Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran karaborsası akıl pazarında | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Yeni bir savaş türü ile karşı karşıya olduğumuz kadar yeni bir ruh hali ile de karşı karşıyayız. Tarihçiler, tarihin bir döneminde Çin’e karşı yürütülen ve afyon savaşı olarak bilinen şeyi unutmamışlardır. Fakat en tehlikeli ve en karmaşık savaşlar, insanın tüm gücünü kendine karşı harekete geçirmesidir. İran uzun bir süre politik ve sosyal bir varlık olarak giriştiği savaşlar yaşamıştır. Şah rejiminin devrilmesi ve Humeyni’nin iktidarı ele geçirmesinden bu yana İran kendisine karşı savaş ilan etti. Humeyni, modern tarihte tuhaf ve benzeri olmayan bir rejim kurdu.

1648’de imzalanan Vestfalya Antlaşması’ndan sonra tarih boyunca gelişecek olan bir devlet kavramı ve varlığı doğdu. Gâib imama (Beklenen Mehdi) vekâlet eden Velayet-i Fakih devleti, belirli bir idari, politik ve mali sistemi yaratacak anayasal sabiteleri olmayan hayali bir varlıktır. Velayet-i Fakih rejimi, kraliyet mi yoksa başkanlık mıdır? Parlamenter mi yoksa karma bir rejim mi? Devlet başkanının yetkileri nelerdir? Yasama Meclisi’nin yetkileri nelerdir? Devrimin dini lideri (Yüce Rehber) esasında sınırsız yetkileri olan mutlak bir hükümdar değildir, fakat aynı zamanda her şeyi düşünen ve karar veren, barış ve savaşın mimarı bir kişidir. Humeyni devriminden sonra kabul edilen İran anayasası ülkeyi bir fanusun içerisine attı. Hedef olarak çizilen şeyler hayali yapılardır. Öyle ki bu hedefler ne semadan ne de yeryüzünden gelmiş olamaz. İran varlığı, dünyanın gerçekliğini yok sayan bir varlığa dönüşmüştür. Bütün varlıklara karşı davranış biçimi, onları yeryüzünde yok sayma üzerine kurulmuştur.
Humeyni dünyayı ikiye böldü. İlki kendisine ve Şii inançlarına bağlı olanlar, diğeri ise düşman olanlar… Ve bu düşmanla muhakkak mücadele edilmeli ve bir şekilde onu dönüştürerek ilk kısma dâhil edilmelidir. Bu bölme, İran toplumunun kendisini de içeriyor: Fikri ve politik olarak bu rejime sadık olmayan herkes kendisiyle mücadele edilmesi gereken bir düşmandır. Artık bu, politik ve hatta inanç haline getirilmiş bir kuraldır. Sizinle aynı fikirde olmayanlarla güçlü bir şekilde mücadele edilmelidir. Şu soruyu sormamız aslında abestir: İran’ın düşmanı kimdir? Ama şunu merak ediyoruz; onun dostu kimdir? İran devriminin anayasasını okuduğumuzda doğrudan cevap verebiliyoruz. Zulüm, kibir ve tahakkümü ortadan kaldırmak için küresel bir savaşa giren herkestir. Ancak zulüm ve tahakkümün tabiatını belirleyen kriterler nelerdir ve reddedilen bu şeylerin yerini alacak olan alternatifler nelerdir? Bu başka bir aşamadır. “Kâinat, haksızlık ve adaletsizlikle dolduktan sonra dünyayı adaletle dolduracak” olan “Beklenen İmam/Mehdi” ortaya çıktığında gerçekleşecektir. Öyleyse Beklenen İmam’ın hayati öneme sahip görevini yapmasını engelleyen şey gerçek düşman ve zalimdir. O da barıştır. Velayet-i Fakih rejimi vaat edilen ve beklenen bu güne İran halkını hazırlamak için büyük bir para ve çaba harcamıştır. İranlıları bir fanusun içine sokan rejimim kimliği tam da budur. Bu yola girmeyen ya da bu yala muhalif olan herkes açık bir düşmandır ve İranlıların birçoğu bu uğurda hayatlarını feda etti. Diğerleri de acı ve ıstırap dolu bir labirentte kaybolup gittiler.

İran dışındakilere gelince, düşmanlık hem başlangıç hem de sondur. Ülke artık zihinsel anlamda siyasi ve ideolojik bir pazar haline gelmiştir. Sahibi ise Yüce Rehber’dir, mallarını ve fiyatlarını tanımlayan da odur. Bu pazarın geçerli akçesi ise akılları ve bedenleri ile insandır. İran, yurtiçinde ve yurt dışında, 400 yıl boyunca savaş olmaksızın bir dönem bile geçirmemiştir. Kalkınma, ilerleme ve aydınlanma planları hiç yapılmamıştır. Ülkenin, Orta Çağ karanlığından çıkarak modern gerçekliğin gelişmiş dünyasına nasıl geçeceği üzerinde kafa yorulmamıştır. Büyük veya küçük olsun fark etmez; dünyadaki her ülke belirli bir zaman dilimi içinde bu hedeflere ulaşmak için mali ve insan kaynaklarını harekete geçirmiş ve bu amaçla ana hedefler belirlemiştir. Tüm sektörlerdeki insanların yaşamlarının geliştirilmesi, devlet aygıtının, tüm yeteneklerini ve imkânlarını kullanarak gerçekleştirmek istediği temel bir hedeftir. İran devleti hangi hedeflerine ulaşmak için imkânlarını seferber etmiştir? Devrimini ihraç etmek için silah, para ve ideolojik mekanizmalarını harekete geçirmiştir. Bu durum, yakın ve uzak ülke ve topluluklardan bir düşman kitlesinin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı ve ülkenin gençliği heba oldu, kasaları boşaldı ve varlığı zayıfladı.

