Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

ABD-Avrupa ilişkilerindeki çatlağın bedeli | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz İngiltere’ye gerçekleştirdiği ziyaret, ABD ve İngiltere arasındaki ilişkiye ışık tutmak adına idi.

Bu ilişki, nispeten hala güçlüyse de ABD’nin okyanus ötesinde Avrupa’nın geri kalanıyla olan ilişkilerinde görünen geniş çaplı meydan okumalar ile karşı karşıya. Tüm tarafları ilgilendirmese de Ortadoğu da bu meydan okumaların bir parçasıdır ve bundan kârlı çıkanlar, İran, Rusya ve Çin olacaktır.

ABD-Avrupa ilişkilerine dair söz etmeden önce Avrupa’da Ortadoğu’daki çekişmelere yönelik ortak bir tutumdan bahsetmenin mümkün olmadığını hatırlatalım. Öncelikle İngiltere’nin AB’den yaklaşan çıkışı, Birleşik Krallığın, birçok meselede Avrupa’nın geri kalanından çok daha fazla ABD ile uzlaşması sonucunu verebilir.

Sonra, bölgedeki farklı çekişmelerin üstesinden gelme konusunda Avrupa ülkeleri bizzat kendi için farklı düşünmektedir. İtalya, Libya yoluyla Afrika’dan gelen yasadışı göç sorunu ile Libya’da ‘sahil güvenlik’ olarak çalışan silahlı gruplara Akdeniz üzerinden Avrupa’ya giren göçmen grupları engellemesi karşılığında para ödediği bireysel bir düzenleme ile başa çıkma yoluna girdi. Fransa ise Suriye’deki askeri sürece bizzat dâhil oldu. Hem de sadece DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyonun bir parçası olarak değil aynı zamanda Nisan ayında kimyasal silah kullanımının ardından Suriye rejimini hedef alarak atılan İngiltere-Amerika-Fransa füze saldırılarının etkin bir katılımcısı olarak. Fransa’nın bu hareketi, herhangi bir askeri müdahaleye karşı çıkan Almanya’nın tutumunun tam tersi. Birleşik Krallık ise diğer Avrupa ülkeleri, yapılan yardımlar terör örgütlerine akacak bahanesi altında desteği durdururken Suriye’deki sivil topluma destek olma çabalarını sürdürdü.

Avrupa ülkelerinin kendi içinde ve ABD ile yaşadığı Ortadoğu konusundaki bu ayrışmalar, bölge için ortak bir anlayışın olmamasından değil farklı ulusal önceliklerden kaynaklanmaktadır. Örneğin; kıta Avrupa’sı ülkeleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki çekişmelere temel anlamda yasadışı göç zaviyesinden bakıyor. Hâlbuki ABD’nin bu çekişmelere öncelikli bakışı bu şekilde değil.

ABD ve Avrupa arasındaki temel ayrışma, Ortadoğu’nun her kamp için göreceli önemi ile ilgilidir. Mevcut Amerikan yönetimi, bölgedeki çatışmaları siyasi öncelik olarak görmüyor gibi. Avrupa da sadece, coğrafi yakınlık Ortadoğu’dan doğacak bir tehdidi daha etkili kılacağı için daha ilgili. Ancak bu demek değildir ki Avrupa’daki politikalar, ABD’dekinden daha iyi.

