Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Arapların durumu… Kavramları gözden geçirme | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Halkların yaşayan, gelişen ve değişen varlıklar olduğu konusunda hemfikiriz. Zira zaman geniş olduğu gibi mekânın bileşenleri de tek düze değildir. Dolayısıyla bazen duraklar, bazen de ilerler ve gelişir.

Bir Arap çıkmazı var. Aslında birden fazla çıkmaz var ama ilk önce “Arap” kelimesine üzerinde duralım. Bugün bununla ne demek istiyoruz? Arapça konuşan insana mı denir yoksa Arap ırkından gelene mi? Körfez’den okyanusa uzanan bölgenin tüm sakinleri midir? Bugün bu halkları birbirine hangi bileşenler bağlıyor? Bu halklar tek bir vatanda yaşayan, aynı kültürel kimliğe sahip, aynı amaçlara ya da aynı hayallere doğru ilerleyen tek bir millet midir?

Kadim tarihin jeolojisinin detaylarından uzak durarak o dönem evlatlarının anlayışlarını ortaya çıkaran zaman istasyonlarının üzerinde hızlıca duralım. Osmanlı döneminin sonlarına doğru, Doğu Arap bölgesinde Arap milliyetçiliği adı altında karşı bir eğilim yaratan Türkçü Turancı bir zihniyet ortaya çıktı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki birden fazla ülkede milliyetçi şovenist belirdi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgeye uğramış halklar uyandı ve bağımsızlık için mücadele etmeye başladı. Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu bloğu, ideolojik bir bağ olan komünizm etrafında örgütlendi. Batı Avrupa ve ABD ise serbest dünya bloğunda liberal bir nitelik etrafında bir birlik oluşturdu. Arap ülkeleri bağımsızlıklarını elde etti ve ideolojik bir rengi olmayan bölgesel bir topluluk olan Arap Birliği’ni kurdu. 60’lı yılların başında Arap-Afrika devletlerinin katıldığı Afrika Birliği Örgütü’nü (OAU) kuruldu.

Arap ideolojik partiler, 20’inci yüzyılın 50’li yıllarında doğdu. Ulusal sloganlar bu partilerin yakıtı, Arap birliği ana hedefi ve Filistin’in kurtuluşu ise kutsal amacı olmuştu. Bu milliyetçi partiler geride siyasi ve fikri alanlar bırakarak çöktü. İslami ideolojik akımlar bu alanı doldurmaya başladı. “Tek Arap milleti” sloganından “Çözüm İslam’da” sloganına geçiş yaptık.

İki dünya savaşı yaşamış olan ve yıkıcı ulusal şovenizme veda eden Avrupa ideolojileri aştı, zamanın ruhunu akıllıca okudu, rasyonel demokrasinin öncülüğünü yaptığı ekonomik bir birliğe yöneldi ve dev bir ekonomik varlık kurdu. Çin, Mao Zedong’un ölümünden sonra kendini yeniden inşa etti, Kırmızı Kitabı’nı Anılar Müzesi’ne koydu ve Asya’nın dev ekonomik kaplanı oldu. Simon Bolivar’ın devrimci yekpare hayallerinden Marksist fırtınalara ve askeri darbelere yelken açan Latin Amerika kalkınma ve demokrasi projeleriyle yolculuğunu tamamladı.

Bazı Araplar uyandı, sloganların ötesinde Körfez İşbirliği Konseyi ve Arap Mağrip Birliği gibi bölgesel topluluklar oluşturuldu. Sonrasında diğer ülkeleri de içerisine aldılar. Mısır, Ürdün, Yemen ve Irak’ın dâhil olduğu Arap Birliği kuruldu. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinden sonra kendisi de ismi de ölmüş oldu.

Arap Baharı’nın devrimleri birçok gerçeği ortaya çıkardı. Bunlardan ilki Arap birliği sloganlarını yükselten ülkelerin kendi içinde en kırılgan ülkeler olduğudur. Onu birleştiren sağlam bir sosyal kimliğe sahip olmadıkları anlaşıldı. İkinci olarak da devlet varlığının henüz olgunlaşmadığı, bazılarında ise hiç olmadığı anlaşıldı. Diğer gerçek ise Arap ülkeleri arasındaki ihtilafın uzlaşma ve benzerlikten daha fazla olduğu görüldü.

Şok edici gerçek ise birçok varlığın ne kadar kırılgan olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu da farklı yabancı güçlerin bu ülkelere nüfuz etmesini kolaylaştırdı. Mezhep merkezli – etnik ayrışmaların toplumların ulusal birliğini nasıl tehdit edebildiği ortaya çıktı. Şu sorulara cevap aramak gerekir; belli bir tarihsel süreç içine hapsolmuş sloganlar ya da ulusal birlik hedefi halen kurtarılabilir mi? Okyanustan Körfez’e kadar bütün ülkelerde geçerli olabilecek tek bir politik model var mı? Bugün bu devletler arasında sosyal, ekonomik ve kültürel bir benzerlik bulunuyor mu?

