Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ankara’dan yükselen nargile dumanı neyi işaret ediyor | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Son yayınladığımız makalede, Nato’nun İran ordusuyla köprü kurma çabalarından bahsetmiştik. Bu çabaların bu kadar hızlı sonuç vereceğini açıkçası tahmin etmemiştik. Bu gelişme, İran Genelkurmay Başkanı General Muhammed Hüseyin Bakıri’nin, geçtiğimiz hafta bir askeri heyetle birlikte Türkiye’nin başkenti Ankara’ya yaptığı ziyaretle kendini gösterdi. Üç günlük ziyaret iki ülke arasında aylardır süren müzakereler sonunda gerçekleştirildi. Ziyaret, dört sebepten dolayı tarihi bir ziyaret özelliğini taşıyor:

Bu ziyaret, 1979 yılında İran’daki yönetiminin mollalar tarafından ele geçirilmesinden bu yana bir İranlı Genelkurmay Başkanı’nın Türkiye’ye ilk ziyaretiydi. Mollaların iktidara gelmesinden önce Türkiye ve İran 3 anlaşmayla sıkı müttefiklerdi. İki taraf arasındaki ilk anlaşma İran Şahı Rıza’nın kızının ismini taşıyan Sadabat Paktı, Rıza Şah ve Atatürk arasında imzalanmıştı. Anlaşma, iki ülke arasındaki ilişkilerin 2. Dünya Savaşı’na kadar omurgasını oluşturdu. İkinci anlaşma, Büyük Britanya ve Irak’ın da katıldığı Bağdat Paktı oldu. Pakt, Irak’ta 1958 yılında yaşanan askeri darbe ile sona erdi. Paktın dağılmasının ardından hemen yeni bir ittifak oluşturuldu. Merkezi Anlaşma Teşkilatı (CENTO) olarak bilinen bu anlaşmaya Pakistan’ın yanısıra, ABD’nin de katılması kararlaştırılmış. Bu anlaşma İran’ın NATO ile olan ilk teması oldu.

ABD, nihayetinde CENTO’ya üye oldu fakat ABD, CENTO’yu NATO ile Güney Asya Antlaşması Teşkilatı (SEATO) arasında bir köprü gibi kullandı. Şah Rıza’nın son Başbakanı Şahpour, İran’ı CENTO’dan ayırınca teşkilat bölündü. Şahpour ise bundan sonra görevinin başında 27 gün kalabildi. Şahpour’un hedefi mollaların yaptığı devrimin önünü açmaktı. Sadabat Paktı, Bağdat Paktı ve CENTO, İran’ın Türkiye ile bütün seviyelerde geniş bir askeri ittifak kurabileceğini gösterdi. İran ve Türkiye Genelkurmay Başkanları 6 ayda bir toplantı yapıyordu. İki taraftan Subaylar, kuvvet değişimi protokolü kapsamında iki tarafın ordularındaki kara, deniz ve hava kuvvetlerinde hizmet verdi.

İran ve Türkiye arasındaki dostluk protokolü kapsamında yapılan yoğun toplantılarla, en üst kademelerden, en alt kademelere kadar birçok Subay, Türkçe ve Farsça’yı öğrenme fırsatı buldu.

İki tarafın hava kuvvetleri, NATO tarafından düzenlenen çöl tatbikatına ortak katılım gösterdi. İki devlette aynı tür Amerikan silahları kullanıyordu. O dönem iki ülkenin ortak düşmanı olan Sovyetler Birliği’ne (SSCB) karşı koordineli hareket ettiler. Türkiye’nin 1974 yılında gerçekleştirdiği Kıbrıs Müdahalesi esnasında İran, ABD tarafından eğitilen yüzlerce askerini sembolik destek için Türkiye’ye gönderdi.

Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla sonuçlanan 1623-1639 savaşlarından sonra Osmanlı İmparatorluğu ve İran uzun yıllar barışı korudu. İki tarafta, yükselen Rusya tehdidiyle karşı karşıyaydı. İstanbul’da Hilafet’in ilga edilmesinden sonra bile İran, Türkiye’ye güvenilir tek komşu gözüyle bakıyordu.