Avrupa, ahlaki bağını kaybediyor; değerleri ile uygulamaları hiçbir zaman örtüşmüyor. Bir Avrupa ülkesi diğeri ile büyük oranda ayrışıyor. Daha önce de işaret edildiği üzere İtalya’nın Libya üzerinden gelen yasadışı göçmenlerle başa çıkma yöntemi bu durumun bariz bir örneğidir. Avrupa nüfuzunu da kaybediyor; AB’nin hâlihazırda Ortadoğu’daki etkinliği alışılmış olanın altında. Bunun sebebi ise Avrupa’nın iç işleri ile ilgilenmesidir. Avrupa aynı zamanda birliğini de kaybediyor; İngiltere’nin AB’den ayrılışı ve diğer birtakım kopmalar, Ortadoğu meselelerine karşı birleşik bir Avrupalı tutumun oluşmasını zorlaştırıyor. Uluslararası düzeyde siyasi merkeziyetini de yitiriyor. Özellikle de Ukrayna krizi gibi içerideki krizleri çözmekten aciz olduğu ortaya çıktıktan sonra. Avrupa’nın zayıf noktaları ile Obama hükümetinin Suriye’deki kötü kriz yönetimi, diğer meseleler üzerinden Ortadoğu’da kendi çıkarlarının peşinde koşan Rusya ve Çin’in önünü açtı.

ABD ve Avrupa arasındaki bir diğer anlaşmazlık mevzusu: İran. ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesi, orta vadede İran’daki rejimi değiştirme isteğine yorulabilir. Bazı Avrupa ülkeleri, bu senaryonun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ele alıyor. Bununla birlikte AB, hala nükleer anlaşmayı kurtarmanın derdinde ve İran’daki mevcut rejime büyük oranda esnemiş gözüyle bakıyor. Avrupa bu noktada İran’ın mevcut rejimi ve onun barış ve istikrarı tehdit edici rolünden Amerika’ya göre daha az endişeli gibi görünüyor.

Dolayısıyla Ortadoğu işleri konusunda İran, bugün ABD ve Avrupa arasında temel ayrışma noktasını oluşturuyor. Avrupa, nükleer anlaşmanın gelecekte daha geniş çaplı anlaşmaların yolunu açacağı düşüncesinden hareketle mevcut durumu korumayı yeğliyor gibi duruyor. ABD ise buna şiddetle karşı çıkıyor. Bu sürtüşme, (İran rejiminin işine yarayacak ‘bölünmüş Batı’ tuzağına düşmekten ziyade) ABD ve Avrupa arasında bir işbirliği yoluyla aşılabilir. Yani taraflar, İran’ı teşvik etmek veya ona baskı uygulamak için ‘iyi polis’ ‘kötü polis’ rolü oynayabilir. Bu, dikkatli bir denge ile iyi bir planlama ve uygulama gerektirir.

Bununla beraber Avrupa, bu yola girmek için gerekli vizyon ve yaratıcılığa sahipmiş gibi durmuyor. Yaptırımlar sebebiyle Amerika’nın İran’da ticari faaliyetler ve yatırımlar yapan Avrupalı şirketlere yönelik baskısının artmasıyla ABD ve AB arasında İran konusundaki uçurum büyüyebilir. Nitekim birçok Batılı şirket, Amerikan baskısı nedeniyle İran’dan çekilmekte.
Ancak tüm bunlar, ABD ve Avrupa arasında Ortadoğu’da bir işbirliği için açık kapı bulunmadığı anlamını taşımaz. İstikrara destek olmak ve Irak’ın yeniden inşası, her ikisinin de önceliği olmalı. Bu, Suriye’deki sivil topluma destek için de geçerli. Nitekim Suriyeli sivil toplumun özellikle rejimin zorla ele geçirdiği bölgelerde bu sürekliliğe ihtiyacı var. ABD, Suriye çekişmesi için pratik bir çözüm geliştirirse Avrupa’nın bunun uygulanmasında bir rol alması mümkün olabilir.

İş Ortadoğu’ya gelince okyanus ötesi ilişkinin karşılaştığı temel sorun, işbirliği için uygun zeminin olmaması değildir. Zira iki tarafın birlikte çalışabileceği birçok mesele var. Sorun, yaratıcı bir ortaklık için siyasi bir iradenin olmamasıdır. Bu irade boşluğu, İran, Rusya ve Çin’e bölgeyi siyaset, güvenlik ve ekonomi bakımından boğmaları için meydan verecektir.