Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran’ın Arap toplumlarını parçalama stratejileri | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Üç gün önce, Salim Zahran Kuveyt’e ve Emirine saldırdı. Zahran, Meslah Araplarındandır.

“Direniş Hattı’nda” faaliyet gösteriyor kendisi.

Kendisi Cemil Seyyid ve Wiam Vahhab gibi haddini aşan konuşmalar yapmakla meşhur olmuştur.

Hamisinden (İran) korkulduğu için güvenlik veya yargının kovuşturmasına maruz kalmaz.

Zahran haftalar önce, Saad Hariri’nin Suriye’ye “Ayağı boynunda” gideceğini söylemişti. Birkaç genç Beyrut sokaklarına bu sözü protesto için çıktığında, özür diledi.

Kuveyt Devletine yönelik sözlerine Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, siyaset ve iş çevreleri tepki göstermesine rağmen henüz özür dilemedi.

Zahran’ın saldırma gerekçesi ise, Kuveyt Emiri’nin ABD’yi ziyaret etmesi ve Başkan Trump ile görüşmesi.

Güya bu ziyaret “Büyük Direnişe” ve İran’a karşı bir komploya delalet ediyormuş!

Politik ya da toplumsal açıdan Zahran’ın sözlerinin bir kıymeti yok.

Kuveyt’in Amerika’ya boyun eğdiği şeklindeki tasavvuru kendisine ait değil.

Bilakis Lübnan’daki Esed yetkililerinin yönlendirmesiyle konuşuyor, zira ilham kaynağı onlar!

Esedçiler ülke içinde elde ettikleri zaferlere rağmen son günlerde agresif tavırlar takınmaya başladılar.

Bu bağlamda Arap toplumlarını yıkma ve parçalama yönündeki planları ortaya dökülmeye başladı. Bu planın bir parçası haline gelen Şiiler olduğu gibi Sünniler de var!

Irak’ta mesela, Batılı gözlemciler Basra kaosunun gerçek nedenlerinin olduğuna inanıyor. Ancak, İran yanlısı gizemli bir azınlığın neden olduğu yıkım, askeri müdahaleyi haklı çıkarmak içindi. Neticede Basra yeniden Haşdi Şabi’nin kontrolüne girmiş oldu.

Basra’daki Haşdi Şabi’nin karargâhı ve İran konsolosluğu yakıldıktan sonra Haşdi Şabi’nin lideri Amiri, buradaki güvenliği korumak için “Seferberlik Tugayları” adı altında on tugayın oluşturulacağını duyurdu.

Protestocu gençlerin sorunu zaten, Haşdi Şabi milislerinin kendi şehirlerini abluka altına alması ve onları açlığa mahkûm etmesiydi. Şimdi ise Haydutlar güvenliği sağlayacak!

Bu ne demek?

Bu, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki toplumların yoksul ve vasıfsız paralı askerlere dönüştürüleceği anlamına gelir; daha da kötüsü bunların, karın tokluğu karşılığında öldürme ve yıkımlara kolaylıkla yönlendirilebilecek olmalarıdır.

Bu durum, Amerikan işgalinden sonra Irak’ta ortaya çıkmıştı; “muhalifler” İran’dan silahlarıyla geldiklerinde, tüm kenar şehirlerde ve kırsal bölgelerde yaşayanları etraflarına toplamışlar, “Ehl-i Beyt” adı altında çeşitli milis birlikleri oluşturmuşlardı.

Amerikalıların ve İran’ın rehberliğinde oluşturulan bu milisler, yıkıcı bir mezhep çatışmasına neden oldular. Neticede milyonlarca insan yerinden edildi ve yüz binlerce insan da öldürüldü. 2011’den sonra Maliki’ye karşı protestolar yoğunlaştığında DEAŞ ortaya çıktı ve Şii otorite Sistani “topyekûn cihad” fetvası yayınladı. Haşdi Şabi fenomeni böylece sahaya inmiş oldu.

