Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

ABD’nin sert baskılarına karşı Körfez ülkelerinin Ürdün’e desteği! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Belki de bilmeyenler vardır, ancak bu günlerde Ürdün, ABD baskısı altında.

Nedeni ise, ABD Başkanı Donald Trump tarafından herhangi bir açıklama ya da ayrıntıya gerek duyulmadan ilan edilen ve “İki Devletli Çözüm” den vazgeçmeyi öngören “Yüzyılın Anlaşması”nı destekleme taahhüdünde bulunmamasıdır.

Fakat bütün bu baskılara rağmen Ürdün duruşundan taviz vermedi ve bu meseleye dair kanaatinden de vazgeçmedi.

Ülkesinin ekonomik koşullarının kırmızı çizgileri aşmasına ve son derece tehlikeli bir aşmaya gelmesine rağmen Kral II. Abdullah bin Hüseyin’in sağlam duruşunu devam ettirdiği ve bu tutumuna bağlı kalmaya devam ettiği bilinmekte.

Foreign Policy dergisinin geçtiğimiz hafta yayımladığı bir raporda, Ürdün kralının Donald Trump ve damadı Jared Kushner’in önerilerini “doğrudan ve açıkça” reddettiğini yazdı.

ABD’nin önerisi, Filistinli mültecilerin tüm sorumluluklarını üstlenme karşılığında ABD’nin UNRWA’ya vermiş olduğu tahsisleri Ürdün’e teslim etmeyi öngörüyordu. Bu dergi, Ürdün’ün, getirisi ne olursa olsun, Filistin davası ve Filistinlilerin haklarından feragat etmeyi öngören bütün teklifleri açıkça reddettiğini doğruladı.

Burada önemli olan, Ürdün Haşimi Krallığı’nın, zor ekonomik koşullarına ve IMF ile yaşadığı sorunlarına rağmen, ABD’nin cazip sayılabilecek bütün tekliflerini reddetmiş olmasıdır.

Çünkü Ürdünlüler çok iyi biliyor ki, Amerikalıların amacı İsraillilerin amacından farklı değil;

Filistinli mültecilerin yasal statülerini yok etmek ve Filistin davasını tasfiye etmek.

Foreign Policy dergisinin haberinde belirtildiği gibi Ürdün elbette Filistin değildir, ancak bu mesele Ürdün’ün ulusal güvenliği için her zaman hayati bir önceliğe sahiptir.

Aynı zamanda Ürdün, Filistin halkının, 1967 sınırlarının esas alındığı, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma haklarının olduğunu kabul etmekte ve buna yönelik ulusal ve mili bir duruş sergilemektedir.

Bu bağlamda söylenecek olan önemli bir konu da, Ürdün Kralı’nın ABD’de dört haftadan uzun süre kalma nedeni -ki Ürdünlü ve dışarıdan gözlemciler buna dair pek çok soru işaretini gündeme taşıdılar- ABD Başkanı Donald Trump ve diğer ABD yetkilileri ile “Yüzyılın Anlaşması” başlıklı konuyu takip etmekti.

Kral II. Abdullah, ülkesinin ciddi ekonomik koşullarına rağmen, duruşundan taviz vermedi. Filistin halkının, 1967 sınırlarının esas alındığı, başkenti Doğu Kudüs olan, iki devletli bir çözüm hakkına sahip olduklarını, ayrıca Filistinli mültecilerin 1940’ların sonlarında ve sonrasında BM kararları doğrultusunda elde ettikleri haklara da sahip olduklarını sürekli dillendirdi.

Ürdün, liderlik ve halk olarak, iki devletli çözüm denkleminde yani 1967 sınırlarının esas alındığı, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması denkleminde oluşabilecek herhangi bir dengesizliğin, Filistin halkının tarihi anavatanı olan Filistin yerine alternatif bir anavatanı olacağı anlamına geleceğine inanmaktadır.

Dolayısıyla tüm bölge, istikrarsız ve yıkıcı bir siyasi fırtınayla karşı karşıya kalacak, istikrarsızlık yaygın hale gelecek ve yeni haritalar sürekli olarak gündemde olacaktır.

Bu nedenle Ürdün, Donald Trump ve damadı Jared Kushner ‘in baskısına ve ABD tarafının aldatmaya yönelik tekliflerine rağmen, bu meseleyi ölüm-kalım meselesi olarak görüyor.

