Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Adalet ve İntikam Arasında İdam Cezası | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Dr. Tarık Ali Salih’in “Adalet ve İntikam Arasında İdam Cezası” adlı kitabı, Londra’daki uluslararası MBG yayınevi tarafından yayımlandı. Kitap, 8 ilavenin yanında 6 kısım ve girişi içeren 294 sayfadan oluşuyor.

Kitap bazı temel sorular üzerine kurulu: İdam cezasının amacı nedir? İntikam, caydırıcılık ya da cezai adaleti gerçekleştirmek mi? Cezai sorumluluk tek başına suçlunun üzerinde midir yoksa devlete ve topluma düşen pay var mıdır? Neden son on yılda idamın kaldırılması talebi arttı ve müebbet hapisle değiştirildi? Katil yaşam hakkına sahipken ve işlediği suça karşılık bir ceza alması gerekirken, neden acımasız, aşağılık ve insanlık dışı şeklinde nitelendirilir?

Öncelikle kabul etmeliyiz ki, Tarık Ali Salih, okuyucusunu tartışmalı ve sorunlu bir konuyla karşı karşıya getiriyor. Mahkemelerin zihinsel, psikolojik ve kalıtsal hastalıkları olan suçlulara idam cezasını uygulamamasını istiyor.

Dr. Tarık al-Salih, idam cezasının yeni bir tanımını yapıyor: Bir kişinin, kasten cinayet gibi ağır bie suça karşılık ceza olarak yargısal kararla hayatına son verilmesi. (s. 15)

Yazar, ilk bölümde idam cezasının tarihini ele alıyor ve konuyu ilk toplumların ortaya çıkışına kadar götürüyor. Ardından, en eski kanunlardan olan ve 282 madde içeren Hammurabi Kanunları’nın ortaya çıktığı Babil devrine geçiyor. Hammurabi, ‘göze göz, dişe diş’ ya da ‘ektiğini biçme’ ilkesine dayanan intikamcı bir cezalandırma teorisi ortaya koyuyor. Bu kanunun bazı kısımları intikamcı eğiliminde aşırıya varmıştı. Çünkü, ‘suçun şahsiliği’ ilkesini ihlal ediyordu. Bir kişi, bir kadının düşük yapmasına sebep olduysa, o kişinin oğlu idam cezasına çarptırılıyordu. Yazıtta farklı suçlara karşılık 25 idam cezası bulunuyor ve bunlardan hırsızlık, adam kaçırma ve firariyi saklama gibi bazı suçların, intikamcı idam cezasını hak edecek bir tarafı yok.

Yazar akabinde diğer üç kanunun, Hitit, Yunan ve Roma kanlarının üzerinde duruyor. En acımasız olanın Yunan kanunu olduğuna dikkat çekiliyor: Diri diri gömme, eklemlerini kırma, derisini yüzme ve suda boğma.

Üç semavi dinin ortaya çıkışıyla ise cezalar hafifletildi. Yahudilik ve Hristiyanlık himayesinde çocuklar babalarının suçlarıyla cezalandırılmadı. Hırsızlığın cezası idamdan tazminata dönüşürken yüksekten atma, taşlama ve çarmıha germe gibi acımasız cezalar devam etti. İslam’ın gelişiyle, idam cezası, cinayet ve zina gibi belirli suçlarla sınırlandırıldı. İnsanlar arasında eşitlik sağlandı, köle ve efendi arasında bir fark kalmadı. Ayrıca İslam, suç ve cezanın orantılı olması ilkesine güçlü bir şekilde vurgu yaptı.

Sapkınları cezalandırmak için Katolik Kilisesi’nin Engizisyon Mahkemesi kurduğu Orta Çağ’da acımasız cezalar yeniden başladı. Çek olarak bilinen reformcu Jan Hus, rahipler tarafından dinin ilkelerini değiştirmekle suçlanarak idam edildi. İtalyan filozof Giordano Bruno’nun ise dili kesildi ve diri diri yakılarak öldürüldü. Galileo da dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söylediği için Floransa’da ev hapsine alındı. Sonra filozoflara, düşünürlere ve hukukçulara yönelik gazap daha da şiddetlendi. Katoliklerin, Kral 14’üncü Louis yönetimindeki İsviçre, Hollanda, Almanya ve İngiltere’ye kaçmak zorunda kalan Protestanlara yönelik acımasız katliamları devam etti.

