Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Musa ve Şalkam… Aktif bir diyalog yaratmak için.. | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bugün bahsedeceğim konunun artık hiç kimsenin ilgilenmediği bir mesele olduğunu düşünüyorum. Belki bu cümle az da olsa kışkırtıcı görünebilir. Ancak amacım, bu yazıda ele almak istediğim düşünceye bazılarının dikkatini ve merakını çekmektir. Böylece olur da onları Arap kültür ortamımızda “aktif bir diyalog” yaratabilme ve yüksek sesle düşünmeyi zenginleştirme adına bu konuya katkıda bulunmaya teşvik edebilirim. Bu şekilde, diğer kültürler tarafından benimsenen ve birçok olumlu tarafları olan bir gelenek geri kazanılabilir. Bu gelenek; ortak bir kanaate ulaşmak için yazılmış ve yayınlanmış eserler ile ilgili zengin bir bilimsel diyalog yürütmektir.

Sayın Amr Musa bu ayın başında, bu gazetede Çıtkırıldım başlıklı bir yazı yayınladı. Dört gün sonra ise Abdurrahman Şalkam yine bu gazetede “Arapların Durumu… Kavramları Gözden Geçirme” başlıklı bir yazı yayımladı. Bu iki yazıda dikkatimi çeken şey, her ne kadar farklı açılardan ele almış olsalar da ikisinin de aynı şeyden bahsediyor olmasıydı. Arap düşünce alanında ortaya konan fikirleri tartışma meselesi, uzun süredir ciddi tartışmalara ve karşılıklı düşünce alışverişi yetisini kaybetmiş gibi görünüyor. Hepimiz (birkaç istisna dışında) ıssız bir vadide haykıran ve herkesin istediğini söyleyip yoluna devam ettiği bir adada yaşıyor gibiyiz.

Bu yazıda; “devrimlerden” önce Arap edebiyatında mevcut olan bir düşünceyi, yani genel konularda açık bir diyalogu aktifleştirmeyi yeniden diriltmeye ve canlandırmaya çalışacağım. Ortaya atılan düşüncelerin genel bir tartışma ortamımda ele alınması sağlıklı ve gerekli bir olgudur. Ki bu düşünceler onaylanarak, karşı çıkılarak, bir şeyler eklenerek ya da değiştirilerek düşünce süzgecinden geçirilebilsin. İkisinin de (Musa ve Şalkam) Arap krizi olarak adlandırdıkları olgudan kurtulabilmemiz için modern Arap düşüncesini zenginleştirme adına, farklı ve özgün düşünce sahipleri de bu konuda fikirlerini belirtebilsin.

İki yazar da güçlü bir altyapıya ve derin bir deneyime sahip. Uzun süre politik kulislerde çalıştılar. Birincisi; en büyük nüfusa sahip bir Arap ülkesinde, yani Mısır’da uzun yıllar mutfağın içinde ve farklı makamlarda görev yaparken ikincisi de yine mutfağın içinde “kargaşalar ve garipliklerle dolu” bir Arap sisteminde görev aldı. Yani sonuç olarak ikisi de doğrudan bir deneyime sahip ve her ikisi de tüm bu sürecin ardından büyük kabahatlere dönüşen, eleştirilmesi ve alternatiflerinin araştırılması gereken hatalar yapıldığı sonucuna ulaşmış gibi görünüyor. İki yazar da -bilhassa Şalkam’ın görüşüne göre- “Arap Birliği” sloganını benimseyen ve sonunda “Arap Baharı” deneyimi ile karşı karşıya kalan “Arap devletlerinin kırılganlığı” konusunda birleşiyor. Amr Musa yazısına başlık olarak “Çıtkırıldım” kelimesini seçmiş ve bunu Mısır halk lehçesi ile “zorlukla ayakta durabiliyorsun” ifadesi ile açıklamıştır. Bununla mevcut Arap düzeninin de “kırılgan” olduğunu ve güçlendirmeye ihtiyacı bulunduğunu kastetmektedir. Ardından bu sistemi güçlendirmeye yönelik önerilerini (diğer noktaları ihmal etmeden hızlıca özetlediği) birkaç noktada sıralamıştır. Bunlar: Geçmişte içine düşülen yanlışları tekrarlamamak, ekonomik reform, ortak çıkarlar, yolsuzlukla mücadele, bölgesel düzenle (Türkiye, İran, İsrail) çatışma ve son olarak (İslam dinindeki) mezhepler arasında uyum.

