Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Artan ihlallerin ortasında ‘Basın Özgürlüğü Günü’ | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Londra: Regina Youssef

UNESCO (BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) her yıl Dünya Basın Günü’nde medya alanında çalışanların ifade özgürlüğüne yönelik ihlallere, kovuşturmalara, tutuklamalara, saldırılara, işkencelere hatta katliamlara maruz kaldığını kamuoyuna açıklayan raporlar sunuyor. Ayrıca dünya çapında onlarca ülkedeki basılı yayınların sansüre, para cezasına, geçici veya daimi takibe uğradığını da unutmamalı.

Bugünü kutlamaya 3 gün öncesinden yani Afganistan’da meydana gelen farklı bir dizi saldırıda 10 gazetecinin öldürüldüğü günden başlamak gerekiyor. “Saldırının hedefinde kasıtlı olarak basın vardı. 2001 yılında Taliban rejiminin düşmesinden bu yana medya mensuplarının hedef alındığı en kanlı saldırı.” Olayı böyle tanımladı Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF).

UNESCO, ‘Güç Dengesi: Basın, Adalet, Hukukun Egemenliği’ sloganı altında Gana Hükümeti işbirliğinde başkent Akra’da bir konferans düzenliyor.

Şarku’l Avsat, daha fazla bilgi için örgütün Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bulunan ofisinde Bilgi İşlem Programı Yetkilisi olan George Avad ile iletişime geçti. O da bu günün kutlamalarının tek bir tema altında ve aynı ruhla başladığını; sloganların ise ülkelerin başkaları olmadan bulabileceği farklı başlıklara ayrıldığının altını çizdi.

25 yıllık iş hayatında basın dünyasında ne değişti? Avad, tüm değişimlere rağmen örgütün hala büyük meydan okumalarla karşı karşıya kaldığını vurguluyor. Dünyada birçok devlet tarafından daha önce UNESCO’ya gönderilmeyen raporların bugün sunulması söz konusu değişikliklere örnek. Bununla birlikte resmi makamların işbirliğine rağmen cezasızlık, örgütün karşılaştığı en büyük sorun olmaya devam ediyor. Avad, konuşmasını şu ifadelerle sürdürüyor: “Yeni yasalar eklendi. Birçok ülkede başka yasalar konuldu. Örgüt, siyasi ve ekonomik sıkıntılar yaşayan ülkelerde ve Arap bölgesinde büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya. Özellikle Irak, Suriye ve Yemen’de gazetecilerin karşılaştıkları esaret, öldürülme ve baskılar gibi zorlukların yanı sıra basın emekçilerinin kişisel hayatlarını olumsuz etkileyen dijital güvenlik meselesi var. İnternet üzerindeki ifade özgürlüğü bu yılın alt başlıklarından biri. Kişisel düzenlemelerle nereye kadar çalışabiliriz. Bu evrensel bir iş. Bir ifade ve özgürlük yolu vardır. Profesyonel ve ahlaki meselelerin ne ölçüde dikkate alınacağına işaret etmek gerekir.”

Avad, hükümetlerin haber alma özgürlüğüne özen göstermedikleri durumlarda sorgulanabilirliğine dair sorulan bir soruya karşılık olarak şu yanıtı veriyor:

“UNESCO’dan çıkan sonuçlar, hükümetlere bakmaksızın ülkelerde işlenen ihlalleri ortaya koyuyor. Bir savaşta gazeteciler mayın veya bir patlama ile öldürülebiliyor ve bir devlet öldürülen gazeteci sayılarından bir liste çıkarabiliyor. Bununla birlikte bizim raporlarımız devletleri ve hükümetleri suçlamıyor.”

Kargaşa yaşanan ülkelerde gazetecilerin hayatı, ölüm, hapis ve baskılara arasında mahvoluyor. Onlarla istikrar sahibi ülkelerde çalışanlar arasında karşılaştırma yapılamaz. Her ne kadar azımsanmayacak kadar çok yabancı gazeteci çeşitli saldırılara ve hapis cezalarına maruz kalsa da.

Bu bağlamda Avad, bağımsız gazetecilerin karşılaştığı tehlikeler ve ihlaller ile ekonomik durum arasında bir bağlantı kuruyor ve bu alanda çalışan kadın işçilerin maruz kaldığı taciz ve sömürülerden de bahsediyor. Tüm bunlar bütün dünya ülkelerinde karşılaşılabilecek şeylerken gelişmiş ülkelerdeki ekonomik etkenin baskısı bunu azaltıyor.

Örgütün raporları, 2018 Ocak ayından bu yana ikisi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan olmak üzere toplam 9 gazetecinin öldürüldüğüne; öldürülen vatandaş gazetecilerin sayısının 4’e ulaştığına ve bunlardan üçünün de Arap ülkelerinden olup bir tanesinin de medya yardımcısı olduğuna işaret ediyor. Hapse atılanların sayısı ise 181’e ulaşmış ve bunlardan 151’i Arap dünyasında yer alıyor. Dünyada hüküm giymiş 125 gazeteci yer alıyor ve bunların 57’si yine Arap ülkelerinde. Hüküm giyen 15 medya asistanından 6’sı da yine Arap ülkelerinden…

Gazetecileri Koruma Komisyonu’nun raporları, 30 Mart’ta yaşanan gösterilerde en az 10 Filistinli gazetecinin İsrail ve Gazze arasındaki sınır çiti yakınlarında canlı mermi ve göz yaşartıcı gaza maruz kalarak öldüğünü ve yaralandığını bildiriyor.