Amerikalılar ve askerler DEAŞ’ı buradan atınca, Haşdi Şabi şehir ve kasabalara güvenliği sağlama bahanesiyle yerleşti. Buraları tamamen kontrolü altına aldı ve adeta köleleştirdi. Artık onların nezdinde Anbar, Selahaddin, Diyala ve Ninova’da yaşanların hepsi gizli birer DEAŞ mensubuydu!

Üç yıl önce Irak’ın eski Başbakanı İyad Allavi ile Irak’taki Sünni liderlerin Irak’tan Amman’a ve Türkiye’ye göç olgusunu müzakere ediyordum.

Allavi, bu durumun esasında tam bir felaket olduğunu, temel nedeninin Maliki’nin baskısı olsa da Arapların sahada olmamasının da bunda etkili olduğunu söylemişti. Ancak –bana dediği kadarıyla- daha tehlikeli bir olgu var:

Sünni bölgelerde önceden Maliki ile işbirliği yapmış ya da Ürdün ve Türkiye’den dönmüş bazı “politikacılar” türedi. Bunlar bazı kabile reisleri ile beraber kendi bölgelerini kontrol eden Şii milisleri ile işbirliği yapıyorlar. Bu milislerin yaydıkları korku DEAŞ’tan hiç de az değil. Son seçimlerin öncesi ve sonrasında, “Haşdi Şabi” milisleri tarafından üç kabile reisinin öldürüldüğünü duyduk.

Ayrıca bazı kimselerin Hadi Şabi milisleri ile pazarlıklar yaptıkları söyleniyor. Kendi bölgelerinden çekilmeleri kaydıyla, kendilerinin siyasi anlamda destekleneceği vaadinde bulunuyorlar.

Bu gerçek, Anbar’lı genç Muhammed Halbusi’nin Irak Meclis Başkanı olarak seçilmesi ile ortaya çıkmıştır. Seçimlerde “ Anbar kimliğimizdir” şeklindeki listeyle dolaştı. Ancak anlaşıldı ki, eski ve şimdiki gerçek kimliği ne yazık ki aslında Haşdi Şabi liderlerinden Hadi el-Amiri’ymiş!

Irak toplumu, yaşadıkları korkunç savaşlar ve çatışmalardan sonra –ki buna Amerikalılar, mezhepçi milisler, DEAŞ, milis gibi davranan ordu ve polis birlikleri katıldı- büyük bir yıkım yaşadı. Bu toplumun fertleri, her ne kadar küçük düşürülmüş, özgürlüklerini ve onurlarını kaybetmiş olsalar da bunları unutmak ve evlerine yeniden sağ selamet dönmek istiyorlar.
Lübnan’da Hizbullah, en fazla tahrip olmuş şehir ve kasabalarda kendisine bağlı Sünni milisler oluşturdu. Bu milisleri Trablus’ta ve Alevilerin azınlıkta olduğu bazı yerleşim yerlerinde kullandılar. Bu şehirlerin parçalanmasını ve işgalini bu şekilde sağlamaya çalıştılar. 2008’de de Beyrut’u işgal ettiler. Ancak, tüm bunlara rağmen, kuzey Lübnan bölgelerinde –çoğunluğu Sünni’dir- büyük bir Sünni milis gücü kuramadıkları için başarılı olamadılar.

Bütün çabalarına rağmen Trablus’ta başaramadıklarını, Şeyh Ahmed Esir’in ortaya çıkması ile Sayda ve civarında başardılar. İmamlık yaptığı camide silah depoladığı gerekçesiyle camiye baskın yapıldı, gizemli çatışmalar yaşandı ve cami cemaati ve askerlerden onlarca kişi öldü. Birkaç saat içinde “Direniş Tugayları”, ordu istihbarat servisinin yardımıyla şehrin kontrolünü ele geçirdi ve Sayda’daki durum Beyrut’taki gibi oldu. Bu durum esasında son seçimlerin siyasi sonuçlarından biridir.