Şalkam ise Arapların mevcut kırılgan durumunu Arap rejimleri arasındaki “güven eksikliğinden” kaynaklandığı şeklinde yorumluyor. Yine (diğer noktaları ihmal etmeden hızlıca özetlediği) birkaç öneri ile bu duruma çözüm bulmaya çalışıyor. Bunlar iyi komşuluk ilişkilerini güçlendirmek, ticareti kolaylaştırmak, ideoloji ihraç etme metodundan vazgeçmek ve sloganların yarattığı yanılsamalardan kurtulmak. Aynı şekilde Şalkam, bağımsız milli bir devlet inşa etmenin önemini de vurguluyor. Bu görüşlerine dayanak olarak da Afrika Kıtası’nın yaşamış olduğu iki deneyime işaret ediyor. Bunlardan ilki Senegal ikincisi ise Tanzanya. Bu iki ülke, “sosyal barışın tohumlarını atan ulusal lider ve baba” rolünü üstlenen Senghor ve Nyerere liderliğinde kendi modellerini yaratmışlardır. Sayın Şalkam, verdiği bu iki örnek ile belki de kasıtlı olmadan ihtiyacımız olanın halkını daha iyi bir yere ulaştırabilecek “tek kurtarıcı” olduğu düşüncesini savunuyor. Bu düşünce çok önemli ve temel bir şartın yerine getirilmesiyle teorik açıdan bir nevi doğru olabilir. O da ulusun babasının, askeri bir darbe yerine, uzun ve deneyimlerle dolu bir ulusal mücadelenin rahminden doğmuş olmasıdır. Doğrusu Arapların “tek kurtarıcı” deneyimleri tam bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Bu deneyimlerin tekrarlanması belki de “acı tecrübelerin” tekrar yaşanması riskini taşıyor.

Görünüşe bakılırsa Arap düzeninde uzun yıllar çalışması nedeniyle Sayın Amr Musa’nın tek kaygısı, rejimi tüm bileşenlerinden kurtarmak haline gelmiş. Ancak bu düzenin yapısını açıklamak gözünden kaçmış gibi görünüyor. Çünkü bu düzen tarihi olarak “yukarıdan” bir müdahaleyle, yani herkesin bildiği gibi İngilizlerin istekleri doğrultusunda ve bunu (o zamanlar özlemini duydukları liderliği) kendilerine sunan bir düzen olarak gören zamanın liderlerinin iş birliği ile inşa edilmiştir. Tabi ki bu düzeni reforme etmekte başarısız birçok denemeler görüldü. Bana göre, bu düzenin ölümü 1990 yılında Mısır’da gerçekleştirilen ve bilhassa“Irak rejimi tarafından işgal edilen Kuveyt’in toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi” konusunda yapılan oylamanın elinde gerçekleşmiştir. Bu oylama diplomatik nezaketin yüzündeki peçeyi düşürmüş, bazılarının bir Arap ülkesinin diğerine saldırmasını (işgalini bile değil) yasakladığı o romantik metinleri ufak parçalara ayırmıştır. Bu da yetmezmiş gibi zirve, Irak’ın bu işgaline yeşil ışık yakmıştır! Karşılaştırma yapacak olursak diğer herhangi bir bölgesel sistem genel olarak halkların çıkarları üzerine kurulmuştur. Burada hemen ilk akla gelen örnek ise AB’dir. AB, insanların çıkarları üzerine kurulmuştur ve ilk sırada üye olmak için başvuruda bulunan ülkenin kurumsal olgunluğunu tamamlamış olması şartının yer aldığı uzun bir “şartlar listesini” yerine getirmeyenleri üyeliğe kabul etmemektedir. Tüm bunlara rağmen bu bölgesel deneyimin bazı duvarları, göç ve milliyetçi eğilimlerin yükselmesinin neden olduğu baskılar karşısında yıkılma tehdidi altındadır. Çıkarları konusunda ihtilafa düşen ülkeler yapıyı tehdit ediyor.

Bir başka deneyimin ardından Abdurrahman Şalkam, bağımsız ulusal bir Arap devletinin gerekli olduğu düşüncesine ulaşmış görünüyor. Şalkam’a göre bu, diğer şartların yanında Arapların ayağa kalkması için temel bir gerekliliktir. Bu tabloyu şu tanım ile tamamlamasını temenni ederdim: Adil, bağımsız ve ulusal bir devlet.

