2016 ABD Başkanlık seçimlerinden sonra Beyaz Saray, dünyanın her yerinde siyasi davranış tarzını değiştirdi, ancak özellikle İran’a yönelik değişim dikkat çekiciydi.
Bugün, ABD’nin yaptırımlarının daha da artmasına yönelik geri sayıma paralel olarak, gösteriler ve halk protestoları İran sokaklarında ve şehirlerinde giderek artıyor. Bu hafta itibariyle, “Washington-Trump” tarafının uygulamaya koyacağı ambargo, etkisini hissettirecek; hükümetler ve şirketler İran’la ABD doları ile işlem yapamayacak, bu para biriminde tüm banka transferleri durdurulacak, bankaların İran’a borç vermesi engellenecek, ABD bankaları İran bankaları ile işlem yapamayacak, İran Riyali ile işlem yapmak yasaklanacak. Buna ek olarak, İran’la demir ve altından halıya ve gıdaya kadar birçok malda ticareti durdurmayı da içeren bir dizi cezai tedbir uygulamaya konacak. Daha sonra üç ay içinde yaptırımlar listesine petrol ve petrokimya ürünleri de girecek.
Obama döneminde uzun süren İran-Amerikan “balayı” ile karşılaştırıldığında, Washington’da siyasi iklimin çok değiştiği söylenebilir.
Trump başkan seçildikten sonra, Washington’da meydana gelen bu değişimin büyük oranda “ideolojik” olduğu açıktır. İktidara talip iki taraf arasında ciddi ideolojik çelişkiler yoksa süper güç ülkelerde bu türden değişimler çok sık gerçekleşmez. Fakat Obama’nın Beyaz Saray’a ulaşmadaki başarısı, bir dereceye kadar, Amerikan siyasal hayatında büyük bir “devrim” idi. ilk Afrika kökenli Amerikan başkanı olarak, Sekiz yıllık iktidarı aracılığıyla, “otoriter” Amerikan yaklaşımı için, bir dizi Üçüncü Dünya rejiminden özür dilenmiş oldu. Bu durum “Emperyalizm” in özür dilemesi olarak da nitelenebilir, zira bütün denklemi tersine çeviren biri iktidara gelmişti.
Bugün Washington’da özür dileyen bir iktidar yok. ABD ile kara sınırlarını paylaşan sadece iki ülke var; Kanada ve Meksika…
Onlara dahi pozitif ayrımcılık yapılmamakta ya da en azından “iyi komşuluk” ilişkileri yürütülmemektedir. Batılı müttefiklerine dahi özel bir muamele yapmamaktadır.
Bu yüzden, eğer Obama’nın seçilmesinin adı “devrim” ise, Trump’ın seçilmesi, kelimenin tam anlamıyla “karşı-devrim” olarak kabul edilebilir, zira sekiz yıllık tüm varsayımları, denklemleri ve tavizleri ortadan kaldırdı.
Molla rejimiyle düşmanlık sayfasını kapatma, İran’la ilişkilerin geliştirilmesi, Obama’nın Ortadoğu vizyonunun temel taşlarıydı. Bu vizyon, Washington’un 2011’den bu yana Ortadoğu’da müttefik olduğu bazı rejimlerin değişmesi şeklinde tecelli etti, buna karşın, İran’la yapılan bir nükleer anlaşma, “mollaların” nükleer bir güce dönüşmesini geçici olarak engellemekte beraber, ertelenmiş bir nükleer silah ihtiyacı olmaksızın İran’ın Ortadoğu üzerinde hegemonya kurmasına neden oldu.
Kıymetli arkadaşımız Emir Tahiri-kendisi İran’ın evladıdır- geçtiğimiz günlerde İran’ın siyasi sahnesi ve Obama sonrası dönemde Tahran rejimine yönelik Amerikan vizyonundaki değişikliği analiz eden bir makalesi Şarku’l-Avsat’ta yayınlandı ve bu yazıda Tahran’ın tercihini merak ederek şu soruyu yöneltti: “Direniş mi pes ediş mi?”
Arkadaşımız şöyle devam etti: “Bu günlerde Tahran siyaset kulislerinde yaygın olan bir soru bu. ABD ve müttefikleri tarafından yeni ekonomik yaptırımların dayatılması ihtimali, 1979 yılında mollalar ülkenin iktidarını ellerine geçirdiklerinden beri İran’ın siyasi ortamını ayrıştıran tartışmanın yoğunlaşmasına katkı sağladı.”
