Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

ABD’liler, İranlılar ve diğer meseleler | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İranlılar, içinde bulundukları durumu da bakarak, şimdiye kadar Trump’a gerektiği gibi direndiklerine inanıyorlar. Ama bu direnme, onların çıkarlarını asgari düzeyde dahi olsa sağlıyor mu? İranlılarla iyi ilişkileri olan Iraklılar bana şunu söylediler:

İran’da iki grup değil, üç grup var ve bunların her biri Hamaney’e bir çözüm ya da çıkış yolu önerdi. İlk grup olan Devrim Muhafızları, direnmenin ve geri çekilmemenin, savaşta zafere götüren bir yol olduğunu düşünüyorlar. Buna delil olarak da son yirmi yılı, yani Bush (Oğul) ve Obama dönemini gösteriyorlar.

İlk üç yılda (2002-2005) durum, iki taraf açısından da zordu, İran rejimi önce her şeyi reddetti, sonra biraz yumuşadı ve ardından ikili oynamaya başladı, sonrasında ise ABD’nin Irak işgalini kabullendi. Fakat işgalden sonra silahlı ve silahsız güçlerin hepsi -ABD’nin bazı teknokratları da buna dâhildir- İran’ın destekçileri oluverdiler. 2003 ve 2006 arasında, teknokratlar ülkelerine geri döndüler ve Irak’ta Amerikalılar ve İranlılar doğrudan ilişki kurmaya başladılar. Obama yönetimi bu işbirliğini devraldı ve bunu geliştirdi, İran rejimi ise Obama’nın nükleer anlaşma karşılığında İran’a her isteğini vereceğine emindi.

Trump ise şimdi, İran rejiminden nükleer dosyanın yeniden müzakere edilmesini talep ediyor.

Devrim Muhafızlarının komutanları açısından buna engel bir durum yoktur, yeter ki şu iki şeyin devamı sağlansın; balistik füzeler ve dış müdahaleler. İranlı milisler Gazze, Yemen ve Suriye’de, yumuşak güçler ise Irak ve Lübnan’da dişlerini gösterene kadar bu şekilde devam etmesini arzu ediyorlar.

Irak’ta, Devrim Muhafızlarına bağlı komutanlardan biri şunları söyledi: “Müttefiklerimiz aracılığıyla üç anayasal makamı aldık: Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve Meclis başkanlığı…

Daha büyük bir güven kazanmak için içişleri ve savunma bakanlıklarını da elde etmemiz gerekiyor. Lübnan’da ise, cumhurbaşkanlığı ve Meclis Başkanlığı makamları bizdedir ve artık başbakanlık makamını elde etmenin yollarına bakmalıyız. Çıkarlarımız tehdit edilirse, Lübnan hükümetinin oluşumunu aksattığımız gibi Irak ve Lübnan’da da engelleme, sabotaj veya rehin alma yollarına başvurabiliriz.”

İkinci grup ise, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanına yakın kimselerdir ve bunlar daha fazla direnmeye güçlerinin kalmadığını görüyorlar. Ummanlılar, İsrailliler ve İngilizler aracılığıyla Trump ile müzakere etmenin yollarının aranması gerektiğine inanıyorlar. Özellikle de, Irak ve Lübnan’da İsraillilerle bir tür ortaklıklar kurmuş kesimler aracılığıyla… Aynı zamanda, Çin, Rusya, Hindistan ve pek tabii ki Avrupalılar aracılığıyla yaptırımlardan mümkün olabildiğince kaçmak.

Üçüncü grup, tüccarlardır ve bunları işadamları ve eğitimli orta sınıf temsil ediyor. Sorunun ABD’de değil, bilakis mevcut rejim ve onun uzun bir zamandır iç ve dış politikada bitip tükenmek bilmeyen isteklerinde olduğunu görüyorlar.

Bu nedenle, ABD ve İsrail’in kuşatma ve dış baskılarını kolaylaştırmayan veya buna hizmet etmeyen radikal değişikliklere ihtiyaç olduğunu düşünüyorlar. Bu baskılar İran içinde geçici bir dayanışma ortamı yaratacaktır, ancak pek çoğu yabancı düşmanlarla işbirliği yapmakla suçlanmamak için protesto ya da isyan çıkarmakta tereddüt edeceklerdir. Bölgedeki ve dünyadaki İran politikaları ile ilgili sorun, kendilerine sürekli düşman yaratmaları, ya da dostlarını düşmanlara, münafıklara ve çıkarcı kimselere dönüştürmeleridir.

Çoğu Iraklı Şiiler, seçim sonuçlarındaki başarıya rağmen artık İran’ı sevmiyorlar. Lübnan Şiileri, İran’ın çıkarlarını gerçekleştirmek için mücadelenin ön safında olmaktan mutluluk duymuyorlar. Öyleyse İran halkını sürekli olarak açlığa mahkûm eden, etnik gruplar ve unsurlar arasında gereksiz ve haksız yere gerginlikler yaratan bu stratejik çıkarlar gerçekten gerekli midir?

