Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Arap Doğu Bölgesi… Sınırlar yeniden tanımlanıyor | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Lübnan Başkanı Mişel Avn ve damadı Dışişleri Bakanı Gibran Bassil’in Suriyeli mültecilerin Lübnan’da kalmasına karşı çıkan ve birbirini izleyen açıklamaları bana, Batı ve Orta Avrupa’daki aşırı sağcı liderlerin Suriyeli mültecilere karşı yürüttükleri kampanyaları hatırlatıyor.

Meydana gelen bu olayların arka planı Lübnan’ı, belki Arapları da aşmaktadır.

Benim bu izlenimimi güçlendiren bir husus da Lübnan’daki suçların büyük çoğunluğunu mültecilere bağlayan emniyet eksenli tepkiler. Pek çok zayıf ruh ve zihinleri – sistematik medya kampanyası – “güvenilirlik” ten, Lübnan başkanının temsil ettiği eksene yani “endişeye” doğru kaydırıyor.

Devlet destekli bu kampanyanın en tehlikeli yönü ise, iltica olgusunu yaratan koşulların ve bu duruma doğrudan katkıda bulunan Lübnan güçlerinin kimliğinin kasıtlı olarak yok sayılmasıdır. Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardındaki bu güçler, cumhurbaşkanının, dışişleri bakanının ve bazı güvenlik kurumlarının kampanyalarının arkasında gönüllü ve kendilerini gizleyerek bulundular. Bunu iki nedene bağlamak mümkündür:

Birincisi, Moskova’nın Suriye ve Tahran üzerindeki üstünlüğü ışığında bölgesel sahnede gerçekleşebilecek dönüşümlere hazırlıklı olmak. İkincisi, “Müslümanların birliği” şeklindeki göstermelik bir iddiayı talep etmeye devam etmek… Ve bağlantı kurulamayan, hayali bir otoriteye dönüşmüş ılımlı Sünni liderlerin yok edilmesiyle daha büyük kazanımlar elde edebilmek.

Dün, her zamanki gibi Lübnan Cumhurbaşkanı mültecilere karşı olduğunu yineledi. Ancak bu seferki sözleri tehlikeli bir cümle içeriyordu: “Suriye’de bir siyasi veya güvenlik çözümü beklemeyeceğiz, ülkemizin çıkarlarını savunmak zorundayız.” Avn’ın bu sözleri, Hizbullah’ın Suriye’deki savaşına sürekli karşı çıkmış ve hala da karşı çıkan Başbakan Saad Hariri ve bakanlarının katıldığı kabine toplantısında geldi. Başka bir deyişle, bu bölgedeki en büyük partinin Qusayr şehrinden Şam’ın eteklerine, Barada Vadisi ve kasabalarına kadar on binlerce Suriyelinin yerini değiştirmesindeki rolünü herkes biliyor. Bununla birlikte, bazı rehin alınmış Sünni liderler, sihirli çözümler umarak yağcılık yapmaya devam ediyor, gevşeklik gösteriyor ve sürekli tavizler veriyor. Ayrıca, başkanına gösterdiği bu tavrı ve ana destekçisi Hizbullah’ı eleştiren herkesi gerginliği artırmakla suçlamaya çalışıyor.

Lübnan’daki bu anormal durum, bölünmüş sınırları yeniden çizmeye ön hazırlık olması için resmi sınırların tamamen yok edildiği, bölgenin atmosferi ile yakından ilişkilidir.

“2003 öncesi Irak” ya da “2011 öncesi Suriye” nin tekrar geri gelmesi hakkında konuşmak artık saçma olur. Trajik oyun sona erdi. Kandan nehirler aktı ve nefret dağları yükseldi, maceracıların, falcıların, mezhepçilik yapanların ve ırkçıların bayrakları renk renk dalgalandı.

Arap entelektüeller geçtiğimiz hafta büyük bir şaşkınlık ve ikilem yaşadı. Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına mı saygı gösterecekler, “Haşdi Şabi” milisleri aracılığıyla, İran mollaları ve “Devrim Muhafızları” tarafından kontrol edilen Irak’ta yaşamayı reddeden Kürtlerin savlarını mı destekleyecekler? Yoksa, Irak ordusunun “tartışmalı bölgeler” üzerinde denetim hakkı olduğu, Bağdat makamlarının kendisinden ayrılmak isteyen Kürtlerin ağırlıklı olduğu bölgeleri korumakla yükümlü olduğu savını desteklemeyi mi savunacaklar? Toprak bütünlüğü tehlikedeymiş!

