Mitolojinin ve dini efsanelerin metaforları doğruysa, dünyanın bazı bölgelerinde terör, kısır döngülere hapsolan kalıcı bir lanet olarak “Ebedi Dönüş” fikrinden ödünç almış gibi görünüyor…
Birçok nesilden masum insanları, giderek daha da korkunç hale gelen ve tekrarlanan bir şiddetin kurbanı olarak yutuyor.
Afganistan terörizm ile ve onun sürekli tekrarlanan lanetiyle uğraşan bir ülke.
Bu nedenle verilen demeçlerden daha fazlasına ihtiyaç duyuyor.
Taliban’ın etkisinin genişlemesi sorununu ya da DEAŞ’ın gerginlik bölgelerindeki etkisinin azalmasıyla dışarıya taşınma arzusunu iyi etüt etmek gerekiyor.
Hatta Hamza bin Ladin’in düzenlediği kanlı eylemlerin süreklilik kazanması, El Kaide’nin güçlü yükselişi ve esaslı biçimde geri dönüşünün kanıtıdır.
Bu aynı zamanda DEAŞ örgütünden asker kazandığı ve finansman sağlamaya başladığı anlamına da geliyor.
Afganistan’da teröre kurban giden bu masum insanların büyük trajedisi, dünyanın en tehlikeli terör kaynağının cepheye yeniden dönüşü anlamına geliyor.
Başkent Kabil’deki son terörist saldırıların nedeni sadece, güvenlik durumunun kırılganlığı, merkezi hükümetin zayıflığı, krizin köklerini orada çözmek için açık bir Amerikan uluslararası stratejisinin olmaması değil.
Bilakis bir taraftan teröristlere hükmetme pastasından el-Kaide ve Taliban’ın pay kapma yarışına dair işaretler, diğer taraftan ise gerginlik yaşanan bölgelerden hicret edip kan dökmek için daha verimli topraklar arayan DEAŞ örgütünün rekabet ortamına girmiş olmasıdır.
Elbette terörizmi sürdürülebilir hale getiren iç savaş, terörizm, savaşlar, silah ticareti, güvenlik zafiyeti mevcut.
Uluslararası kurumlar ve dünya tarafından bu unsurlar görmezden geliniyor. Bu ihmal terörden etkilenen alanlarda gerçek bir krize neden olmaktadır. Bu da terörün kaçınılmaz hale geldiği fikrini oluşturmakta. Zira terörün devamlılık kazanma nedenleri ihmal edilmekte.
Uluslararası güçler tarafından koruma altına alınan başkentlerde göreve getirilen ve azledilen hükümetler ise savaşın ana unsurlarına dair gerçekçi bir politika yürütememektedir. Şiddet ve terörün davranışı, söylemi ve kültürüne dair çalışmalar yapılmıyor. Terörün kıskacında kalan yeni nesillere somut alternatifler sağlayan programlar yoluyla ekonomik fırsatlar sunulmamakta. Özellikle de işsizlik ve fırsat eksikliği konusunda adımlar atılmamakta.
Afganistan’da çatışmalar kırk yıldır devam etmekte.
Ülkenin bu krizden kurtulması, barış ve güvenliğin sağlanması adına yürütülen uluslararası stratejilere rağmen alınan mesafe hala sıfır noktasında. Fakat tüm bu yıllar boyunca kan ve yıkım mirasının ötesinde yeni bir siyasi elit bulmak mümkün olmadı.
Taliban’ın etkisini azaltma adına savaşın diğer güçlü unsurlarıyla zayıf merkezi hükümetler tarafından yapılan ve uluslararası nitelik taşıyan anlaşmalar da bir işe yaramamıştır.
Kabil’de yaşananlar sadece, uzun süredir şiddet, yıkım ve terör yüzünden üzülmüş olan bu başkente terörün yeniden dönüş yapmasını yansıtmıyor. Bilakis daha çok silahlı grup ve terör örgütleri arasında görülebilecek bir çatışma ve rekabeti beraberinde getireceği anlamına gelmekte. Bu yüzden Yeni bir terör arenası kurmak için Taliban ve DEAŞ rekabet edecektir. Kanlı bombardımanları üstlenme ve Afganlılardan yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesi içi adeta yarışacaklardır. Bu, şiddet liderliğinin meşruiyeti için her türlü şiddete başvurup sempatizanları nezdinde itibar kazanmaya çalışacaklardır. Kabile ve aşiretleri kutuplaşmanın bir parçası haline getirmek ve şiddet kültürünün ülkede iyice yerleşmesi için çaba sarfedeceklerdir. Merkezi yönetimin “Taliban” ile müzakere yapılmasına izin verdiği ölçüde bu örgütler ve milislerin siyasi sahnenin bir parçası olma çabası devam edecektir.