Husi darbecilerin kontrolünde bulunan Yemen’e gelince; gazetecilerin elinde susmak, sürgün ve hapis cezasından başka seçenek yok; yetkililer 13 gazeteciyi alıkoydu. Komisyonun Ortadoğu ve Kuzey Afrika programında bir araştırmacı olan Justin Schillad, 28 Aralık 2017’de Husilerin olduğu bölgelerde gazetecilerin maruz kaldıkları işkence, tıbbi yardımlardan mahrum bırakılma, art arda soruşturmalar, düşmanla işbirliği suçlamaları gibi durumlara işaret ediyor.

İhlaller ve medyafobi, gümüş jübilesi ile basının kutlamasını karartıyor.

Gazetecileri Koruma Komisyonu, Şarku’l Avsat’a şöyle dedi: Hükümetler tarafından bu mesleğin mensuplarına görülmemiş bir baskı uygulanıyor

3 Mayıs. Senede sadece bir gün dünya, basını ve düşüncelerini ifade etme ve haberleri şeffaflıkla alma haklarını karartma zaferini kutluyor. Dünya Basın Özgürlüğü Günü, kendisine 1993 yılında BM takviminde yer kaptı. Bununla birlikte mütevazı bir şekilde bugün gümüş jübilesine yaklaşıyor. Dünya, basın özgürlüğünde görülmemiş bir çöküşe ve bu mesleğin mensuplarına yönelik artan ihlallere sahne oluyor. Freedom House’ın raporuna göre bugün dünya nüfusunun yüzde 13’ü özgür bir şekilde basınla uğraşıyor; bu esnada nice kalemler de parmaklıklar arkasında kalıyor. UNESCO, 181 gazetecinin hapsedildiğini belgeliyor. Gazetecileri Koruma Komisyonu, bu sayının 262’ye çıktığını teyit ediyor. Rakamlar değişebilir ancak sonuç ortada: basın, hedef alınmış ve tehdit altında.

Basın özgürlüğü alanında çalışan kimseler, durumun kötüleşmesi ve son örneği Afganistan’da yaşanan gazetecilerin hedef alınma eylemlerindeki tırmanışın neticesi olarak görülmemiş bir baskıya maruz kalıyorlar. Gazetecileri Koruma Komisyonu’nun Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programının koordinatörü Şerif Mansur’a göre bu hedef alma eylemi, sadece silahlı örgütler tarafından gerçekleştirilmiyor (Afganistan, Suriye ve Irak’taki senaryoda olduğu gibi) aksine hükümetler tarafından da gerçekleşiyor. Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullanıyor: “Örneğin; İsrail, Gazze gösterilerinde Filistinli gazetecileri hedef aldı ve iki kişiyi öldürdü. Bugün, hükümetler tarafından basın mensuplarına hiç olmadığı kadar baskı uygulandığına şahit oluyoruz.”

Washington’daki Newseum Haberler Müzesi’nin Dış İlişkiler Müdürü Sonya Gavonakar, Donald Trump’ın diline doladığı ‘yalan haberler’ tabirinin, onu destekleyenler ve basın arasında bir güven boşluğuna sebep olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Gazeteler ve güvenilir haberler hakkında yalan haberler nitelemesi yapmak, çoğu zaman gerçeğin ortadan kalkmasına sebep olan bir kargaşa yaratır.”

Mansur’a göre, “Sahte haberlere yönelik suçlamalar yapmak, hükümetlerin birçoğunun gazetecilere karşı eylemlerini aklamak için başvurduğu en önemli yollardan biridir. Arap bölgesinde kanuni herhangi bir dayanak ya da gazetecileri koruyacak ve ihlallere doğrudan maruz kalmalarını engelleyecek için bir fırsat yok. Dolayısıyla yetkililerin yönelttiği suçlamalar sebebiyle cezaevlerinde tutulan birçok gazeteci gerçeği ortaya çıktı.”

“Bizim Arap bölgemizde, basın ve gazetecilerin itibarını zedeleme ve yaptıkları işi küçümseme eğilimi artış gösterdi ve bu, doğrudan veya dolaylı olarak basının çalışmalarını engellemek ve denetlemek için bir bahane olarak kullanıldı” diyor Mansur. Bugün sansürün öldürmekten başka yöntemleri de var. En tehlikelisi de yavaş ölüm. Gazetecileri Koruma Komisyonu’nun bir üyesi, “Gazeteciler, adil bir şekilde yargılanma hakkından mahrum ediliyor. Ve bunu hapiste yasal destekten ve tıbbi bakımdan mahrum etme, fiziksel ve ruhsal işkence gibi şeyler izliyor” şeklinde bir açıklama yaptı.