Gerçekten de, son yıllarda, bu politik literatüre alışmış olduk, bazılarımız İran’ın sosyo-politik kültürünün karmaşıklığını anlamak dışında çelişkileri çözebilecek bir tılsımın olmadığını görüyor. Zira özellikle “Siyasal İslam” ile din arasında inanılmaz bir bağ var ve hatta garip bir evliliğin olduğu söylenebilir. Başkan Hasan Ruhani Aryan ırkının yaklaşık 7 bin yaşında olduğunu! Donald Trump’a hatırlatmayı tercih etti.
Dünyada itibar görmek ve sokağı kontrol etmek için yararlı mevsimlere sahip olan seçim demokrasisi ile Herhangi bir seçime girmeye tenezzül dahi etmeyen “Velayet-i Fakih” rejimi arasındaki farkı ve Rejimin “konseyleri” ve her sektörde ve her yerde Devrim Muhafızı olarak adlandırılan askeri-politik-mali milisler ile “kurumları” oturmuş devlet yapısı arasındaki farkı belirtmek dahi söz israfıdır.
Sloganların ve kitlelerin “saflığını” yansıtan bir devrim ile ülke zenginliklerini tekeline almış ve bununla her şeyi kontrol etmek isteyen sarıklı ve sarıksız mollaların rejimi aynı olamaz.
Yeryüzünü “Islah” etmekten başka gayesi olmayanlar ile bütün başkentlere onların anlayacağı veya beğeneceği üslupla hitap eden ve bunda da sadece kendi çıkarını düşünen “pragmatik” düşünceli insanlar bir olamaz. Bu kitleler ayrıca son derece mutaassıp ve katıdırlar. Bu “militarist yapılar” kendi generallerini sürekli överler, zira onlar arcılığıyla komşu ülkeleri tehdit ederler, şehirlerini yok ederler ve işgal ettikleri ülkelerdeki siyasi kararlara müdahale ederler.
İntifada hareketine sahne olan İran’ın şu anki durumu tam da budur.
İran gençliği, dünyadaki diğer ülkeler gibi dünyanın bir parçası olmak istiyorlar. Servetlerin kendileri için kullanılmasını istiyorlar. Dogmatik fanatikler tarafından ölümcül, yıkıcı ve pahalı maceralara, bazen “devrim ihracı” bazen de “mukaddesatı koruma” adı altında yürütülen genişlemeci projelere harcanmasını istemiyorlar. Elimizdeki rakamlar İran’ın, dünyanın en büyük insan kaynaklarına, ekonomik, kültürel ve sanatsal zenginliklerine sahip olduğunu söylüyor. 82 milyonluk nüfusuyla (Dünyada 18’inci), ucu bucağı görünmeyen arazisiyle (yaklaşık 650 bin kilometrekarelik bir alana sahip ve dünyanın 17’cisi), dünya petrol rezervlerinin yüzde 10’una ve dünyadaki gaz rezervlerinin yüzde 15’ine sahip olmasıyla(Dünyanın ikinci en büyük gaz rezervi) aslında zengin bir ülkedir. Yanlış yönetilmesine ve yöneticilerinin maceralarına rağmen, dünyadaki yedinci en büyük petrol üreticisi ve OPEC ülkeleri arasında ikinci en büyük ihracatçıdır. Ancak, bütün bunlarla birlikte, İran toplumu inliyor, gençliği kızgın ve artık kimliğinin ve kültürünün bir kısmının kendisine yabancı hale geldiğini hissediyor.
Veliyyu’l-Fakih, Devrim Rehberi Hamaney’in posterlerinin yakılması, sokakta kendisi ve rejimi/otoritesi aleyhinde sloganlar atılması basit bir mesele değildir. Milyonlarca kişinin hissettiği acı hafife alınamaz. Vatandaşlar kendi yaşam standartlarının iyileştirilmesi gerektiğini, bu servetlerin harcanmasında önceliğin kendilerine verilmesini ve dışarıdaki maceralara harcanmamasını yüksek sesle hatırlatmak istiyorlar. Zira yeni yaptırımlarla bu acının daha da artması kuvvetle muhtemeldir.
“Yeşil Devrim” in nasıl bastırıldığı ve her türlü iç muhalefetin nasıl kısıtlandığı, İranlıların iyi bildiği gerçeklerdendir. Ayrıca gençler de dâhil olmak üzere herkes, özgürlüklerine el koymada ve emellerini kısıtlamada büyük rol oynayan Devrim Muhafızları’nın, mali ve politik yolsuzluğu koruyan ve yabancı askeri maceralara öncülük eden bir yapı olduğunu çok iyi biliyor.
Yaptırımların, halkın çektiği acıyı geçici olarak arttıracağı doğrudur, ancak değişim konusunda bir uyanmaya ve rejim karşıtı sağlam bir duruş sergilemeye vesile olacaktır. İran’ın zenginliği “generaller” ve onların projelerine değil halkına gitmelidir.
Acılar ne kadar açıksa, seçenekler de bir o kadar açıktır!