Buradaki adil kelimesi istikrarın temelidir. Arap ülkelerinin içinde bulunduğu mevcut durumda devlet, halkın farklı bileşenlerini eşit vatandaşlık temelinde tanımalıdır. Buna ek olarak devlet, olmazsa belirli bir insan topluluğunu (devlet) tanımlayamayacağımız modern kurumların, insanlar tarafından konulmuş rasyoneliteden (çünkü bu hukuk yasaları her ne kadar insanlar tarafından konulmuş olsa da toplum yerine sadece belirli bir grubun çıkarlarını temsil ediyor olabilir) doğan ve insan hakları ile hukukun üstünlüğünü koruyan bir çatı altında çalışmalıdır.

Amr Musa’nın “bölgesel düzenle çatışma” düşüncesine gelince; bu, kendisinin daha 2010’da Sirte’de düzenlenen ve ardından bölgemizin dört üyesini de kaybetmesi ile sonuçlanan “veda” zirvesinde bahsetmiş olduğu ve aslında çok eski bir düşüncedir. Bu düşünce, yani “bölgesel çatışma” teorik olarak çok dikkat çekiciydi. Çünkü Arapların komşuları bildiğiniz gibi bir “İsviçre” değil. Şalkam’a göre Arapların komşuları devletlerini yapılandırmada sorunları olan ve “sloganların yarattığı bir yanılsama dünyasında” yaşayan ülkelerdir. Bu da onlarla eşitlik temelinde ilişkiler kurulmasına bir engel teşkil etmektedir. Zira bazıları “kendi devrim modelini” bazıları da “yönetim modelini” ihraç etmek isterken, bir üçüncüsü de “işgalini devam ettirmek” istiyor. Dolayısıyla şu ana kadar içinde yer alan tüm tarafların kazanmasını sağlayacak nesnel koşullar “diğer” tarafta halen eksik.

Şalkam yazısında Arap projesinden de bahsederek şunu sorguluyor: Biz şu anda “birleşik bir Arap ümmeti” mi yoksa çeşitli “koordinatör kurullar” karşısında mıyız? Ya da “Tek çözüm İslam” düşüncesi veya son olarak kozmik bir düşünce karşısında mıyız? Şalkam’ın sorduğu bu sorular belki de birçokları tarafından da soruluyor. Ancak en önemlisi onlara bir cevap bulma çabasıdır.

Bana sorarsanız biz Arapları tarihin ve çıkarların yönettiği görüşündeyim. Bağımsız, modern ve adil ulusal devletimizi düzenlemeyi başarmamız halinde bu otomatik olarak bir yakınlaşmaya ya da bir yandan tarihi emeller diğer yandan da topraklarımıza göz dikmiş dış güçlerin baskısı nedeniyle çıkarlarımızın çatışmasına neden olacaktır. Ancak insanlara tarihsel olmayan ve hayalci bir model dayatmayı amaçlayan bu irrasyonel çekişmenin sürdürülmesi de yine bizi tarihsel olarak alışık olduğumuz sonuçlara götürecektir. Belki de Endülüs’te Arapların başına gelenlerin bize bu konuda bazı cevaplar verebileceğine inanıyoruz.

Amr Musa ve Abdurrahman Şalkam’ın işaret etmeyi unuttukları şey ise; meydana getirmek istedikleri modelin en büyük temel taşını oluşturan eğitimin nicelik değil nitelik yönünden rolüdür. Bilhassa korku cumhuriyetlerinde, Arap eğitim sistemlerinde anlamı “Kral çıplak değildir. Ama sen ey halk onun kıyafetini göremiyorsun” olan yüzeysel bir eğitim sistemi yaygınlaştırılmıştır. Eleştirel metotlu modern bir eğitim sistemi olmadan halklar bazıları dini bir ambalajla sunulan politik cehaletin arkasında yürümeyi sürdürecektir! Bu da Musa – Şalkam’ım önerilerinin hedeflerini gerçekleştirme adına geçmeleri gereken daha ilk köprüye bile ulaşmalarını engelliyor.

Sonuç olarak genel konular hakkındaki tartışmalarımız ya “WhatsApp” ya da tek boyutlu bir düşünceye sahip olan “particiler” arasında sıkışmış bir şekildedir. Bu gruplar arasında da ya gerçekten bir diyalog yaşanıyor ya da vatan hainliği ve tekfir suçlamaları nedeniyle aradaki görüş alışverişi kesiliyor. Görünüşe bakılırsa rasyonel ve özgür, duygular yerine aklı hedef alan tartışma ortamımız dar bir çerçeveye sıkışmış durumda.