Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Abbas’ın konuşmasının satırları arasından anlam çıkarma | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Filistin lideri Mahmud Abbas’ın ‘Merkez Kurulu’ toplantısı konuşması, başkanların alışılagelmiş konuşmalarından farklı oluşu ve toplantıda alınan kararlardan daha fazla ses getirmesiyle damgasını vurdu.

Abbas’ın bu ateşli, İsrail basının tabiriyle, ‘Allah belanı versin’ konuşması, istisnai bir konuşmaydı.

Konuşmanın satırlarını ve satır aralarını okumakta mahir analistler Abbas’ın konuşmasını istedikleri şekilde yorumlayabilirler, bence, Abbas, bu konuşmayı İsrailliler ve Amerikalılar ile süregelen oyunu korumak için yapmıştır.

Abbas’ı bilenler bilir; Oslo sürecini başlatmış, başkan olmadan önce dahi etkinliğini sürdürmüş, ortada oynanan oyunun kurallarını koymakta ortak olmuş ve mahir bir şekilde oynamıştır. Dolayısıyla, Abbas, kriz dönemlerinde ve tribünlere oynanması gereken zamanlarda kullanması gerektiği gerilimli dili kullanmaktan çekinmemiş, ama diğer taraflara da hiçbir kapıyı  kapatmamıştır.

Rahmetli Yaser Arafat küfürlü diplomasi dilini kullanmasını bilirdi, zira bu dil kendisine pahalıya patlayacak pozisyon almaktan kurtarıyordu. Mahmut Abbas ise, küfürlü dil kullanmaktansa, ABD ve İsrail’le oynadığı komplike ve popüler olmayan oyunun devamını getirmek için gerilim dili duvarının arkasından mücadele etmeyi uygun görmüştür.

Filistinliler, ‘Allah belanı versin’ tabirini sevdi, ve en değerlileri olan Kudüs’ü İsrail’e verene uygun olduğunu gördü. Fakat bu ‘Allah belanı versin’ serzenişi Abbas’ın müzakerelere devam etme arzusu ve Trump’ın müzakereye yanaşmadığı iddiası bağlamındaydı. Abbas, Trump’la karşılaştığı dört buluşma ve sayısız telefon konuşmasında ABD’li muhatabına müzakerelere karşı olmadığını, dolayısıyla ABD’li başkanın duruşunun gerçeklerle bağdaşmadığını dile getirmiştir.

Radikal dilin arkasında Abbas Amerikalılara suları eski mecrasına sokmak istediği mesajını ulaştırdı. Bunu yaparken de ABD’den Doğu Kudüs’le ilgili uluslararası pozisyona uygun bir pozisyon almasını isteyerek makul ve gerçekleştirilebilir bir şart koştu. Abbas’ın bunu Trump’ın Kudüs kararından sonra açıklaması dahi bir uysallık belirtisidir. Daha da ileri giderek Washington’dan temsilcisini geri çağırdı ve üstüne üstelik Merkez Konsey konuşmasını izlemek üzere Amerikan Konsolosunu davet etti. Abbas’ın açıktan söylemedikleri de var tabii ki. O da ‘Yüz yılın Anlaşmasından’ vazgeçmelerinin mümkün olmadığını bilmesine rağmen Amerikalılarla diyalog yollarını açık bırakmasıdır. Belli ki, Abbas anlaşmayı bir şekilde etkilemek istiyor. Bu sayede Arap ve Avrupalılardan alabildiği desteği arıyor.

İsrail’e gelince; hassas konuların ele alınmaması için Abbas Arapçanın parlak dehasından yararlandı; Filistin devletinin İsrail’i tanınmasını karşılıklı tanınma gerçekleşene dek askıya aldı. İsrail’i tanıma yetkisini de gerçekte işlevi olmayan İcra Komitesine devretti, üstüne üstelik güvenlik koordinasyonu işlevini de aynı komiteye devretti. Bu da yetmezmiş gibi, Paris Anlaşmasını geçersiz saymayı ve İsrail’le ekonomik irtibatı keserek, ekonomik özerklik gibi gerçekleşmesi imkansız konunun uygulamasını yine aynı komitenin uhdesine verdi. İmkansız diyoruz, zira; İsrail’le ekonomik ilişkileri bitirmenin yolu yok gibi gözüküyor. Batı Şeria ile İsrail arasında mal ve işçilerin geçişi için onlarca geçiş noktası varken ve geçtiğimiz yıl İsrail’den Gazze’ye Kerm Ebu Salim kapısı aracılığıyla dört milyon tonluk mal geçişi sağlanmışken bu tür bir özerklikten bahsetmek, tabii ki, mümkün görünmüyor.

İsrail’in Başkan Abbas’ın konuşmasının her kelimesini ABD yönetimini kışkırtmak ve Filistinlilere karşı sert tedbirlerini haklı çıkarmak için kullanacağı açıktır. Netanyahu’nun Hindistan’dan verdiği yanıtta yeni bir şey yoktu, Gabai ve Livni’nin Başkan Abbas’a yanıtları dahi İsrail’in duruşlarında değişiklik olmayacağını, yeni bir şey taşımayacağını ortaya koydu.

Abbas’ın sorunu, zayıf yetenekli yardımcılarının çoğunun gerçekte ne isteyip istemediğini bilmemesi ve dolayısıyla aşırılığa kaçmaları. Bunu “Merkez Konseyi” toplantılarından önceki olaylarda ve hatta oturumlar sırasında söylenen konuşmalarda da gördük. Abbas’ın yardımcıları çıtayı çok yükselttiler, fakat toplantı sonrası kararlar okunduğunda, kullanılan dilin aşırı olup olmamasının bir tavan oluşturmadığını ya da çıtayı azaltma etkisi olmadığını anladılar. Yani, yeni bir şeyin asla olmadığını anladılar.