Vermiş olduğumuz bu ön bilgiler göstermektedir ki İranlı halk grupları değişimin potansiyeli konusunda ümitsizler. Yapacakları iç baskılarla bir iç reformun gerçekleşme ihtimalinin çok zor olduğunun farkındalar, zira 2009 tecrübesi bunun en büyük şahididir. Şimdi ise daha da zor hale geldi, çünkü Trump’ın politikaları nedeniyle “Rejim” doğrudan bir krizle karşı karşıya bulunuyor. Bu nedenle, İran rejimi – halk protestolarına aldırmaksızın – ilk iki yaklaşımdan birini veya her ikisini birden uygulamaya koyacaktır.

Irak ve Lübnan gibi ülkelere baskılarını artıracaktır. Irak’taki mali ve ekonomik istikrarı tehdit edemezler ise, bunu Lübnan’da başarmak isteyeceklerdir. Irak’taki içişleri ve savunma bakanları etrafında bir kriz yaratarak baskı yapmaya başladılar bile ve aynı baskıyı Lübnan’daki parti, hükümetin kurulmasını engelleyerek yapmaya çalışıyor.

Bundan iki şeyi hedefliyorlar: Geçen aylarda görüldüğü gibi cumhurbaşkanının elini kolunu bağlamak ki esasında çözümsüzlük de çözüm de onun elinde. Diğer hedef ise: başbakanı daha da zayıflatmak ve partiye veya Suriye rejimine yakın birini başbakanlık için aday göstermek. Diğer bir ifade ile Hariri dışında birinin adaylığını öne çıkarmak.

Esasında bunun olması mümkün değildir, zira Sünni kesimin önde gelen isimleri Hariri’yi destekliyor. Dolayısıyla Partiden gelecek hiçbir teklifi kabul etmeyeceklerdir. Nasrallah’ın aday gösterdiği kimseler ya kendilerine tamamen bağımlı kimseler ya da Müslümanlar arasında hiçbir ağırlığı olmayan karaktersiz kişilerdir.

Peki, Trump, İran’dan gerçekten ne istiyor? O, ara ve başkanlık seçimlerinde Yahudilerin oylarını almak istiyor. İran’ın İsrail’e karşı şimdi veya gelecekte bir tehdit oluşturmasını istemiyor.

İkinci amaç ise, 1970’lerin sonlarından beri Amerika tarafından dondurulan ve el konulan, şimdilerde ise milyarlarca dolara ulaşan İran’ın paralarını geri iade etmemektir. Görev süresinin sonuna doğru Obama, 2015 yılında yaptırımları kaldırdıktan sonra bu paraları parça parça göndermeye başlamıştı.

Üçüncü amaç, İran’ın, bölgedeki ABD müttefiklerine karşı bir tehdit olarak kalmamasıdır. Hürmüz Boğazı, Kızıldeniz ve Umman Denizi’ndeki deniz koridorlarında tehdit olmaktan çıkmasını istiyor. Peki, bundan sonrası için beklenenler ve beklentiler nelerdir?

Birçoğu, ABD’deki ara seçimlerin sonucunu bekliyor ve Cumhuriyetçiler her iki mecliste de kaybederse, birçok şeyin değişeceğini düşünüyorlar. Bu beklenti içinde olanlar bir konuda hata yapıyorlar, İran’a karşı politikanın olası değişimi.

Kongrenin her zaman İran’a karşı düşman ve İsrail’e karşı da dost olduğu bilinmektedir.

Bu nedenle, seçimlerin sonuçları ne olursa olsun, İran’a yönelik politikalarda ve İsrail’i koruma planlarında bir değişiklik olmayacaktır.
Bu, yaşanacak çöküşlerin, İran’ı teslim olmaya değil müzakere ve pazarlık etmeye zorlayacağı anlamına mı geliyor?

Çöküşün belirli sınırları aşmayacağını ve tarafların birkaç ay sonra müzakere masasına oturacaklarını tahmin ediyorum. Ve İran bu arada milisleri aracılığıyla Irak, Lübnan, Afganistan, Yemen ve muhtemelen Gazze’deki baskısını artıracaktır.

Müzakereler başlarsa, bir sır olarak kalmayacaktır, çünkü İran kendince zafer kazanmak isteyecektir, zira kendileri reddettikleri hale Trump yönetiminin bu müzakereye mecbur kaldığı şeklinde bir propaganda yapacaklardır. Esasında bu bilgi de doğru değildir.

“Yeniden müzakere” Trump’ın ilk taleplerinden biriydi. Fakat İran rejimi, ister zafer kazansın, isterse yenilgiye uğrasın, her halükarda doğruları çarpıtmaya alışkındır.