30 yıldan uzun bir süredir Fransız siyaseti, ülkede kalabalık Arap kökenli göçmenlerin ana dillerini öğrenme ihtiyacına rağmen Arapçayı küçümseyerek hep geri plana itti. Mevcut Milli Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer, diğer diller gibi Arap dilinde de kaliteli bir eğitim sunulması gerektiğine dikkat çeken ilk bakan değil. Eski bakan Najat Vallaud-Belkacem daha önce böyle bir öneri getirmiş ve Fas kökenli olduğu için saldırıya uğramıştı. Onunda öncesinde Kültür ve Eğitim Bakanlığı yapan Jack Lang, Arap kültürünü ve dilini savunanlar arasındaydı.
Jack Lang, dar fikir ve sınırlı görüş nedeniyle kaçırılan fırsatlara hala hayıflanıyor. Ama görünüşe bakılırsa daha çok hayıflanacak. Çünkü vatandaşlarının zihniyeti hiç değişmedi hatta daha da inatçı bir hal aldı.
Seksenli yıllarda, yoksul banliyölerde şiddet olaylarının artmasıyla, çevresi ve kendisi ile daha barışık ve müsamahakâr bir neslin yetişmesi için göçmenlere ana dillerinde eğitim verilmesi tavsiyelerinin yer aldığı birçok çalışma yayınlandı. Ama bu çalışmalar hep kulak ardı edildi. Bazı dilbilimciler de ana dilini öğrenemeyenlerin başka bir dili öğrenemeyecekleri ve iç huzura kavuşamayacaklarını sürekli hatırlatıyorlar. Fransızların, eski Afrika sömürgelerindeki ilkokullarda yaptıkları deneyler, çocukların bir ya da iki yıl kendi ana dillerinde eğitim aldıklarında ikinci bir dili çok daha iyi ve hızlı bir şekilde öğrendiklerini, bilgileri çok daha iyi bir şekilde kavradıklarını ortaya çıkardı. Louis Jean Calvet, eğitimin ilk yıllarında ana dile önem verilmesi ve sadece bu dilde eğitim verilmesi çağrısında bulunan dilbilimciler arasında bulunuyor. Bu şekilde eğitimin ileriki yıllarında daha üretken olduğunu kaydediyor.
Ama politika genellikle umursamaz ve düşüncesizdir. Bu nedenle işine gelmeyeni görmezden gelir ve ona sırtını çevirir. Aynı Fransa gibi İngiltere de daha ana dillerini öğrenmeyenlere İngilizceyi öğretmeye çalışanları destekliyor ve finanse ediyor. Fransa’da politika yapıcıların birçoğu göçmen vatandaşlarının psikolojik ve dil eşitliği yerine şovenist ulusalcı ruha öncelik veriyorlar.
2011 yılının başlarındaki göçmen dalgasının ardından Almanya, ülkelerini cehenneme çeviren devrimler nedeniyle aileleri ile kaçmak zorunda kalan çocukların, Arapçayı öğrenebilmeleri için daha çok imkân sağlamaya başladı. Yine Almanya kökeni ne olursa olsun tüm çocukların ana dilde eğitim alma hakkı olduğunu düşünüyor. Bununla da yetinmeyerek dışişleri bakanlığı ile kamu kurum ve kuruluşlarında, şirketlerde memurları Arapça öğrenmeye teşvik ediyor. Çünkü topraklarında yaşayan 1 milyon Arap ve yaklaşık 5 milyonluk Müslüman nüfusu nedeniyle gelecekte Arap bölgesi ile daha çok iletişim kurmak ve ekonomik ilişkileri geliştirmenin kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. Tabi Avrupa’da artık 5 milyondan fazla Müslüman’ın ikamet ettiğini hatırlatmaya gerek yok.
Fransa bu sorunu çözmek yerine görmezden gelmeyi ve kaçmayı tercih ediyor. Michel Blanquer’in önerisi, okullarda Arapça öğrenenlerin oranı %10’a düşüp sayıları 14 bini geçmez iken dini kurumlarda bu sayının artarak 50 bine ulaştığını gösteren raporun ardından geldi. Bu önerinin amacı, dini bir kurum ya da aşırılıkçı kuruluşlar veya eğilimleri tam olarak bilinmeyen taraflar yerine devletin gözetimi altında dil eğitimi sunulmasıdır. Buna rağmen muhalifler kimi ikna edici kimi de bu adımın Fransa’yı Arap ve Müslüman bir ülke haline getireceği, Arapçanın iş fırsatları sunmadığı ve iş hayatında bir işe yaramadığı gibi garip bahaneler öne sürüyorlar. Öyle ki işi Arapçayı büyük ve geniş bir edebiyat dili olarak tanımlayan Milli Eğitim Bakanı ile alay etmeye kadar götürenler ya da açıklamalarını bağlamından kopararak farklı bir şekilde sunanlar dahi oldu.
Nereye giderseniz gidin, Ermeni, Türk ya da Kürt gibi göçmen toplulukların çocuklarının kendi dillerini konuştuklarını görürsünüz. Arap göçmenlerin çocukları arasında ise Arapça bilenler çok az. Bu durum, Arap kökenli göçmenlerin göç ettikleri ülkelerde pasif kalmalarını, baskı altında kalmalarını ve kendilerini aşağı derecede hissetmelerini açıklayabilir. Böylece Arap gençleri öldürerek intikam alma ve güç vadeden aşırıcı gruplar için kolay bir ava dönüşüyorlar.
Bu kişisel bir görüş ya da teori değildir. Bilakis ana dilin değerini ve kişiye verdiği öz güven, teşvik ve huzuru iyi bilen dilbilimcilerin dikkat çektikleri görüştür.
Fransızlar, Arapça ile eğitim ilişkilerinin 16. yüzyıldan itibaren başlaması ve Arap dünyası ile ülkeleri arasında 500 yıldır süren akademik açılım ile övünüyorlar. Ama bu eğitim kurumlarının sömürgeci emeller taşıdığını ve çalışmalarının masumiyet ve insanlıktan çok uzak olduğunu unutuyorlar. Bugün Belçika, komşusuna benzer bir deneyimden geçiyor. Göçmenlere ana dillerini öğrenme hakkı verilmesi çağrılarına, Molière’nin ülkesinde duyduğumuz nedenlere çok yakın nedenlerle karşı çıkılıyor.
Arapça gibi bir dili din ile bağdaştırarak, bilimsel çalışmaları siyasallaştırarak, eğitimi partilerin bir kampanya aracına dönüştürerek ve şovenist ulusalcılık ile Fransa çok şey kaybediyor. Açılım taraftarları, Fransızların yaklaşık 800 Arapça kelimeyi günlük hayatlarında kullandığını ve bu kelimelerin Fransızcanın bir parçası haline geldiğini hatırlatıyorlar. Aynı şekilde Arapçanın insanların günlük hayatta en çok kullandıkları ikinci dil olduğunu, terör gibi sorunların kültürler ile bağdaştırılmaması gerektiğini de hatırlatıyorlar. Ama ne yazık ki tüm bu çabaları boşuna. Sadece Fransa’da değil tüm dünyada gelişen ve yükselen bir akım var. Bu akım, bilimi hor görüp basitleştiriyor, bilim adamlarını bir kenara itiyor. Bunun yerine ses getirecek söylevleri, hazır paket fikirleri, dar milliyetçiliği tercih ediyor. Fırsatçı politik çıkarlar, her şeyden daha önemli bir hale geldiler.