Suudi Arabistan Enerji, Sanayi ve Maden Kaynakları Bakanı Halid el-Falih’in petrol piyasalarının açılışı arifesinde yaptığı açıklama dünya kamuoyunun gündemine oturdu.
Falih, İran destekli Husi milislerin Suudi Ulusal Denizcilik şirketine ait iki petrol tankerine saldırılar düzenlemelerinin ardından tankerlerin ve mürettebatın güvenliğini sağlamak ve ham petrol sızıntısını engellemek için Babu’l Mendeb Boğazı’ndaki petrol sevkiyatının geçici olarak askıya alındığını duyurdu.
Suudi Arabistan Haber Ajansı’nın (SPA) Falih’ten aktardığına göre, Suudi Ulusal Denizcilik Şirketi’ne ait her biri 2 milyon varil ham petrol taşıyan iki petrol tankeri, çarşamba günü, Babu’l Mendeb Boğazı’nı geçmelerinin ardından Kızıldeniz’de Husi terör örgütü tarafından saldırıya uğradı. Falih, iki tankerden birinin saldırı sırasında küçük hasarlar aldığını, fakat herhangi bir çevre felaketine yol açacak petrol sızıntısının tespit edilmediğini kaydederek, petrol tankerlerine yönelik Husi terör örgütü tehditlerinin, Babu’l Mendeb ve Kızıldeniz’deki uluslararası ticaret özgürlüğünü kısıtladığına ve deniz trafiğini etkilediğine dikkat çekmişti.
Suudi Arabistan’ın kararı hakkında Şarku’l Avsat’a konuşan analistler, söz konusu kararın İran’ı dünya devletlerinin Kızıldeniz’deki ekonomik çıkarları ile çatışmaya iteceğine dikkat çekti. Kararın ayrıca, Riyad’ın çıkarlarını gözetmek için verildiğini ve dünya devletlerinin bu mesele ile ilgili sorumluluk taşıdığı anlamına geldiğini vurguladılar.
Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Amr el-Amiri, “Açık denizlerde ve boğazlardaki seyrüsefer özgürlüğü, denizcilik hukukuna göre bütün devletler için garanti altına alınmıştır. Nitekim 32’inci madde boğazlardaki tüm gemilerin ve uçakların geçiş hakkından yararlanmasını şart koşar. Güvenlik Konseyi, herhangi bir ihlal durumunda, madde 41 ve 42’de açıklandığı gibi, güç kullanmakla yetkilendirilmiştir. Bundan dolayı Suudi petrol tankerlerine yönelik saldırı, uluslararası hukuka bir saldırıdır” açıklamasında bulundu.
Amiri sözlerini şöyle sürdürdü:
“Daha önce, özellikle 6 Temmuz 2017’de İran’ın Husi milisleri aracılığıyla Babu’l Mendeb’in kuzey girişine mayın döşemesi sonrasında Şark’ul Avsat’a açıklamalarda bulunmuştuk. İran deyince, ne demek istediğimizi gayet iyi biliyoruz. Çünkü Husilerin denizlere mayın döşemelerini sağlayacak teknolojileri yok. BM Güvenlik Konseyi (BMGK) ve daimi üye devletler, Dünya barışının korunması için uyarılarımızı dikkate almalı.
Nitekim BMGK Daimi üyesi devletler bunu daha önce yaptılar. Bu, Somalili korsanlar ile Hint Okyanusu ve Arap Denizi’ndeki diğerlerine karşı “daimi özgürlük görevi” olarak adlandırılmış ve operasyona 25 ülke katılmıştı.
İran’ı saldırgan davranışlarından caydırmak için böyle hareket edilmesi gerekiyor. Zaten İran da bu şekilde tehditlerde bulunuyor. Bunu Hürmüz Boğazı’nda yapmaya cesaret edemese de, Husi milislerini kullanarak Babu’l Mendeb’de gerçekleştiriyor.”
Suudi Arabistan’ın kendi çıkarlarını gözettiğine dikkat çeken Amiri, Suudi Arabistan’ın petrolü uzak ve güvenli yollardan taşıyacağını ve bu durumun maliyetlerin artması ile birlikte petrol fiyatlarının yükselmesine sebep olacağını belirtti. Amiri, “Bugün Dünya, İran ve onun Yemen’deki temsilcisi olan Husi tehlikesi ile karşı karşıya” diyerek sözlerini sürdürdü.