1967 sınırlarının esas alındığı, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletine alternatif olarak sunulan hiçbir teklifi kabul etmiyor. Burada Ürdün Haşimi Krallığı ile Filistin Ulusal İdaresi arasında ve elbette Ürdün Kralı II. Abdullah ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Ebu Mazen) arasında bir fikir birliği olduğu özellikle vurgulanmalıdır.

Amerikalıların, Filistin halkına ve Filistin davasına yönelik tutumlarını değiştirmesi için Ürdün’e ağır baskılar uyguladığı bir dönemde, Suudi Arabistan’a da benzer baskılar uygulaması ilginçtir. Suudi Arabistan, Ortadoğu’nun denklemindeki ana figürdür. Suudi Arabistan’ın Ürdün’ü ihmal etmesi demek, özellikle de ülkenin gerçek bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldığı ve bu alanda yıkıcı bir çöküşten korkulduğu bir dönemde, Ürdün’ün söz konusu duruşunun zayıflaması demektir. Ürdün’ün ekonomik çöküşünün çeşitli nedenleri vardır. Ülkenin mülteci yuvası haline gelmesi, 1948 ve 1967 savaşlarından sonra ülkeye Filistinli mültecilerin akın etmesi, Suriyeli mültecilerin buraya sığınması bunlardan bazılarıdır.

Bilindiği üzere Trump Suudi Arabistan’a sözlü saldırıda bulundu. Riyad ise ‘Suudi Arabistan ABD’den çok önce de vardı’ şeklinde cevap verdi.

Ürdün’e uyguladığı ve uygulamaya da devam ettiği baskının bir benzerini bu Arap ülkesine de uygulamak istiyor.

Hedefi ise her iki ülkenin, kutsal bir dava olan Filistin davasından bir şekilde vazgeçmesini sağlamak. Hala ana hatlarıyla bile olsa içeriği açıklanmayan “Yüzyılın Anlaşması”nı kabul ettirmek ve böylece iki devletli çözümden vazgeçilmesini temin etmektir.

Trump ve yönetiminin sembol isimlerinin iddialarına muhakkak şu minvalde cevaplar verilmelidir;

Amerikan başkanı şunu çok iyi bilmeli ki Suudi Arabistan dağ gibi sağlam bir devlettir.

Halkı ise Kral Selman bin Abdülaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı kalben sevmektedir.

Unutmamak gerekir ki Bush (Oğul) yönetimindeki ABD, Irak’ı İranlılara, Obama yönetimindeki ABD ise Suriye’yi Ruslara teslim etmiş, Akdeniz’in bir Rus gölü haline gelmesine neden olmuştur.

Başkan Trump’a hatırlatılması gereken diğer bir konu da, kendisinden önce Beyaz Saray’da bulunanlar, NATO’nun kurucu üyesi olan ve ikinci büyük orduya sahip Türkiye gibi stratejik bir ülkeyi, NATO’dan çıkmaya zorlamışlar, Başkan Vladimir Putin’e yanaşmak durumunda bırakmışlardır.

Hepimiz biliyoruz ki, Vladimir Putin Stalin gibi hareket etmek istiyor. Sovyetler Birliği’nin büyük olarak tanımlandığı ve Ortadoğu ülkelerinin bazılarına hükmettiği o günlere dönmeyi arzu ediyor.

Trump, Suudi Arabistan’a yönelik iddialarını bir kenara bırakmalı, Ürdün ve Kral II. Abdullah üzerindeki baskısını durdurmalıdır.

Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin yerini almaya başladığını ve Çin’in ekonomik başarılarının ABD’nin boğazını düğümleyen bir diken haline geldiğini dikkate almalıdır.

Ve onun dönemi, NATO üyesi olan çoğu Avrupa ülkesiyle anlaşmazlıkların en fazla olduğu bir dönemdir!

Tüm bunların ötesinde ABD, dürüst davranmalıdır. Amerikalıların Arap ülkelerine olan ihtiyacı, bu ülkelerin Amerikalılara olan ihtiyacından daha fazladır.

Bütün bunlarla beraber, Arapların büyük bir çoğunluğu, Amerika’nın dost ve müttefik bir ülke olmasını arzu ediyor.

Onlarla olan ilişkilerin boş iddialardan, tehditlerden, sindirmeden uzak olmasını ve bu ilişkilerin karşılıklı saygı ve ortak çıkarlara -ki oldukça fazladır- dayalı olarak yürütülmesini istiyorlar.