Afganistan, terör örgütleri için güvenli bir barınak haline geldi. Şiddet ve terör çevreleri ülkeye “Ebedi Dönüş” yaptı. Yurtdışından gelen yabancı savaşçılar buradaki kamplara giriş yapmaya ve güç odakları oluşturmaya başladılar.
ABD’nin verdiği tüm güvenlik taahhütlerine rağmen Afganistan artık bölge ve dünya için en büyük tehdittir. Afgan krizini uluslararası irade olmadan yönetmek artık imkânsızdır. Artan terörizme yatırım yapan devletlerin desteğini almak gerekmektedir. Zira bunlar ya Taliban’ı himaye ediyorlar ya da Şii militanları teşvik ederek güç odakları oluşturuyorlar.
Son zamanlardaki kanlı operasyonlarla Taliban iki tarafa mesaj vermek istemiştir:
Birinci mesaj, görev süresinin başında asker sayısını azaltmak için planlama yapan Başkan Trump’ın ABD’sine verilmiştir. Diğeri ise DEAŞ’a yöneliktir. Ona kendisiyle rekabet edemeyeceği yönünde bir mesaj verilmekte ve “Taliban” ın üstünlüğünü ve hâkimiyetini kabullenmeye zorlanmaktadır. Zira Terörist iletişim platformlarında yayınlanan haberler, DEAŞ’ın üstünlük sağlamaya başladığı ve bunun Taliban saflarında bazı kırılma ve bölünme potansiyeli oluşturabileceğini göstermektedir. Kuzey Helmand’ta yaşayan bir kabile liderinin, Independent gazetesine verdiği röportajda, kendi üniversiteli oğlu da dâhil olmak üzere birçok gencin DEAŞ’a asker olarak katıldığını ve Ebu Bekir el-Bağdadi’nin fotoğrafları ve örgütün “siyah” bayraklarının her yere yayıldığını ifade etmiştir. Ayrıca, düzenli ordudan ve Afgan polis kuvvetlerinin kaçıp DEAŞ saflarına katılanların olduğuna dair raporlar yayınlanmaktadır. DEAŞ, savaşçıları yüksek maaşla cezbetmek suretiyle maddi açıdan istismar etmeye çabalamaktadır.
Afganistan’a terörizmin “Ebedi Dönüşü” bu fenomeni anlamak için hem dini hem de siyasi olarak ortaya konan teorilerinin ötesinde bir anlam taşıyor. Zira sürekli artan terör ve bunun oluşturduğu korku ve endişe bambaşka bir durumu ifade etmektedir. Hannah Arendt’in iddialarına göre bu tür şiddetin kullanımı, ülkenin potansiyeli ve tarihiyle ilgisi olduğu gibi hukukun üstünlüğü ile çatışmanın da ilgisi vardır. Terörizm, toplumu yok saymaktan kaynaklanmaktadır. Bunu yaparken de belirli bir amaca yönelik net bir hedefi yoktur. Maksat kaos ve kargaşa çıkarmaktır.
Terör, Devlet yapısı dışında sürdürülen bir şiddet davranışıdır…
Çelişkilerin kuvvet yoluyla çözülmesine dayanan bir kavramdır. Ancak terörizm bir umutsuzluğun dışa vurumudur. Ceza infaz yöntemi açısından intikama dayalı bir olgudur. İlk anda şiddet duygusu uyandırmayan bu intikam statükoyu değiştirme ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Her fırsatta gücünü hissettirmeye çalışır.
Yapılış biçimi bakımından düzenlenen terör saldırıları başkent Kabil için bir ilk değil ancak verilen kurbanların sayısının büyüklüğüne, muhtemel etkilerine ve DEAŞ ile Taliban’ın olayı üstlenme yarışına girmelerine baktığımızda Afganistan’da terör yatırım mevsiminin geldiği anlamına gelmektedir.
Ekonomik ve kalkınma alanında Güçlü bir hükümet kurulup siyasi düzeyde gerçek bir alternatif olamazsa, Afgan topraklarının tamamını kontrol etmek için sürdürülen bu savaş bitmeyecektir.
İstikrarı sağlayamayan ve sürdürülebilir bir barış oluşturamayan, geçici bir savunma stratejisi olarak ithal edilen ve bir güvenlik bandıyla çevrili merkezi bir hükümetle bu hiçbir zaman başarılamaz.
Dolayısıyla bu durumdan bir an önce çıkılmalıdır.