Üçüncü Dünya ülkeleri olarak bilinen halkların yaşadıkları tecrübeler bizlere bazı göstergeler sunuyor. Bunlarda önümüzü aydınlatacak dersler var. Afrika’da iki tecrübe üzerinde durmak istiyorum: Senegal ve Tanzanya. Bunlar, askeri darbeler yaşamamış ve ulusal birliği sağlamlaştırmayı başarmış iki Afrika ülkesidir. Bu iki durumun mimarları Tanzanya’da Julius Nyerere ve Senegal’de de Leopold Senghor adlı iki liderdir. Sosyal barış tohumlarını ektiler, adeta ulusal baba rolünü oynadılar. Ülkelerini geçiş dönemi için hazır hale getirerek iktidarda barış iklimini hâkim kıldılar.

Bugünkü durumumuzun objektif okuması, birçok Arap rejimi arasındaki güven eksikliğini kanıtlıyor ve işbirliğini son derece zorlaştırıyor. Bunu aşmak için güven oluşturmak ve başkalarının işlerine müdahale etmemek üzerinden iyi komşuluk politikası kurmaktan başlamak gerekir. Sonrasında ise devletlerarası ticaretin akışını hızlandırmak, yatırımları teşvik etmek, ideoloji ve şiddet ihracından vazgeçmek ve her toplumun özgülüğüne saygı duymak lazımdır. Her dönemin fikri ve politik ürünleri farklılık arz eder. Hayat her alanda ilerliyor. Gerçeği okumak ve geleceğin haritalarını çizmek için fikri bir cesarete ve insanlık tecrübelerine dayalı yeni düşünce standartlarına sahip olamazsak hayal ve arzular müzesinde hayatın bedelini ödemeye devam edeceğiz.

Bağımsız bir ulusal devlet bugünün vazgeçilmez gerçekliğidir. Avrupa gibi konfederasyon öncesi yapıda örgütlenen ülkeler ulusal kimliklerini korudular. Bu topluluk içinde, söz konusu ekonomik topluluğun politikalarına direnen popülist ayaklanmalar da ortaya çıktı.

Dili, sanatsal ve edebi mirası onlarla paylaşırız ama yeryüzünde yeri olmayan, , zihinlerde dahi bulunmayan ağır yüklerin altına girmemeliyiz.

Dünyanın yarısını kontrol eden Büyük İngiltere’ye baktığımızda bunu silah gücü ve politik dehasıyla gerçekleştirdiğini görüyoruz. ABD, Güney Afrika ve Rodezya gibi ırkçılığı uygulayan devletler bu ülkenin rahminde doğmuştur. Bugün İngiltere’nin aldığı hayati kararlara eskiden sömürgesi altında kalmış ülkeler de iştirak edebiliyor. Amerika ve Fransa için aynı şeyi söylemek zordur.

Diğer bir gerçek ise Arap ülkelerinde eğitim düzeyinin yükselmesini, iletişim araçları ve medyanın gençlerin bilinç düzeyini yükseltmesini ve birçok eski kavramın gözden geçirilmesini kaçınılmaz kılıyor.
Bu gözden geçirmenin gidişatını aydınlatabilecek bir soru soralım: İngiltere neden Avrupa Birliği’nden referandumla, İngiliz halkının kararı ile çekildi? Hemen şunu söyleyebiliriz; İngiliz halkı bilinçli ve politize olmuş bir halktır. Bir zamanlar bu Avrupalı varlığın üyesi olması için önüne konan verileri yeniden gözden geçirdi ve çoğunluk ayrılmayı tercih etti. Avrupa, dört başı mamur bir forma kavuşabilmek için yıllar önceden harekete geçti, idari, politik ve örgütsel incelemelerini kesintisiz bir şekilde yürüttü. Avrupa Kıtası’nı bir araya getiren şey temel değerler sistemidir: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, vatandaşlık yoluyla insanlar arasındaki eşitlik ve farklılıkları yönetme yeteneği…

Arap entelektüeller, politik ve ekonomik elitler, coğrafya, tarih ve dinin bir araya getirdiği ülkeler arasında sağlam ilişkilerin kurulabilmesi için somut ve gerçekçi projelere imza atabilirler mi? Öyle bir proje olmalı ki bu ülkeler arasında ekonomik işbirliğini sağlamalı, sloganlara mahkûm olmamalı, ideolojilerin sınır ötesine taşınması gibi bir amaç gütmemeli.

Avrupa yakaladığı bu seviyeye yıllar sonra ulaştı. Yüzyıllar boyunca kanlı çatışmalar ve başkalarına hükmetme kuruntularıyla hareket eden diktatörlük çılgınlıklarına sahne oldu.

Her asrın kendine has zihinsel bir toprağı vardır… Gelişip serpilmesi için de bu toprakla uyumlu tohumlara ihtiyaç duyar.