Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran’a sınırlarını bildirmek gerek | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) gerçekleştirdiği son ziyaret, Çin’i genel anlamda Körfez ülkelerine bağlayan sıkı bağları gözler önüne serdi. Bu ilişkinin önemini açıklamak üzere kâğıt üzerinde çok mürekkepler aktı. Bu gelişmeyi, BAE’nin siyasî yönetiminin, kendisi ve doğudan batıya dünyanın geri kalan siyasî ağırlık merkezleri ile arasında olan mesafeleri düzeltmeye yönelik ciddi bir girişimi olarak değerlendirmemiz mümkündür.

Öte yandan özellikle Amerikan yaptırımlarının ilk aşamasının uygulamaya geçirilmesinden sonra İran krizinin ciddi boyutlara varması, bize şu soruyu sorduruyor: Bu, (Arap) Körfez ülkeleri ile Çin arasındaki ilişkiler tarihinde belirleyici bir an mı? Çin’in artık kartlarını yeniden düzenlemesi ve İran ile Arap dünyasının geri kalanı arasında nihai tercihini yapması mı gerekiyor?

Aslında cevabı iki istikamette ele almamız lazım: Bu istikametlerden birincisi, Çin’in İran ile olan ilişkisine varırken ikincisi bizi Pekin’in Washington ile olan ilişkisine götürür.

Birinci istikamette yol alacak olursak; Tahran ve Pekin’in arasındaki ilişki sıkı ve çok boyutlu. Yani bu işbirliğinin ekonomik, siyasî ve askerî boyutları var. İkinci istikamette olanın yani Çin ve ABD arasındaki ilişkinin, dünyanın önde gelen iki kutbu arasındaki kaçamaklar ve manevralar olduğunu söylemek mümkün. Var olan bir kutup, bir on yıla belki daha fazlasına kadar, önce ekonomik daha sonra askerî olarak dünyanın tüm meziyetlerine tek başına sahip olabilir ve bir başka ejderha olarak sahneye çıkabilir.

İran-Çin ilişkileri, gücünün zirvesindeyse Çin-Amerika ilişkilerinde bunun tam tersinin hüküm sürdüğünü söyleyebiliriz. Hele de Donald Trump’ın Çin’e karşı ilan ettiği son ticari savaşı akla getirirsek. Aklımıza takılan şu: Çin, İran dosyasını intikam için bir koz olarak mı görecek yoksa en iyi durumda Çin’e en üst düzeyde kazanım sağlaması için ABD tarafı ile takas unsuru olarak mı kullanacak?

Çin’in İran’ın bölgesel ve küresel planda tahrip edici rolünü görmezden gelemeyeceğini söyleyebiliriz. Her ne kadar bu tahrip, komşu ülkelere ya da coğrafi olarak ondan uzak ülkelere yönelik olsa da, durum fark etmez. İran’ın nükleer başlıklı balistik füzelere sahip olması hiçbir şekilde Çin’in işine gelmez. Aynı şey, Rusya için de geçerli.

Bununla beraber bilişsel satranç oyunu, Çin’in Amerika’nın İran’a yönelik yaptırımlarını Trump’ın İran’a yönelik stratejisini baltalamak amacıyla neredeyse ABD’nin ayrıcalıklı bir hale geldiği olaya müdahale etmek için iyi bir fırsat olarak görebileceğini söyleyerek akıllara ve kalplere şüphe sızdırıyor. Bu ne demek oluyor?

Şüphe yok ki Tahran, Pekin ile olan ilişkisini bir kurtuluş kapısı olarak görüyor. Şöyle ki eğer Çin, İran’a yönelik ABD yaptırımlarını reddetmekte kararlı olursa kendisi ile işbirliğini sürdürür. Hatta İranlılardan petrol ithalatını en yüksek seviyeye çıkararak ve İran ekonomisine destek olmak için tali yollar bularak İran’ın kayıplarını telafi bile edebilir. Böylece diğer uluslararası güçler için takip edebilecekleri bir yol açılmış olacak. Bu da Trump’ın İran’ı baskılamak için gerçekleştirdiği kampanyayı baltalayacak. İki açıdan:

İlk olarak; ABD’nin İran ile olan nükleer anlaşmadan çekilmesine karşı çıkan Avrupalılar, Çin’in tutumunda İranlılar ile ekonomik anlamda daha fazla işbirliği yapmalarına yardımcı olacak ilerlemeci bir tını sezecek. Bu seziş de öyle ya da böyle Avrupa-Amerika ilişkilerindeki etkilerini gösterecek. Hâlihazırda kan toplamaya başlamış olan bu şişik, yakın gelecekte daha fazla kan biriktirebilir.

İkinci olarak; Çin’in tutumu, Rusya için taklit edilebilir bir tavır olacaktır. Demem o ki Çin ve Rusya arasında Ortadoğu’ya yönelik gizli bir rekabet ve Amerika’ya karşı verilen dünyanın 2 numaralı koltuğunu ele geçirme mücadelesi söz konusu. Putin’in Moskova’sı Körfez ve Ortadoğu’da ayartıcı parasal güçle donatılmış Çinlilere meydan bırakmaz. Hele de Rusya, dünyayı birden fazla kez ortadan kaldırmaya yetecek kadar nükleer başlıklara sahip bir büyük güçken.

Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca İranlılar, öncül düzenlemelerle ülkelerini uluslararası yalnızlıktan kurtarmak için çabaladılar. Bu çaba özellikle İran’ın Rus ve Çin ile olan ilişkilerini özel bir şekilde sağlamlaştırmaya odaklandı. Bilindiği üzere Çin, net bir şekilde İran’dan petrol ithalatına devam edeceğini duyurmuştu. Hem de ABD’nin bunu yapacak olanları önümüzdeki Kasım ayında yaptırımlara maruz kalacakları konusunda uyarmasına rağmen.

Çin, Trump’ın gölgesindeki Washington’un kendisine karşı gümrük yaptırımlarını uzun bir vadede sürdüreceğinin farkında. Bundan dolayı birçok gelecek senaryosu kurguluyor. Bunların arasında İran’ı bir yandan Çin’in sanayi devrimi için lazım olan enerjiye ulaşmak adına temel bir kaynak haline getirmek varken diğer yandan ürünlerini pazarlamak için bir pazara dönüştürmek yer alıyor. Arap Körfezi’nin ılık sularına ayak basıp oradan Akdeniz’e varmak da cabası. Bu, Pekin’in önümüzdeki on yıllarda evrenin yeteneklerini haiz egemen küresel kutupların dar çemberine yerleştirdiği jeopolitik ayrıcalıklara ulaşması anlamına geliyor.

Bununla birlikte Çin, 2010 yılında BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a yönelik yaptırımlarını onaylamıştı. Tabi geleneksel uluslararası ikilikle, İran’ın dünya çapındaki yalnızlığından faydalanarak arka kapılardan Tahran rejimi ile alışverişi de kesmeyerek…

Çinliler, her zaman Konfüçyüs’ün bilgeliğinin farkındaydı. Şimdi, İran’ı kendi sınırlarına koymak için belirleyici imtihan zamanı…