme kavuşturmayacak. Bununla birlikte istenmeyen yaptırım yasası ışığında Türkiye’yi yeni sorunlar labirentine sürükleyebilir. Hâlihazırda çok sayıda Türk özel kuvvetleri Kıbrıs’ta engellerle karşılaşıyor. Ufukta onun varlığı sona erecek gibi de durmuyor. Erdoğan’ın Suriye’de gerçekleştirmek istediği kuşatma, oradaki Türk özel kuvvetlerinin sayısının artmasıyla eninde sonunda bitebilir belki ama bu devletin savunma felsefesinde ve bunu sürdürmek için istenen araçlarda bir stratejik dengesizliğe sebep olabilir. Müdahalede bulunmak için omuzlanılan ekonomik külfet de cabası. Suriye kuşatması ayrıca Türkiye’yi mevcut Suriye yıkıntıları üzerine yeni bir Suriye inşa etmeyi hedefleyen projelere de ortak edecek. Rusya, İran ve ABD başta olmak üzere Suriye sahnesinde rol alan diğer ülkelerin bu topraklar üzerindeki varlıkları kendilerine coğrafi faydalar olarak geri dönmeyeceği için kendilerini çok kolay bir şekilde bu sahneden çekebilirler. Rusya, Suriye’deki üssüne sarılma kararı almış olsa bile topraklarına yönelik herhangi bir tehdide ya da yabancı bir istilaya maruz kalma ihtimali olmadan Akdeniz’de kuşatılmış bölgeyi savunabilir. İran da aynı şekilde teröristler tarafından kendi topraklarında bir saldırıya maruz kalmaksızın Lübnanlı ve kendisine bağlı diğer paralı askerlerini geri çekebilir.

Türkiye de Suriye’nin durumundan ötürü Ruanda’nın Kongo Kinşasa meselesinde sonsuz bir döngüde yaptığı gibi geri çekilebilir.

Suriye’deki Kürt bölgesine girmek Türkiye ve Bağımsız Irak Kürtleri arasında on yıllardır süren kırılgan ilişkiyi bozabilir. Bu da güçlü Türkiye’nin erkek kuvvetinin hırslı Irak’ın yeniden yapılandırılması planlarındaki rolünü zayıflatabilir.

Son on yıllık süreçte Türkiye projeleri, Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’deki büyük pazarları kaybetti. Yükselen yeni bir pazar olarak Irak’ın geleceğinin de Türk şirketlerinin ipine tutunması sevindirici haberlerden sayılabilir. 20 milyar dolar değerinde bir anlaşmanın imzalanması da bunu kanıtlar nitelikte. Ancak Erdoğan’ın Kürtlerin düşmanı olarak yeni imajı, Türkiye’nin Irak Kürdistanı’ndaki yakın dostlarını kaybetmesine sebep olabilir. Hele de İran Kürt nüfuzunu sınırlamak için Şii kartını oynuyorken. Erdoğan’ın Kürt macerası, Ankara’nın NATO müttefikleri ile olan ilişkisinde de baskı unsuru olabilir.

Türkiye’nin Suriye Kürtlerine karşı kampanyasına göz yumulsun. Ama ABD’nin Kürt müttefiklerini DEAŞ’ın yenilgiye uğratılmasındaki yardımlarından sonra tamamen göz ardı etmesi mümkün değildir. Bu yüzden Erdoğan, Afrin’deki zaferinin istediği veya düşündüğü gibi kesin olmadığını belki fark eder. Ancak şu da kesin ki en azından yakın gelecekte onu kimse zorlayamaz. Bununla birlikte ABD ve diğerleri, ‘büyük zaferinin’ külfetini artırmaya yardımcı olabilir.
Yaklaşık yirmi yıldır Erdoğan’a Kürt meselesinin askeri çözümü olmayan, siyasi bir mesele olduğunu iletiyoruz. Başbakan olarak görev yaptığı ilk aşamada Erdoğan, sabır ve tahammül ölçüsünde bu vizyonun uygulanabileceğini gösterdi. Ancak şimdi o sabır ve tahammül sanki buhar olup uçtu. Şimdi sunduğu şey, içi boş bir askeri zafer için sağlıksız hızlı bir öğünden başka bir şey değil.

Türk bayrağının Afrin’de dalgalandığı manzara, Japonya ile yapılan Iwo Jima Savaşı’nın ardından ABD bayrağını diken Amerikan donanmasının oluşturduğu sahnenin kopyası.

Tüm Hollywood yapımlarında olduğu gibi kopya edilmiş resimler gerçek kalitede olamaz ve genellikle iş, görüntüyü gösteren stüdyonun iflası ile sona erer.