Rönesans, Voltaire, Jeremy Bentham ve Cesar Piccaria gibi birçok filozofun barbarca idam cezasına çarptırıldığı bir yerde, Kilisenin egemenliğine ve zulmüne karşı mücadelede bir dönüm noktası teşkil etti. Bu noktada, dünyanın pek çok yerinde idam cezasının hafiflemesi ve kalkmasında Piccaria’nın ‘Suçlar ve Cezalar Üzerine’ kitabının büyük etkisinin olduğunu belirtmek gerekir.

İkinci bölüm iki temel teori üzerinde duruyor: Fosilleşmiş ‘çıkarsama teorisi’ ve insan aklını belirleyen ve yücelten ‘tümevarım teorisi’. Çıkarsama teorisinin takipçileri, adalet kurallarının herhangi bir delil gerektirmediğini düşünürler, çünkü teori, ‘tanrının yeryüzündeki gölgesi’ olarak, beklenen azizin temsil ettiği ilahi emirlerden türetilmiştir. Ancak tümevarım teorisi, ceza kanunlarının yasalaşması ve bilgi kaynağı olarak gerçekliğe ve insanın ikna kabiliyetine sahip aklın kaynağı olduğuna dayanır. (s. 71)

Platon ve Aristo’nun hayatın gerçekliğine dair metafizik felsefesinin Orta Çağ’a kadar etkisini sürdüren, Katolikliğin yönetim üzerindeki hegemonyasını destekleyen siyasi ve dini yapılarla bir bütünlük arz etmesi şaşırtıcı değil. Bu yüzden, Avrupa’nın tümevarım teorisine dayanan adaleti gerçekleştirmek için güçler ayrılığına başvurması tuhaf değil.

Kitap önemine karşılık idam cezasıyla ilgili görüş ve teorilere dair tekrarlar içeriyor. Sonraki bölümlerde tekrar eden bilgileri olabildiğince geçmeye çalışacağız.

Yazar, idam cezasını haklı bulan üç teoriyi ele alıyor: Hak ediş, fayda ve orta yol. İlk teori, cezanın suçla özdeş olması zarureti üzerine, Alman filozof Kant ve takipçisi Hegel tarafından desteklenen ‘göze göz’ ilkesi üzerine kurulu Hammurabi kanununa dayanıyor. Öte yandan, fayda olarak cezalandırma teorisi öncüleri Beccaria, Mill ve Bentham, idam cezasını caydırıcılık ve maslahat açısından toplumsal faydayı sağlamak için gerekli görüyor. İngiliz filozof Herbert Hart’ın öncüleri arasında olduğu orta yol teorisi ise fayda ve hak ediş arasındaki dengenin sağlanması görüşünde.

Dördüncü bölüm, dört davranış bozukluğuyla özetlenebilir: Akıl geriliği, psikolojik hastalıklar, zihinsel hastalıklar ve
kişilik bozukluğu. Kasten adam öldürme gibi ağır suç işleyen kişinin anormal olarak kabul edilmesi için iradesini etkileyen davranış bozukluklarından birinin bu kişide olması gerekir. Ayrıca zihinsel engelli ile suç davranışı arasında güçlü bir ilişki olmalı. Böyle kişilerin idamı kırk yıldır cinayet davalarında uzmanlaşmış avukat Allen Sharp’ın da söylediği gibi esasında barbarlık teşkil eder.

Beşinci bölüm, idam konusunda devam eden tartışmalar üzerinde duruyor. Ayrıca, dünyadaki insan hakları ihlalleri hakkında yıllık rapor hazırlarken, diğer taraftan tutuklulara zulmeden, zihinsel ve psikolojik hastalığı olanlara kötü muamelede bulunan ABD gibi demokratik ülkelerin çelişkilerini tartışıyor. (s. 164)

Batı Avrupa ülkeleri, birçok bildiri, protokol, anlaşma, uluslararası ceza mahkemeleri ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı sonrası, idam cezasının savaş durumu da dahil olmak üzere kaldırılmasına öncülük etti.

Uluslararası Af Örgütü’nün 2012 raporuna göre, siyasi rakiplerini tasfiye etmek için idam cezasına başvuran, dini, mezhepsel veya kavmi bir düzene tabi olanlar hariç, 140 ülke idam cezasını kaldırdı.