Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Afrin ve diğerleri gibi güç kaybı! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Tüm Arap ve yabancı gözlemcilerin bakış açısı, Türklerin Afrin’e giremeyeceği, harekâtın ancak kuşatma ile sınırlı kalacağı yönündeydi. Ancak tüm beklentilerin aksine, Türkler Afrin’e girdi. Kürt topçu atışları ile Afrin civarında bazı kayıpların verildiği savaşın ilk ayı hariç, Afrin’deki çatışmada ölenlerin çoğu, Araplar (Türk ordusuyla savaşan ÖSO askerleri), Kürt savaşçılar ve sivillerdi. Türkiye’nin askeri ve siyasi kazanımları, kayıplarından çok daha büyüktü. Ayrıca Türklerin, Menbiç’e ilerlemesi halinde Doğu Fırat bölgesindeki Kürtlerin ve Amerikalıların mevcudiyetine kıyasla, Suriye topraklarındaki mevcudiyeti yüzde 20 civarına ulaşacaktır. Suriye’deki savaşın başlamasından bu yana, Afrin ve çevresinden ilk defa 200 binden fazla kişi göç etti. Irak ordusu ve Haşdi Şabi’nin Kerkük şehrine girmesinden sonra meydana gelen göçle kıyasladığında, daha büyük bir göç meydana geldiği görülebilir. Fakat boyut bakımından, son 6 yılda Suriye’de oluşan diğer göç dalgalarıyla kıyaslandığında ise bu sayı oldukça ufak kalacaktır. Sadece Doğu Guta’dan göç etmek zorunda kalanlar, Afrin ve çevresinden göç edenlerden –şayet daha fazla değilse!- daha az değildir.

Esed, İran ve Rusların, Suriyeli Araplara karşı merhametli olmadıkları gibi, Kürtler de, Irak ve Suriye’de Amerikalıların yardımıyla ‘DEAŞ’dan geri alınan bölgelerdeki Iraklı ve Suriyeli sivillere karşı merhametli değillerdi.

Şimdi ise Türkler, Afrin ve çevresindeki Arap nüfusunun, yüzde 55’in üzerinde olduğunu, 4 yıl önce Kürtlerin buraları istila etmesiyle yerinden edildiklerini ve aslında Kürtlerin yüzde 20’den fazla bir orana sahip olmadıklarını iddia ediyor!

Arap savaşçılarının yüzde 15’i Kürtlerle birlikte hareket etmesine rağmen, Kürt halkını ve PKK’yı, Arap halkını bu bölgelerde tutmaya ikna edemedi.

Kürtler, Arap komşuları gibi Suriye devriminin başlangıcında radikal hedeflere sahip değildi. Başta Salih Müslim olmak üzere Kürt liderler, ‘Suriye Ulusu’ sorununu çözme, adem-i merkeziyetçilikle alakalı bazı ekonomik ve idari taleplerde bulunmakla yetindiler. Özerklik sınırına dahi yaklaşamadılar.

Rejim, 2012’de on binlerce Kürde vatandaşlık verdikten sonra, Halep ve Deyr-i Zor gibi çeşitli alanlarda Esed rejimi ile beraber hareket ettil. Fakat 2013 ve sonrasında Kürtler, gittikçe daha radikal tavır alır hale geldi. Suriye Araplarının büyük bir kesimi, nasıl ki kendilerini silahlandırdıktan sonra ideolojik bir tavır sergilemeye başladılar, Kürtler de silahı elde ettikten sonra aynı tavrı gösterdi. Nasıl ki El Kaide (sonradan Nusra) ve silahlı gruplar Suriye Araplarının arasına yüzlerce farklı isimle girdiler, aynı şekilde PKK, Fırat’ın doğusundaki Kürt bölgelerine, ‘uzun süreli bir Kürt varlığını kurma savaşına’ liderlik etmek için farklı isimlerle girmiştir. Amaçları Afrin üzerinden Akdenize bir koridor oluşturmak ve böylece Suriye’de bir Kürt devleti kurmaktı! Bu gelişmeyle birlikte (Afrin harekâtı), Salih Müslim gibi kendini hâlâ Suriye’li hisseden Kürt liderler, etkilerini kaybetti ve Kandil Dağı’ndan gelen tecrübeli savaşçılara önderlik yapan, Suriye’deki diğer tüm Kürt militan gruplar gibi oldular.

2014’te Amerikalılar, Irak ve Suriye’de DEAŞ ile savaşmak için geldiğinde, Türkiye ve ABD’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’ya neden sığınmak durumunda kaldılar? Amerikalılar, Irak’ta Irak ordusundan kopmuş unsurlar ve Peşmergeleri buldular ve DEAŞ’a karşı kullandılar. Hatta Haşdi Şabi’nin gönüllü ilk unsurlarını kullanmaktan dahi çekinmediler. Suriye’deki Kürt bölgesinde, güvenilir yerel güçler bulamadılar ve zaten radikal olmayan Arap Savaşçılarla olan deneyimleri umut verici değildi. Bu yüzden acilen, PKK savaşçılarını kullanmaya yöneldiler ve Suriye’de binlerce genç Kürt’ü eğitmeye çalıştılar. Daha da ötesi İran, Kürt savaşçılarının Irak topraklarına geçişine dahi izin verdi ve bir yıldan fazla bir süredir Irak, Afgan ve Pakistanlı Şii milislerin Suriye’de Esed güçleri ve Hizbullah’la birlikte savaştığı bir zamanda onları buna teşvik etti.

