Avrupa Birliği (AB), 2015’de patlak veren göçmen krizinin ardından hala somut ve etkili bir göç politikası oluşturamazken, birliğin düzensiz göçü kontrol etmek için yeni adımı dış sınırlarını güçlendirmek oldu.
AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker’in “Birliğin Durumu” konuşmasının ardından kıtanın dış sınırlarının korunmasına yönelik çalışmalar yoğunluk kazandı.
Bu çerçevede Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı’nı (Frontex) güçlendirme kararı alan AB, aynı zamanda üyeleriyle sınır paylaşan üçüncü ülkelerle de anlaşma imzalama çabalarını yoğunlaştırdı.
AB’nin yeni sınır muhafızları
AB’nin göç politikası 1992’de ortaya çıkmış olsa da göçmenler sınırlara akın edene kadar arka plana atılmış bir politika olarak değerlendiriliyor.
Tekrar gündeme gelen politikayla, AB özellikle üyelerle sınır paylaşan ülkelerle anlaşmalar yoluyla sınırlarını güçlendirmeyi amaçlıyor.
Rakamlar da AB’nin yakın zamanda dış sınırların kontrolüne verdiği öneme işaret ediyor.
Birlik “dış sınırların yönetimi, göç ve iltica” için 2021-2027 bütçesinde ciddi bir artışa gitmeyi planlıyor.
Bu alanlar için bir önceki bütçe dönemi olan 2014-2020’de 13 milyar avro kaynak ayıran AB, yeni dönemde bu miktarı yaklaşık iki buçuk kat artırarak 34,9 milyar avroya yükseltmeyi planlıyor.
Frontex’in güçlendirilmesinin gündeme gelmesiyle ise anlaşmalar uyarınca bu ülkelere sınır ajansı muhafızları yerleştirilebiliyor, düzensiz göçmenlere karşı ülkenin rızasıyla yerel güçlerle operasyon düzenlenmesinin önü açılıyor.
Yakın zamanda Arnavutluk ve Sırbistan’la “dış sınırların kontrolünü artırmaya” yönelik bir anlaşmaya imza atan AB’nin Frontex vasıtasıyla onlarca ülkeyle benzer anlaşmaları bulunuyor.
AB, bu anlaşmalarla güvenlik için sınırlarını güçlendirmeyi amaçladığını söylese de ortaya çıkan tablo esas hedefin göçmenlerin kıtaya ulaşmasını engellemek olduğu görülüyor.
Böylelikle AB, göçmenleri kendi sınırlarının dışında tutmak için bu ülkeleri adeta “yeni sınır muhafızlarına” dönüştürüyor.
“Göçmenleri ölümcül rotalara itiyor”
Amsterdam merkezli Transatlantik Enstitüsü Araştırmacısı Nick Buxton, AB’nin tekrar ivme kazandırdığı göç politikasıyla kıyılarına ulaşan göçmen sayısını azami düzeye indirmeye ve böylelikle sorunu kamuoyunun “gözünün önünden uzaklaştırmaya” çalıştığını savundu.
AB’nin kendini “güçlü kalelerle donatılmış bir şatoya” dönüştürdüğünü ifaden eden Buxton, “AB’nin göçmenleri dış sınırlara itme politikası tamamiyle göçmen hayatını korumayı gözardı ediyor. Bu politika sonucu göçmenlere Avrupa’ya geçmeleri için güvenli herhangi bir yol bırakılmıyor ve göçmenler ölümcül ve tehlikeli rotalara itiliyor.” diye konuştu.
Buxton, politikayı “felaket” olarak nitelendirerek, AB’nin göçe neden olan temel nedenleri gidermek yerine daha fazla eşitsizlik, şiddet ve baskıyı teşvik ettiğini belirtti.
AB’nin güçlü bir şekilde savunduğu insan hakları gibi değerleri bu tür anlaşmaları yaparken tamamen gözardı ettiğine işaret eden Buxton, “Sınırların dışsalaştırılması baskıyı, hatta göçmenlerin köleleştirilmesini teşvik ediyor ve daha fazla göçmen ölümüne neden oluyor.” ifadesini kullandı.
AB’nin “insani politika” imajı zedeleniyor
Esasen AB gerçek göçmen kriziyle 2015’de kıtaya yoğun göçmen akını yaşandığında karşılaştı. Halihazırda kıtaya yönelik göç yüzde 67 azalmış olmasına rağmen, birlik yetkilileri tartışmalı politikaları sürdürmekte kararlı görünüyor.
Göçmenleri kıtadan uzak tutmak kısa vadede kamuoyunu “sakinleştirmeye” yarasa da, kalıcı ve etkili bir göç politikasından çok uzak kalıyor.
Diğer yandan, göçmen hayatını hiçe sayan bir politikayla sonuçlanan uygulamalar, insani değerlere verdiği önemle küresel siyasette isim yapmaya aday AB’nin imajını da ciddi bir şekilde zedelemeye aday görünüyor. AA