Öte yandan, Samt Araştırma Merkezi’nden siyasi araştırmacı Abdullah el-Cüneyd, Babu’l Mendeb Boğazı’ndaki petrol ihracatının askıya alınması kararı ile ilgili olarak, “Duygusal değil her bakımdan siyasi bir karardı” yorumunda bulundu. Cüneyd, uluslararası nakliye hatlarının güvenliğinin sağlanması sorumluluğunun BM’nin tüm üye devletleri tarafından paylaşıldığına atıfta bulunarak, bunun, söz konusu kararın siyasi olduğunu kanıtladığını ifade etti.
Koalisyon, Yemen’deki istikrarsızlığı sürdürecek tehlikelere ve Husilerin Sana ve Hudeyde’nin kontrolünü sağlama riskine karşı daha önce uyarıda bulunmuştu. Koalisyonun Hudeyde’nin özgürleştirilmesi için başlatılan operasyonu durdurma kararı alması, Yemen’deki çatışmayı sona erdirme çabalarında başarılı olması için BM Yemen Özel Elçisi Martin Griffith’e fırsat veren bir iyi niyet gösterisiydi.
Cüneyd, İran-Husi işbirliğini “sorumsuz ve değersiz” olarak nitelendirerek, bu durumun sapık Husi örgütünün uluslararası hukuk tarafından saygı görmediğinin kanıtı olduğunu söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu nedenle, Güvenlik Konseyi ve BM Yemen Özel Elçisi Martin Griffith’in, diplomatik çabaların askıya alındığını duyurması ve Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu’na bütün Yemen topraklarında istikrarı sağlaması için izin vermesi zorunludur. Müttefiklerimiz, Yemen’in geleceğine hizmet etmeyecek politik bir denklemin sürdürülebilirliğini kabul etmenin yanlış olduğunu fark etmelidirler. Husiler her ne kadar Yemen ulusal bileşeni olsalar da, mezhepçilik temelinde siyasileşmeleri onları Yemenli olmaktan çıkarıyor.”
Cüneyd sözlerine şöyle devam etti:
“Kasım Süleymani’nin Kızıldeniz’deki seyrüsefer güvenliği konusundaki ifadesi, Suudi tankerlerine yapılan Husi saldırısının parolasıydı. Suudi Arabistan buna karşılık verme hakkına sahiptir. Riyad başka seçenekleri de göz önünde bulundurabilir. Bu seçeneklerden biri, Kızıldeniz’de seyrüsefer güvenliğinin olmaması nedeniyle ‘Yenbu limanından petrol ihracatı’ olabilir. Herkes böyle bir karara karşı enerji piyasalarındaki tepkiyi hayal edebilir. Müttefiklerimiz, Yemen’deki konumlarını derhal yeniden değerlendirmelidir. Herkesin yararına olacak en iyi karar, koalisyonun Hudeyde ve Sana’yı kurtarma operasyonlarını sona erdirmesidir.”
Yemenli siyasi analist Necib Gulab’a göre, İran, kendi inançlarına göre beklenen Mehdi’nin zuhuru karşısında, kafir ve zalim olarak gördüğü dünyayı yok etmeye yönelik iktisadi savaş politikası benimsiyor. Ayrıca bölgede çıkacak kapsamlı bir savaşın, yayılan iç savaşlar ile mezhepçilik çatışmalarının, deniz ticaret yollarını sabote edilerek Irak, İran ve Arap (Basra) Körfezi’ndeki petrol erişiminin kesintiye uğramasının kaçınılmaz olarak kapitalist ekonominin çökmesine yol açacağını düşünüyor.
Gulab, “Humeyni’nin Mehdici ideolojisinin ve ajanlarının uluslararası barış ve güvenlik için en büyük tehdit olduğunu ifade belirterek, bu tehdidin, en tehlikeli terörizmi dünyaya yaymak bakımından, Nazi tehdidinden daha sinsi, daha tehlikeli ve daha profesyonel olduğunu” vurguladı.