Gerçeküstü hoş bir sahneydi. AB Dış Politikalar Sorumlusu Federica Mogherini’nin ABD’nin İran’a yönelik geri getirdiği yaptırımlar paketine açıktan açığa meydan okurcasına ‘İran İslam Cumhuriyeti ile ticaretin sürdürülmesi’ için baskı uygulamak üzere Yeni Zelanda’ya kadar tüm dünyayı turlamasından bahsediyorum.
Burada ABD ile bir anlaşma gerçekleştirmesi beklenen Avrupalı Demokrat bloğun üst düzey bir temsilcisinden bahsediyoruz. O sadece ABD’nin politikalarını eleştirmiyor. Bu tamamen kabul edilebilir bir şey. O, uluslararası tarafları, ısrarlı bir şekilde Amerika’nın yönelimlerine karşı çıkmaya davet ediyor.
Neredeyse aynı gün içerisinde İngiltere Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Sorumlusu Alister Burt, BBC’ye bir açıklama yaptı ve Birleşik Krallığın hâlihazırda AB’nin bir parçası olduğunu ve Başkan Donald Trump’ın son kararına karşı Avrupalı tutumu benimsediğini dile getirdi.
AB’deki başka yetkililer de benzer görüşleri ve tutumları benimsediğini ifade etti. Bununla beraber sorun, onların ne hakkında konuştuklarını gerçek anlamda bilmemeleridir.
Her şeyden önce tüm Avrupalı taraflar, önceki Başkan Barack Obama döneminde ABD yönetiminin imzaladığı nükleer anlaşmanın dokunulmazlığı konusunda ısrar ediyorlar. Zira Mogherini Hanım’ın açıklamalarına göre AB’nin, bu anlaşmadaki imzasına saygı göstermesi gerekiyor. Buna rağmen ne AB ne de başka bir uluslararası taraf, ‘İran ile nükleer anlaşma’ olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı (KOEP) fiili olarak imzalamış değil. Yani ilk aşamada yükümlülük veya özen gösterilmesi gereken bir imza yok ortada.
Güncel olaylarla bağlantılı olarak belirsizliklerle dolu hareketlenmelere rağmen her hâlükârda AB, bir yandan İran ve diğer yandan BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi artı Almanya ile arasında yürütülen müzakerelerin hiçbir şekilde parçası olmadı.
Bunlara ek olarak İslam Cumhuriyeti ile olan müzakereyi denetleyen uluslararası 5+1 grubu, resmî olmayan bir topluluktan ibaretti ve herhangi bir şekilde yasal bir dayanağa sahip değildi. Sonuç olarak grubun kararları ile izleme ve sorgulama yetkisini kurtarmak için yasal bakımdan bağlayıcı bir görev veya mekanizma yoktur.
Mogherini Hanım ve Alister Bey, Avrupa’nın KOEP’i kurtarmak uğruna başlattığı kampanyada ciddi ise eğer, önce planın AB üyesi devletlerin imzaladığı bir anlaşma şeklini alması için yeniden yapılanması sonra da ilgili devletlerin parlamentolarında ya da en azından AB Bakanlar Konseyince onaylanması gerekir. O zaman da KOEP’in makul ölçüde yasal itibar kazanması için parlamenter kanun tasarısı biçiminde yeniden gözden geçirilmesi ve İran anayasası uyarınca onaylanması için Tahran İslam Konseyi’ne sunulması lazım gelir ki bu, İran Hükümeti’nin hiçbir şekilde yapmak istemeyeceği bir şeydir.
Tüm bu adımlar, anlaşmanın, öncelikle KOEP’in üzerinde anlaşmaya varılmış resmi bir kopyasını elinde bulundurmasını gerektirir. Bu da şu anda ortada dolaşan İngilizce ve Farsça farklı tüm sürümlerin tamamen ortadan kaldırılması anlamına gelir.
Amerika’nın dört önceki başkanın onayladığı ekonomik yaptırımlarının bir kısmını tekrar uygulamaya sokarak Başkan Trump, herhangi bir şekilde politik olmayan veya kışkırtıcı bir gidişat benimsemiş olabilir. Ancak bu esnada ne bir anlaşmayı bozdu ne de bir sözleşmeyi ihlal etti. Tüm yaptığı, Başkan Bill Clinton ve Barack Obama’nın daha önce yaptığı gibi bazı yaptırımları askıda tutmayı reddetmesidir.
Bu meselede Avrupa’nın ikiyüzlülüğüne işaret eden başka göstergeler de mevcuttur.
İran ve ABD ile ticari ilişkiler geliştiren binlerce şirket, Tahran’a uygulanan ekonomik yaptırımların ardından hangisini tercih edeceklerine dair büyük bir ikilemle karşı karşıya. AB, onlar adına bu meseleyi çözmek için olaya müdahale edebilir. İran nükleer anlaşması üzerindeki perdenin kaldırılması üzerinden yaklaşık iki yıl geçmişken Avrupalı şirketler, halen İran İslam Cumhuriyeti ile sıradan bir ticari ortak gibi iş tutup tutamayacağını veya bunu nasıl yapacağını tam olarak bilmiyor. Aynı şekilde AB’nin Tahran lehine uyguladığı baskılar, mollaları, İran rejiminin alıkoyduğu onlarca Avrupa vatandaşı rehinin serbest bırakılmasına bile ikna edemedi. Mogherini Hanım ve Alister Bey ise, bu konuda tek kelam etmedi!
