İran nükleer anlaşmasına yönelik eski ABD Başkanı Barack Obama her zaman, bu anlaşmanın İran’ın nükleer gücünü durduracağını ve asıl hedefin de bu olduğunu, anlaşmanın İran’ın Ortadoğu’daki diğer faaliyetlerini kapsamadığını ifade etti. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise balistik füze programının geliştirilmesinin 2015 Viyana Anlaşması kapsamında olmadığını hep yineliyor. Bu iki sözün özeti, İran nükleer faaliyetlerini durdurur ama onu orta ve uzun vadede balistik füzeler yapmaktan, geliştirmekten ve denemekten alıkoyacak bir kanun yoktur.
Uygulamada bu doğru değildir. Zira BM Güvenlik Meclisi’nin nükleer anlaşmayı onayan 2231 sayılı kararı, İran’ın balistik füze programını açıkça yasaklamış ve silah alımını bile Konsey’in onayına bağlı kılmıştır.
Başkan Donald Trump’ı bu kusurlu anlaşmadan çekilmeye iten önemli iki sebep var: İran’ın yasaklı balistik denemeleriyle dünya toplumlarını tedirgin etmesi ve Suriye, Yemen, Lübnan ve Irak başta olmak üzere Ortadoğu’da istikrarı sarsan faaliyetlerini sürdürmesi.
New York Times gazetesi Trump’ın anlaşmadan çekildiğini duyurmasından birkaç gün sonra İranlı iki yazarın kaleme aldığı bir makale yayımladı. Bu iki yazarın ifadelerine göre, İran’a uygulanan yaptırımların geri dönmesinden en büyük zararı orta ve alt tabaka görecek. Üst tabaka ve nüfuzlu yetkililer ise Amerikan yeşil kartına ya da Kanada veya İngiliz vatandaşlığına sahip oldukları için istedikleri zaman mal varlıklarını Kanada ve İngiltere bankalarına aktarabilecek. Bu yaptırımlar halk gösterilerini etkileyecek zira insanlar gösteri için dışarı çıkmak yerine somun ekmek aramakla meşgul olacak.
Bu görüş, aynı koşullar altında yaşanan ve kendisini çürütecek mahiyetteki geçmiş deneyimler olmasaydı geçerli olabilirdi. Bu deneyimler arasında seçimlere Mahmud Ahmedinejad lehine hile karıştırılmasından sonra alevlenen 2009 yılındaki Yeşil Devrim gösterileri de yer alıyor. Dünyanın tanık olduğu gösteriler çıktığı zaman İran uluslararası yaptırımların ağırlığını çekiyordu. Bu tür sözlere şu şekilde de karşılık verilebilir: İran, 2015 yılının sonlarından bu yana ekonomik anlamda toparlanmaya başladı ama buna rağmen halk, Aralık 2017’de ülkenin dört bir yanına sıçrayan en büyük gösterisini yaptı. Temel şikâyetleri ise yolsuzluk, pahalılık, zamlar ve işsizlik idi. Gösterilerin ön saflarında da umutsuzluk ve öfke dolu kalpleriyle İranlı kadınlar yer alıyordu. Tüm bunlar Trump’ın anlaşmadan çekilmesinden 5 ay önce yaşandı.
İran rejimi yaptırımların kalktığı iki yıl boyunca petrol gelirlerine ve insanların yararına İran Merkez Bankası hazinesine dönen milyarlara yatırım yapmadı. İranlı vatandaş, iktidardaki rejimin planları arasında yer almadığını hissetti. Geçim ve yerel kalkınma düzeyinde onun için değişen bir şey olmadı. Önceden de bildiği şeyden bir kez daha emin oldu ki velayet-i fakih rejimi için dışarısı içeriden daha önemli.
ABD Başkanı, İranlı vatandaşı yeni bir durumun içine sokmadı. Bu hal yani dışarıdaki yıpratma savaşları ve içerideki baskı ve yolsuzluk, Humeyni devriminden bu yana yaşanıyordu.
Kendilerini İran ile baş başa nükleer anlaşma odasında bulan Avrupalılar, Washington’un çekilmesi ve yaptırımların geri dönmesinden doğan zararları en aza indirmek için çabalıyorlar. Çabalayan Avrupa ülkeleri arasında Fransa önde geliyor zira daha nükleer anlaşma imzalanmamışken iletişim ve diğer başka şeylerin yanı sıra petrol rafinerilerinin onarımı ve geliştirilmesine ilişkin pahalı anlaşmalar peşinde koşmuştu. Garip olan Avrupalıların sürpriz olmayan ve gizlice planlanmayan Amerikan hareketliliğini sezme yetisini kaybetmiş olmasıdır. Başkan Trump, seçim kampanyalarından beri anlaşmayı bozacağını dillendirdi. Hadi diyelim ki bunların, sadece gerçekliğin ışığıyla parlayıp sönen seçim vaatlerinden ibaret olduğunu düşündüler. Peki ya John Bolton’un geçtiğimiz Mart ayında Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atanmasından da mı işkillenmediler? Nitekim Bolton’un anlaşma ve İran rejimi hakkındaki tutumu belli. Trump, Beyaz Saray’daki ilk haftalarından beri anlaşmadan çekileceğini bıkmadan dile getirdi. Buna rağmen Avrupalılar, projelerini devam ettirdiler ve şirketleri boşalan pazarı doldurmak üzere İran’a girmek için yarıştı. Bugün zorlu bir süreçten geçiyorlar. AB’deki 32 ülke, şirketlerinin uğrayacağı zararı azaltmak için düzenlemelere gitmeye çalışıyorlar. AB’nin bu şirketlere tazminat ödediğine dair bazı haberler sızdı. Avrupa ülkeleri, İran ile ticari ilişkilerini sürdürebilir ancak bu, Trump’ın yaptırımları artırma kararına rağmen daha zorlu ve çetrefilli olacaktır.
Avrupa sermayesinin tüm bu koşullar altında İran pazarına girmesinin nasıl sağlandığını merak edenler olabilir. İran’ın Suriye, Yemen, Irak ve Lübnan’da her gün ayaklar altına aldığı insani meseleyi hatırlatmayacağım. Bu devlet, Kuzey Kore gibi haydut bir devlettir. Elinde imkân bulundurduğu ve çevresinde yer alan geniş bölgeyi tehdit ettiği; Hizbullah, Hamas, İslami Cihad, Taliban ve Husiler gibi terör milislerinin resmi gözeticisi olduğu ve en önemlisi de İran halkının durumu sarsıntıda olduğu sürece ona güven olmaz. Sonuncusu, sermayenin güvenliğini ve geleceğini bizzat tehlikeye sokan bir unsurdur.
İran’ın şeytanlıklarına dur deme zamanı geldi. Anlaşma deneyimi başarısız olurken İran her zamanki gibi şer odağı olmaya devam etti. Dünya, barış eşiğini geçmek için Kuzey Kore ile anlaşma imzalamadı ve ondan yaptırımları kaldırmadı. Ancak o bugün dünyaya açılmak için siyasi zekâsını kullanmaya karar verdi ve yeni bir sayfa açtı. En azından öyle görünüyor. Onun da küçümsenmeyecek bir nükleer ve askeri ülke olduğu unutulmasın.