Çarpık seçim yasası, seçmen bölgelerinin oluşturulmasındaki dengesizlik ve seçimlerin yönetim şekli, Müstakbel Hareketi’nin Sünni ve Sünni olmayan birçok milletvekili kaybetmesine neden oldu. Kaybettiği 16 milletvekilinin 10’u Sünni iken 6’sı da Parti destekçilerindendi. Yanlış kararlar ve seçimler nedeniyle, Millet Meclisi’ndeki milletvekili dağılımda ciddi dengesizlikler ortaya çıktı ve bu arada Cumhurbaşkanı da tarafsızlığını yitirdi. Başbakan adayı hükümetini bugüne kadar oluşturamadı. Parti, elindeki silahın verdiği güçle, siyasi sistemi kendi kontrolünde tutuyor gibi görünüyor. Ordu ve güvenlik güçlerini, anayasal kurumları ve hassas görevleri kontrol altına aldığından beri, -birkaç kez yaptığı gibi- silahını doğrudan kullanmaya ihtiyaç duymuyor.

Irak’ın yeni Meclis Başkanı yaptığı ilk açıklamada, ABD’nin yaptırımları karşısında İran’a destek verileceğini ifade etti ve İran Meclis Başkanı Ali Laricani’yi Irak’a davet etti. Bütün bu açıklamalar, tükenmiş ve parçalanmış bir durumda olan, askeri anlamda Amerika’ya muhtaç olan Irak’ta yapılıyor. Aynı şey Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri tarafından da dile getirildi: “Lübnan ve Suriye siyasi ikizdir, dolayısıyla Lübnan’ın ABD’nin yaptırımlarına karşı İran’ın yanında durması gerekir!”

İran’ın ABD’nin yaptırımlarına karşı koyma stratejisi, Irak, Suriye ve Lübnan’da bir dizi büyük milislere dayanıyor. Yerel toplulukları bunlarla terörize ediyor ve o ülkenin İran karşısında boyun eğmesi sağlanıyor. Direnişin güçlü olması durumunda ise ülkenin önemli tesisleri ve kurumları yerle bir ediliyor. Ama sadece bu yöntemler uygulanmıyor; üç ülkeden (Irak, Suriye ve Lübnan) bazı kesimleri gözlerine kestirip bunlarla işbirliği yapıyorlar. Bunlar genelde savaştan yorgun düşmüş kitleler oluyor. Evlerinde kalabilme karşılığında işgalcilerle işbirliği yapmaya istekli olabiliyorlar. Zayıf karakterli bazı kimselere göstermelik görevler veriliyor. “Haşdi Şabi” ve İran yanlısı milisler Kuveyt’i tehdit ettiler. Arap kardeşleriyle birlikte hareket etmeye devam etmesi halinde, Kuveyt’in iç istikrarını sarsacaklarını ifade ettiler. Hassan Nasrallah ise, Uluslararası Adalet Divanı’nın ateşle oynadığı ifade ederek, Parti militanları hakkında olumsuz karar çıkarmaması hususunda uyarıda bulundu. Hariri, aynı mantıktan yola çıkarak, istikrarın her şeyden önemli olduğu söylüyor, ancak hepimiz biliyoruz ki adalet istikrarın temelidir, tersi doğru değil.

Suriye tam bir harabeye dönmüştür. Bu harabenin kalıntıları üzerinde İranlılar ve diğerleri duruyor. Irak ve Lübnan’da milislerin yanında parti ve İran’a sadık grupları görüyoruz.

Dikkat çekici bir konu da, Amerikalılar, İran saldırılarına karşı Körfez ülkeleri de dâhil olmak üzere Arapları dayanışma içinde olmaya davet ediyor. Ama her ne hikmetse işler Esed, Maliki, Nasrallah ve Husilerin istediği istikamette ilerliyor!

Oysa gerçek güç ve kuvvet kaynağı sadece Yüce Allah’tır!