Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Araplar dünyada kaybettikleri konumlarına geri dönüyorlar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Arap Birliği Zirvesi’yle ilgili haber yapmaya gitmek için her çantamı hazırladığımda kendime mesleğimin özünü hatırlatıyorum. Kendime görevimin mersiyeler dizip ağıt yakmaktan ziyade haberleri araştırıp onları analiz etmeye çalışmak olduğunu söylüyorum. Aslında biz, bütün tasa, keder, depresyon ve hüsran sözlüklerini tükettik. Fakat ben, en nihayetinde bir Arap gazeteciyim ve rakamlar beni korkutuyor. Her zirvede İsrail yerleşim birimlerinin sayısının arttığını ve Filistin topraklarının gaspına var güçle devam edildiğini keşfediyorum. Aynı şekilde milyonlarca Arap’ın sığınma kamplarında yaşadığını, yeni bir neslin vahşet ve kasvet ortamında sığınma kamplarında dünyaya gözlerini açtığını, milyonlarca Arap evladının eğitim imkânı bulamadığını, yeni başkentlerin günden güne parçalanarak bölgede Arap olmayan oluşumlar tarafından yönetilmeye başlandığını, işsiz bir grubun uzun listeye eklendiğini, yoksulluğun arttığını, parlak fikirlerin zifiri karanlıkta yol alırken zorluklarla karşılaştığını, birçok cehennemden kaçan ölüm teknelerinin alabora olması sonucu deniz balıklarının Arapların bedenlerini yediğini, farklı grupların sanki toprak sahipleriymiş gibi Arap toprakları üzerinde nüfuz paylaşımında rekabet ettiklerini ve bu farklı grupların Arap topraklarında milis atölyeleri tesis ederek profesyonel bir şekilde oldukça fazla üretim yaptıklarını keşfediyorum. Zirveleri takip ederken “Ne korkunç!” başlıklı bir makale yazmayı düşündüğüm zaman Arapların durumunun söz konusu başlıktan daha korkunç olduğu kanaatine vararak bu düşünceden vazgeçiyorum.

Pek çok zirveye taşınan bu fikirleri meslek icabı bir Arap gazeteci olarak yazıyorum. Bu arada hala ben Arabım diyen bir insan arsızlık mı etmiş olur? Hem ruh hem de elbiseden vazgeçmemiz mi gerekiyor? Tuzaklar ve müdahaleler arasında değersiz kayıp bir halk gibi mi davranmalıyız? Ortadoğu’daki Araplar, neden bu kadar zayıf hale düştü? Uluslararası anlaşmaların, örflerin ve tarihi gerçeklerin bize verdiği şeylere minimum seviyede sahip olmak neden hakkımız değil?

O minimum seviye ise, Irak’ın Iraklıların, Suriye’nin Suriyelilerin, Lübnan’ın Lübnanlıların, Yemen’in Yemenlilerin ve Libya’nın Libyalıların olması ve söz konusu Arap devletlerinin topraklarının karanlık güçler, darbeci milisler ya da dış vesayetler tarafından gasp edilmemesidir. Bağdat’ın Bağdat, Şam’ın Şam, Beyrut’un Beyrut, Sana’nın Sana ve Trablus’un Trablus tarafından yönetilmesi gerektiğini söyleyen bir Arap, saygısızlık mı etmiş olur? Başka bir devlet üzerindeki Arap vesayetine izin vermiyorsak bu durumda Arap olmayan bir vesayete nasıl izin verebiliriz? Ne çok ne az Arapların doğal haklara sahip olmasını istememiz bir küstahlık mıdır?

Suriye meselesi, şu anki Arap felaketiyle neredeyse özetlenebilecek bir durumda. Zirve öncesi, Suriye meselesi konusunda gerilim yükseldi ve Batılı üçlü koalisyon, Suriye’nin kimyasal tesislerini hedef aldı. Sınırlı saldırı, rejimin sinir sistemini hedef almadı ve rejimi herhangi bir değişikliğe sevk etmedi. Söz konusu saldırı, Suriye rejiminin kimyasal silah kullanımına bir cevap niteliğindeydi. Ayrıca bu saldırı, kırmızı çizginin çiğnenmesine karşılık vermek için Rus şemsiyesi altında yaşamanın Batı’nın operasyon düzenlemesine engel olmayacağına dair bir mesajdı. Fakat Suriye meselesi, ABD ve Rusya arasında meydana gelen şu anki gerilimden daha karmaşık bir haldedir.