Bu arada, Bağdat yönetiminin, hükümete bağlı olmayan silahlı Şii gruplar üzerindeki Tahran’ın hegemonyasından kurtulma kabiliyetinin, başta Amerika olmak üzere Batılı güçlerle işbirliği yapılmadığı ve Tahranın saldırgan tavrı devam ettiği sürece tehlikede olduğu aşikârdır.

Washington’un, Tahran dosyasını daha ciddi ele almasına rağmen, siyasi tansiyonun bu kadar arttığı bölgede, ABD’nin şu ana kadarki tavırları, eyleme dönük ve cesur bir stratejiden ziyade sözlü bir “niyet beyanı” na daha yakındır. Moskova’nın geniş bir yelpazeden bölgede etkin bir rol alma stratejisi tansiyonu daha da artırmaktadır.

Aynı bağlamda, Irak’taki Kürtlerin son zamanlardaki kısmi gerilemesinin, sınır ötesi mili rüyaları hususunda Washington’da köklü bir değişiklik olduğuna dair güvenlerinden kaynaklandığı açıktır. Irak’ın Kürdistan bölgesinin başkanı Mesud Barzani’nin son referandumda ısrar etmesinin, akıllıca bir hareket olup olmadığına bakılmaksızın şu söylenebilir; ABD’nin Kuzey Suriye’deki ayrılıkçı Kürtlere yönelik belirsiz işaretleri onu ölçüsüzce davranmaya sevk etti. İddia ediyorum ki; Barzani’den daha az akıllı olan herhangi bir Kürt lider, Amerikan sinyalleri olmasa, kronik iç bölünmeyi artıracağını, Türk ve İran taraflarının düşmanca tavırlarını ve Irak’ın bu aşamada bölünmesini hızlandırmak için uluslararası bir isteğin olmamasını göz ardı edip, bu kadar büyük bir adım atmazdı.

Peki, Suriye’de neler oluyor?

Washington, Ana gövdesini YPG’nin oluşturduğu, tepki çekmeyecek zekice bir isimlendirmeyle ‘Suriye Demokratik Güçleri’ denilen ve Türkiye’nin tenkit ve çekincelerini görmezden gelerek Ayn el-Arap (Kobani) savaşlarında desteklediği Kürt milliyetçi akımların, İskenderun’dan Kirmanşah’a, Diyarbakır’dan Urmiye’ye, Suriye ve Irak’ın kuzeyini de içine alacak büyük Kürdistan rüyası konusunda sürekli destek olmuştur.

Nitekim Ayn el-Arap’taki (Kobani) Kürtlere verilen destek, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Suriye’nin silahlı muhalefetinin yeterliliği ile ilgili alenen küçümseyici tavrı, aynı zamana denk gelmiştir. Bununla birlikte, Washington, muhaliflere, Kürt milislere verdiği desteğin dörtte birini verseydi, Suriye’deki durum bugünkünden çok farklı olurdu.

Bütün bunlar geçmişte kaldı. Yapmamız gerekenlere bakalım. Obama dönemi geride kaldı.

Birleşmiş Milletler’in (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nin arabulucuğu ve Cenevre görüşmeleri sonrası Washington, Moskova’nın Astana’yı Cenevre’nin alternatifi haline getirmesine mantıksız bir şekilde izin verdi. Büyük güçlerin, Irak ve Suriye’deki yaklaşık 20 milyon Sünni Müslümanın vatanından edilmesiyle, bölgede kök salmak ve daha sonra da bölgenin bölünmesini meşrulaştırmak için kurulan hayalet organizasyon DEAŞ’ ın ortadan kaldırılmasından sonra durum, anlamsız bir protokol sahnesi haline geldi.

Kısacası, şu an karşı karşıya kaldığımız durum, Arap haritasının Lübnan’dan Irak’a yeniden çizilmesidir. Mesud Barzani’nin ifşa ettiği gibi! yerel oyuncuları da aşan büyük bir projedir.