Kaçırılan fırsatların bedeli hüsrana uğramaktır ve kendisine dönecek silahı güçlü kılmaktır. İran-Irak Savaşı’nın sona ermesinden sonra, ABD, Avrupa ülkeleri ve Çin de dâhil olmak üzere büyük ülkelerde, bu uzun kanlı savaştan yeterince muzdarip olduktan sonra, İran’ın, mali ve insan kaynaklarını gelişmeye yönlendireceğine dair bir beklenti vardı. Tüm alanlardaki petrol ve sanayi şirketleri Tahran’a öyle bir akın ettiler ki Tahran’a uçak bileti bulmak dahi son derece zordu. Ne var ki Velayet-i Fakih ideolojisinin pazarı –ki büyük çarşı da budur” ülkenin tüm eklemlerine hükmeden yegâne gerçeklikti ve Tahran’a koşanlar esasında bu ülkede, beklenildiği kadar bir iş hacminin olmadığı konusunda ikna olmuşlardı.

Çin ve ideolojik pazardan ayrılan diğer ülkeler, zihinlerini ve hedeflerini yeniden inşa etti. Savaş sonrası İran’a yönelik beklentiler, bu tecrübelerden istifa etmesiydi. Ama hayal kırıklığı daha da arttı. İran, sadece Irak’la savaşmıştı ama savaş sonunda kendine birçok cephe açmıştı. İran’ın nükleer programı, uluslararası düzeyde olağanüstü halin ilan edilmesine neden olan en büyük savaştı. Bu dosyanın zorluklarına rağmen, eski ABD Başkanı Barak Obama’nın varlığı, İran’ın kendisini yeniden okuması için bir fırsattı. Obama, İran’ı uluslararası toplumun bir ortağı haline getirebileceğine inandı ve bundan dolayı da onu dışlayıcı bir politika izlemedi. Ve “5 + 1” topluluğu aracılığıyla tüm tarafları tatmin edecek adil bir anlaşmaya varmada başarılı oldu. Bu anlaşma, İran’ın dünyaya ulaşması için altın bir fırsattı ancak yılın mevsimleri gibi fırsatlar da sürekli değildi.

ABD’nin tavizsiz başkanı Donald Trump, seçim kampanyasına İran’ı da dâhil etti ve kazanırsa nükleer anlaşmayı geri çekme sözü verdi. Kazandıktan sonra da anlaşmayı iptal etti. Yeni Başkan bununla da yetinmedi ve İran’ın güçlü askeri kolunu oluşturan füzeler ve birçok ülkeye müdahalesi gibi konuları da bu ihtilaflı dosyalara ekledi. ABD başkanı, bu dosyayı İran’a karşı sert tavırlarıyla bilinen Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve Dışişleri Bakanı Pompeo’ya teslim etti. ABD’nin yaptırım urganı İran’ın boynuna sıkıca dolanmış oldu. İran dosyasının müzakerelerine katılan beş ülke, Amerika ile müttefik Avrupa ülkeleri de dâhil olmak üzere eski anlaşmaya bağlı kalacaklarını ifade ettiler. Ancak ekonomik ve askeri gerçekler şöyle diyor: Bu savaştaki dengeler, bu kararlılığı yok hükmünde kılıyor.

Avrupalı şirketler İran’la işbirliği yapma adına Amerika ile olan büyük ticari ilişkileri riske atamaz. Zira İran ile mali işbirliğinin büyüklüğü, küçük bir ABD eyaletinin sahip olduğu ticaret hacmi kadar dahi değildir. Çin, Rusya ve Hindistan’ın yanı sıra Türkiye ve diğer ülkeler de ticaretle ayakta duruyorlar. Bu ülkeler, Amerika ile aralarındaki anlaşmazlıklara rağmen İran’a daha mesafeli olmayı tercih edeceklerdir.

AB ülkeleri, İran’daki rejimin çökmesinden korkuyor. Zira bu durumun Ortadoğu’daki kaosu daha da artıracağını düşünüyorlar ve İran’ı dışlamama politikasının halen bir fırsat olduğuna inanıyorlar. Asıl sorun, İran rejiminin anti-Amerikan retoriğinin ideolojik rejiminin diğer bir yönünü oluşturmasıdır. Bu çıkara dayalı retorik, rejimin eklemlerinde politik ve finansal varlıklar oluşturmuştur. İran rejiminin bugün karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike, hayatın çilesini iliklerine kadar hisseden bunalmış sokaktır… Ne zaman patlayacak? Ve nasıl?