Felaketin büyüklüğünü anlamak için Suriye haritasına bakmak yeterlidir. Hâlihazırda Suriye topraklarında bir grup Rus, Amerikan, İran ve Türk ordusu bulunuyor. Burada Suriye kökenli ve Suriye kökenli olmayan milislerin isimlerini zikretmek mümkün değildir. Rejimin Suriyeli muhaliflere yönelik öldürücü darbe indirmesindeki başarısı, Suriye haritasının çelişkili dış vesayetlerin altında olduğu gerçeğini asla değiştirmiyor. Söz konusu dış vesayetler, Suriye bayrağını diğer pek çok bayrak arasında yer alan bir bayrak haline getirdi. Husilerin Suudi Arabistan’a fırlattığı füzelerin gerçek kimliğine bakıldığı zaman Arapların ulusal güvenliğine yönelik tehditlerin had safhaya çıktığı görülecektir.

Arap ulusal güvenliğinin karşı karşıya kaldığı tehlikeli ihlallere yönelik endişeler, zirvenin açılışında yapılan konuşmalarda güçlü bir şekilde hissedildi. Bu endişeler bekleniyordu. Şöyle ki artık Arap devletleri; erteleme, yüz çevirme ya da eşyaları kendi isimleriyle isimlendirmekten kaçınma lüksüne sahip değildir. Fakat Kral Selman bin Abdülaziz’in Zahran zirvesini “Kudüs Zirvesi” olarak isimlendirmesi, toplantıdaki en önemli gelişmeydi. Ayrıca bu isimlendirmeye paralel olarak Kudüs’teki İslami vakıflara ve Birleşmiş Milletler(BM) Yakındoğu Filistin Mültecilerine Yardım Ajansı’na(UNRWA) mali destek yapılacağı deklare edildi. Bu gelişme, memnuniyetle karşılandı.

Humeyni’nin İran’ı, Filistin meselesi meşalesini Arapların elinden çekmeye çalıştığı zaman bölgedeki Arap rolünün gerilemeye başladığını söylersek abartmış olmayız. İran, kendisini Filistin hakkının koruyucusu ve savunucusu olarak takdim etti. İran, Camp David anlaşmaları ve Arapların bu anlaşmalara gösterdiği tepkiler sonucu Mısır’ın rolünün azalmasından istifade etti. İran yanlılarının İsrail’le çatışmasıyla birlikte İran’ın Arap sahasına sızmaya başladığı, olayları takip edenlerin zihninden kaybolmayacaktır. Amerika’nın Irak işgali, İran’ın Irak toplumuna ve sonra da Yemen’e sızmasına fırsat vermeden önce İran, İsrail’le savaşmak bahanesiyle Lübnan, Suriye ve Filistin sahasında nüfuzunu yerleştirmeyi başardı. Aynı şekilde Türkiye, birçok alana ya da Arap güçlerine ulaşmak maksadıyla bir koridor inşa etmek için Filistin meselesinin önemini kavradı.

Arapların barış girişimine bağlı kalarak Filistin meselesini yeniden kazanmaları; İran ve Türk müdahalesine karşı koymak amacıyla ciddi bir stratejinin belirlenmesi için Araplara ortak bir Arap zemini sağlayacaktır. Mesela Rus, İran ve Türk liderlerinin bulunup da herhangi bir Arap liderin bulunmadığı bir masada Suriye’nin geleceğinin görüşülmesi tuhaf değil midir?

Arapların; ellerinden alınmış dosyaları, meseleleri, girişimleri geri kazanmaktan ve Suriye, Libya ve Yemen’e yeniden barış getirmek için etkili ve gerçek politikalar belirlemekten başka bir seçenekleri yoktur. Arapların bu dosyaları yeniden kazanması, büyük devletlerin, Arap topraklarını silahların ve vekâlet savaşlarının denendiği bir saha olarak görmek yerine Arap halkının hukukunu göz önünde bulundurmaya sevk edecektir.