Erdoğan, çeşitli nedenlerden dolayı Suriye’ye müdahale etmekte çok isteksizdi. Bu nedenlerden birincisi; Türk ordusunun müdahale etmek istememesiydi, zira Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit altında görmüyordu. Ayrıca hem ABD hem de Rusya müdahale etmesini istemedi. Ve nihayetinde radikal olsun ya da olmasın Suriyeli militan gruplar, Suriye’nin kuzey bölgelerinde zaten Türkler adına hareket ediyorlardı. ABD, İran ve PKK, 2014 sonbaharından sonra birlikte veya aynı anda müdahale ettiğinde, Türk Cumhurbaşkanı 2015 yılında Irak Başbakanı’na ve İranlılara şunları söyledi, “Nasıl ki Irak’ın, ‘DEAŞ’ ya da bir Kürdistan devletinin kurulmasında çıkarı yoksa Türkiye’nin de Suriye’de bir Kürt varlığının kurulmasında çıkarı yoktur.” Ancak Erdoğan, Suriye’ye müdahale etmeye karar veremeden yaklaşık 1 yıl geçti. Seçimlerde başarılı olarak cumhurbaşkanı oldu ve böylece Türk ordusuna tek başına liderlik etme gücünü elde etti. Bu arada Rusya ile ilişkileri yeniden kurdu. ABD ile rekabeti yeniden gündeme getirdi ve İran’ın kendisini sadece Suriye topraklarında fiili olarak var olduğunda bir müttefik olarak kabul edeceğini fark etti. Katar, Suriye ve İhvan dosyasında ve her yerde Türkiye’nin bir müttefiki haline geldi.

Şimdi Erdoğan, Suriye dosyasının veya Suriye savaşının en son müdahale edeni ve en son kazananı gibi duruyor. Sadece Türk sınırında bir Kürt varlığının olasılığını yok etmekle kalmadı, aynı zamanda Suriye’nin genel çözümü, Türk rızası olmadan düşünülemez hale geldi. Öte yandan Kürtlerle olan sorununun Suriye’de çözülemeyeceğini çok iyi biliyor, zira sadece Türkiye’de en az 15 milyon Kürt yaşamaktadır ve onların ulusal arzularına karşı sonsuza kadar savaş veremeyeceğini de idrak ediyor. Suriye topraklarının en büyük kaybedeni Suriye halkıdır. Zira yüz binlerce ölü, milyonlarca yaralı ve Doğu Guta sakinleri de dâhil olmak üzere milyonlarca yerinden edilmiş insan var. Ve en büyük ikinci kaybeden hiç şüphesiz Suriye ve Irak Kürtleridir. Bu tahlil, insani kayıplar ve yerinden edilmiş kişilerin sayısına bağlı olarak yapılmamıştır. Ancak öngörülebilir bir gelecekte bir devletin veya varlığın hayalinin kaybı nedeniyledir. ‘Barzani referandumunun başarısızlığı ve yıkıcı sonuçlarının ardından, Suriye Kürtleri, kendilerini gözden geçirebilirlerdi’ şeklinde düşünenler, “Irak’taki uzun soluklu Kürt mücadelesine rağmen bir devlet kurulmasına izin verilmediyse, Suriye’de böyle bir hayalin yeniden canlanmasına hiçbir şekilde izin verilmeyecektir” diyorlar. Fakat böyle düşünenler, Suriye Kürtlerinin, Suriye halkının geri kalanı gibi bir konuma sahip olduğunu unutuyorlar. Ve hatta Suriye rejiminin, birkaç yıldır verdikleri büyük kayıplara ve mücadelelere rağmen artık karar verme yetkisi yok. Bu yüzden Suriye Kürtlerinin kaderi, Kürdistan Halk Partisi’nin ve Amerikalıların verecekleri kararlara bağlı.

Eski bir deyişte, “Önemli olan sonuçtur!” denir. Fakat bu, şu ana kadar Suriye ve Libya krizleri için geçerli değildi. Bu felaket ve trajik gerçeklik, krizin sona ermesinden sonra daha da korkunç haliyle ortaya çıkacaktır. Eğer bunun bir sonu var ise! Amerikalıların ve Rusların anlaştığını veya ileride anlaşacaklarını varsaysak bile, bu, kimin çıkarına ve nasıl olacaktır? İran ve Türkiye’nin işledikleri cürümler ne olacak? Zira kendi çıkarları ve alacakları pay için herhangi bir suçu işlemekten hiçbir şekilde çekinmiyorlar. Zayıfların ise; ne hakları var ne de çıkarları!