Humeyni rejimi kurulduktan sonra Türkiye sürpriz bir şekilde İran’ın düşmanı haline dönüştü. Laik rejimini korumak isteyen Türkiye, din ve devlet ayrımında ısrar etti. Bu durum, Ayetullah Humeyni’nin yapmak istediğinin tamamen tersiydi. Bundan da kötüsü Türkiye, “Büyük Şeytan” Amerika’nın en yakın müttefiklerinden biriydi ve NATO’daki en büyük ikinci orduya sahipti. Humeyni rejimi İranlı subaylara karşı toplu idamlara girişince bazı subaylar Türkiye’ye kaçmayı başardı. Humeyni, 1983 yılında Ankara’daki laik rejimin yıkılması için Türkiye Hizbullahı’nın kurulması emrini verdi. PKK, Abdullah Öcalan’ın Suriye’de yakalanmasının ardından birçok liderini kaybedince, Humeyni rejimi Marksist olan bu örgüte İran’da güvenli yaşama imkanı tanıdı. Bunun sonucunda iki ülke arasında bozulan ilişkilerin sınırda küçük çatışmaların yaşanmasına kadar vardı. Bakıri’nin Türkiye ziyareti iki ülke ilişkilerinde yeni bir sayfa açma umudunu yeşertiyor. İranlı General’in ziyaretini tarihi kılan bir başka sebepte, iki tarafın da artık birbirlerine rağmen Irak-Suriye-Lübnan-Ürdün hattına hakim olamayacağını anlamalarıydı. Humeyni rejimi, devrim diye tanımladığını projesini gerçekleştirmeye çalışırken, Türkiye ise; Irak, Suriye ve Türkiye’deki topraklarda bir Kürt devleti kurma peşindeki silahlı Kürt unsurların oluşturduğu tehlikeden korunmaya çalışıyor ama, Ankara ve Tahran arasındaki yakınlaşmanın tek sebebi Kürtler’in heveslerinden duyulan kaygı değil. İki tarafta batılı güçlerin bölgedeki yokluğu sebebiyle Rusya’nın Ortadoğu üzerinde hegemonya kurmasından kaygı duyuyor. Rusya ile Suriye’de kurdukları taktiksel yakınlaşmaya rağmen Rusya’nın Türkiye için 200 yıllık bir tarihsel düşman olduğu kesin.

Bakıri’nin ziyaretini tarihsel kılan üçüncü sebep ise bu ziyaretin İran’ın 1979 yılında kesintiye uğrayan NATO ile ilişkilerini sürdürmesine katkı sağlayacak olmasıdır. Bu yakınlaşma dolaylı ve sınırlı bir yakınlaşma değil. Türkiye Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, NATO’nun çeşitli kısımlarında bulunması hasebiyle kadim bir aracı olarak nitelenebilir. Aynı zamanda üst düzey ordu kademeleri arasındaki yakınlaşma ve diyalog, iki taraf arasındaki bağlantıların kapsamını düzenli bir şekilde genişletecektir. Bu durum ise Humeyni sonrası önde gelen aktörlere dönüşen İranlı komutanların zihniyetini anlamak için NATO’ya fırsat sunacaktır. NATO yıllarca Humeyni’nin komutanlarıyla, Avrupa ve Amerika’da yaşayan akrabaları aracılığıyla dolaylı ilişkiler kurdu. Şimdi ise Türkiye’nin kurduğu bağlantı, NATO ve İran arasındaki bilgi akışı için önemli bir resmi bağ sayılabilir.

Sonuç olarak, İranlı generalin Ankara ziyareti tarihi bir ziyaretti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ordu içindeki Amerikan yapılanmayı dağıtmasına rağmen ordu, ülke yönetiminin omurgasını oluşturmaya devam ediyor. İran, Bakıri’yi askeri ve siyasi heyetin başkanı olarak Ankara’ya göndermekle belki de bu tecrübeden yararlanmak istemiştir.

Erdoğan-Bakıri görüşmesinden sonra Ankara’dan yükselen duman açık bir şekil alana kadar bir müddet daha havada süzülebilir.