Tahran hükümeti birkaç gün önce yaşanan Ahvaz saldırısını, ulusal bir sorun haline getirmeye ve sadece devleti değil halkı da hedef alan bir saldırı olarak nitelemeye çalışıyor. Her yerden kuşatılmış olan rejimin arkasında safları sıkılaştırmak için bu saldırıdan yararlanmak istiyor. Ama aslında hükümet, Ahvaz kentinde yaşanan bu silahlı saldırıdan çok daha önemli bir dertten muzdarip. Çünkü bu saldırının, bölgemizde görülen benzer biçok terör saldırısından bir farkı yok. Mısır’ın Sina bölgesi, Ürdün, Irak, Suudi Arabistan, Tunus vd. bölgedeki ülkelerin tamamı bu tür terör saldırılarından muzdarip.
İran rejimini korkutan ve varlığını tehdit eden tehlikeli saldırı birkaç aydır başlamış olan ekonomik abluka. İran petrolünün alımının ve dolar kullanımının yasaklanması ile bu abluka hükümet açısından çok daha acı verici bir dereceye ulaşacak. Gerçekten zararlı ekonomik etkilerinin yanında, bir önceki ABD ve küresel boykot deneyiminden farkı, İran halkını doğrudan rejim ile karşı karşıya getirmiş olmasıdır. Boykot sırasında rejim, normal İran vatandaşını, bunun ülkesinin gücünü ve kudretini hedef alan bir komplo olduğuna kısmen ikna etmeyi başarabilmişti. Ama bu sefer ambargo, sokakların şahit olduğu rejim karşıtı iki büyük halk ayaklanmasının ardından geldi. Birincisi, 2009 yılında seçim sonuçları ile oynanmasına karşı bir tepki olarak büyük şehirlerde doğan ‘Yeşil Hareket’. Bir diğeri ise hükümetin ekonomik ve baskıcı politikalarından zarar gören şehirlerde ve kırsal bölgelerde geçtiğimiz yıl yaşanan gösterilerdir.
Ruhani hükümeti, sesini yükselterek Ahvaz saldırısının İran’ın istikrarını sarsmak isteyen bir Körfez-ABD-İsrail planı olduğunu iddia ediyor. Tabi ki bu iddialar kasıtlı. Çünkü bu tür bir saldırının rejimi sarsması mümkün değil. Ama İran hükümeti, 80 milyon İran vatandaşını teröristler tarafından hedef alındıkları ve hükümetin onları koruyamayacağı şeklinde korkutma amaçlı bir politik propaganda yürütüyor.
Rejim 5 yıl önce Suriye’ye bulunduğu geniş kapsamlı müdahalenin başlangıcında yine İran kamuoyunu yanıltmaya çalışmıştı. Şii türbe ve kutsal yerlerin korunması, Şam rejimini savunmanın aslında İran’ın güvenliğini ve istikrarını savunmak anlamına geldiği, Irak, Suriye, Lübnan ve Gazze’de DEAŞ ile savaşmazlarsa örgütün İran içlerine kadar ilerleyeceği gibi bahanelerle kamuoyunu kandırmaya çalışmıştı. Peki sonuç ne oldu? İran, nicelik ve nitelik olarak bu bölgelerde bir çıkmaza girdi, başka ülkelerin rejimlerini savunmak için savaşmaya zorlanan birçok İranlı hayatını kaybetti. İran hükümetinin bu mantıksız savaşı, tehlikeli bir ekonomik darboğazdan geçen ülkeye milyarlarca dolara mal oldu. Bir süre sonra İranlılar gerçeği görüp isyan ettiler. Gösterilerde kullanılan sloganlar arasında, rejimin dışarıda savaşlar yürütmesine, Hizbullah, Esed ve Hamas’ı desteklemek adına ülke kaynaklarının heba edilmesine tepki gösteren sloganlar da yer aldı.
Ahvaz saldırısına gelince, aslında bu saldırı İran rejimi için bir süpriz değildi. ABD’nin BM Büyükelçisi Nikki Haley’in dediği gibi;
“İran rejiminin dönüp bir aynaya bakması gerekiyordu.”
Yani aslında Ahvaz saldırısı İran’a çok benziyor. Zira şiddet sahibine de şiddet getirir. İran rejimi; Bahreyn, Yemen, Irak, Suriye, Lübnan, Gazze ve diğer bölgelerde şiddeti finanse edip destekliyor. Dolayısıyla bunun dönüp dolaşıp kendini bulması çok doğal. İran hükümeti, eğer gerçekten şiddetin kökünü kurutmak isteseydi başka ülkelerdeki bu terörist grupları desteklemezdi.
Bugüne kadar İran, El Kaide ve diğer terör örgütlerinden aranan kişileri hala teslim etmeyi reddediyor. Bu gruplara verdiği destek ile tüm dünyaya meydan okuyor. Tahran’ın ana caddelerinden birine Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ı öldüren Halid İslambuli gibi bir teröristin adını veriyor. Seyf El-Adl ve Hubar Kuleleri saldırganları gibi üst düzey teröristlere İran’da yaşama ve çalışma hakkı veriyor. Ama İran bilmelidir ki, başkalarını suçlama propagandası anlık bir çözümden ibarettir. Çünkü İran’ın asıl sorunu, tam olarak Tahran’ın bölgede askeri maceralara girişme ısrarında, aşırıcı grupları desteklemede, başka ülkelerin iç işlerine karışmayı sürdürmede yatmaktadır.