AB, bu çabalarında samimi ise bazı şirketleri teşvik etmek için kendisine sunulan bir dizi aracı uyarlayabilir. En azından Amerikan yaptırımlarının geri geldiği bir havada gerekli alanlarda İran ile ticari faaliyetlerini sürdürmek için.
Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya’nın her biri İran’ın Avrupa bloğu ülkeleri ile olan ticaretinin 5’te 4’ünü elinde bulunduruyor. Bu ülkeler, ihracat mekanizmalarını korumada etkin ve köklü mekanizmalara da sahip. Bununla beraber İran ile olan ticareti desteklemede bu mekanizmaları işletmek için gerçek bir hazırlıktan yoksun. Kayda değer olan nokta şu ki AB’nin İran’a uygulamaya devam ettiği bazı yaptırımlar, Trump’ın geri getirdiği yaptırımlardan daha keskin ve katıdır.
Tüm bunlar bir yana AB’nin bu meselede ABD Başkanı’na karşı kullandığı azarlayıcı üslup, önemli bazı gerçekleri hiçbir şekilde değiştiremez. AB’nin yeniden yürürlüğe giren Amerikan yaptırımlarının ağır etkilerini hafifletmek veya etkinliğini azaltmak için adım attığını varsaysak bile Başkan Trump’ın, Tahran’ın takındığı tavra dair kaygılarının tümü, Avrupa tarafından da dikkate alınmaya devam edecektir.
Onlardan herhangi biri, Tahran’ı devrimini ihraç etmeyi yani terörünü durdurmaya ikna veya mecbur etmeye çalışarak müdahale etse iyi olmaz mı? Ortadoğu’daki barış ve istikrarı geri getirmek için İran’ın Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve Bahreyn’e (Afganistan ve Pakistan’ı saymaya bile gerek yok) olan müdahalelerini durdurmasında fayda yok mu? Tahran’daki mevcut yöneticiler, İran halkının daha fazla kendini ifade etmesi ve milletin kaderini şekillendirmeye daha fazla katılması için alan açsa fena mı olur?
AB, yararsız diplomatik imalar politikasına başvurmak yerine ABD ve İran arasında arabuluculuk rolünü benimseyebilir. AB, İran’ın Başkan Obama döneminde kullanımında aşırıya kaçtığı düzenbaz yaklaşımını ve mevcut politikaları sürdürmesinin kendisine gerçek bir felâketten başka bir şey getirmeyeceği konusunda İran’ı ikna etmeye çalışsa çok daha iyi olur. Obama, uranyumu zenginleştirme hakkını onlara bahşederek ahmakça stratejilerini elden geçirip cilalamaları için Tahran mollalarını cesaretlendirdi. Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise uygunsuz bir şekilde bu durumla övünüyordu. Bununla birlikte eğer isterse uranyumu zenginleştirmek ve hatta nükleer silah üretmeye çalışmak tüm ulusların hakkıdır. Ancak Tahran mollaları, Büyük Şeytan’a karşı yeni bir İslamî zafer kazanmak istediler. Barack Obama, Uman Sultanlığı’nın tanıklık ettiği gizli müzakereler yoluyla bir dereceye kadar onlara bu konuda yardımcı olmuş oldu. Obama, içeride ve dışarıda başkalarına verdiği zararları göz ardı ederek mollaları ikna ederken haddini aştı. Bunun hesabını veremeyecek ve işledikleri suçların bedelini ödeyemeyecekler. Dahası, Amerikan karşıtlığı ve muhalefeti ile oluşturulan sahtekâr görünüm, iliklerine kadar baskıcı ve ahlaki bakımdan tamamen çürük İran rejimine, dünyanın Amerikan düşmanlığını kendileri için son sığınak olarak benimseyen ahmakları barındıran bazı bölgelerinde daha itibarlı bir konum kazandırıyor. 2016 yılında New York’ta gerçekleştirdiğim bir görüşmede Muhammed Cevad Zarif, anti-emperyalizm olmazsa İran Cumhuriyeti’nin şu anki Pakistan’dan daha iyi bir durumda olmasının mümkün olamayacağını yani çağdaş dünyanın gözünde kayda değer bir değere sahip olamayacağını ifade etmişti.
Donald Trump, Tahran’daki mollaların bayıldığı karanlık hile ormanlarına girerek selefi Obama’nın gerçekleştirdiği hataları tekrarlamak istemiyor. Hatta herkesin önünde masaya mollaların pek tercih etmediği oyun kartlarını sürüyor. Onun açık mesajı şunu söylüyor: Eğer eylemleriniz farklılaşırsa tepkilerimiz de farklılaşır.
Bu doğru bir politika veya değil; ancak her koşulda itibar edilen ve takip edilen bir politikadır. AB’ye gelince; kendilerinden Başkan Trump’ı ve kararlarını azarlamaya devam etmek için bahane olarak kullanması dışında İran konusunda net bir politika göremiyoruz. Görünüşe bakılırsa günümüzde evrensel popülerliğe sahip sporlardan biri de bu.