RSF, yıllık raporlarında özellikle Avrupa ve ABD’de gazetecilere karşı oluşturulan nefret ve düşmanlık ikliminin, demokrasiyi tehdit eden bir adım olduğu konusunda uyarıyor ve bunu medyafobi olgusu olarak tanımlıyor. Bu tabir ne anlama geliyor peki? Mansur bu soruyu şu şekilde yanıtlıyor: “Bu zararlı olgu, gazeteciliğin öncelikle vatandaşların kendisi ve yetkilileri sorgulamak ve şeffaflık konusundaki hakları konusunda kamusal bir fayda sağlayacak bir iş olmadığının zannedilmesinde yatıyor. Sindirme ve itibarını düşürme, eleştirel seslerin yükselmesini engelleyerek gazetecilerin işini ve kamusal konularda bilgi edinme yetkilerini etkileyen kırmızı çizgiler konmasına sebep oluyor.” Bu da mesleği temelden tehdit eden bir olaydır.

Söz konusu senaryo, meslek mensuplarını ‘mağdur’ durumuna sokar. Bununla beraber, etkin rolleri onların tek kurtuluşudur. Mansur’a göre, “Ülke içinde ve dışındaki sendikalarda gazetecileri temsil edenler (aralarında sürgünler de vardır), ihlalleri durdurmak üzere dikilen ilk duvardır. Onlar, uluslararası örgütler ve diğerlerinin tam bir şekilde işlenen ihlalleri belgelemesi ve çeşitli yollarla gazetecilere yardım edebilmesini sağlayana kadar yükselen bir sestir.”
Sahne karanlık ve tehditler sayısız. Ancak umut ışığı, geleneksel olmayan yöntemlerde gizlidir. Nitekim Mansur da: “Dijital mecra, birçok nesli basın dünyasına sokan ve onlara iş özgürlüğü ve bağımsızlık sağlayan bir vesiledir. Teknoloji, ifade özgürlüğü için bir fırsattır. Ancak aynı şekilde o da onu esir etmeye ve bilgileri ve eleştirel düşünceleri paylaşmak amacıyla kullananları takip etmeye çalışan hükümetlerin tehdidi altındadır.”

Dijital özgürlüklerin onların varlığını ve gelişimini tehdit eden diğer düşmanı, gerçek ile kandırma arasındaki rekabettir. Bu da onları düşüşe hazır bir duruma sokacaktır.

Mısır parmaklıkları ardından bir BM ödülü

‘Şevkan’ ya da Mahmud Ebu Zeyd. Bu Mısırlı fotoğrafçı-gazeteci 3 yıldır yargılanıyor. Cumhuriyet Savcılığı onu, “yasaya aykırı olarak kurulan bir cemaate katılma (Mısır’ın terör örgütü olarak kabul ettiği İhvan Cemaati), silah bulundurma, yönetime karşı çıkma, öldürme, öldürmeye teşebbüs, toplanma ve güç gösterisi” ve idama götüren diğer suçlar ile itham edilen 739 diğer sanıkla birlikte yargılıyor.

Filistin basınına mensup olanlar ve İsrailli mermilerin ‘laneti’

Filistinli gazeteciler, meydanda varlık göstermek için genellikle ağır bedeller ödüyor. Filistinli Gazeteciler Sendikası’na göre aralarında bu işin bedelini hayatıyla ödeyenler olurken bir kısmı da İsrail’in sistematik saldırılarıyla yaralanıyor ya da tutuklanıyor. İsrail sadece geçen ay sınıra dönüş yolunda Gazze şeridinde iki gazeteci öldürdü.

Filistinli Gazeteciler Sendikası’ndan Nasır Ebu Bekir dün, 2013 yılından bu yana 24 gazetecinin öldüğünü; 2600 tanesinin de yaralandığını ifade etti. Saldırılar da cabası. Geçtiğimiz Nisan ayı bu konuda önceki aylara kıyasla gözle görülür bir artışa şahit oldu. Gazetecilere Destek Komitesi, 15’i işgal altındaki Batı Şeria’da olmak üzere İsrail işgalcileri tarafından işlenen toplamda 105 ihlal gözlemledi.

İsrail, gazeteci Yasir Mürteca ve Ahmed Ebu Hüseyin’i Gazze şeridinde öldürdü. Ay boyunca 84 gazeteci yaralandı. Bunlardan 12’si canlı mermi ve patlamada isabet aldı.

Şahıslara yönelik saldırılar da kesilmedi. İsrail, Elia Gençlik Medya Kuruluşu’nu kapattı. Batı Kudüs’teki ‘Modern Safa’ matbaasına, Elia kuruluşuna, gazeteci Musab Kafişe’nin evine baskın düzenledi.

Bu yılki ihlaller İsrail’in sabıkasına ekleniyor. Geçen yıl, Filistinli Gazeteciler Sendikası, işgal altındaki topraklarda çalışan Filistinli ve Filistinli olmayan gazeteciler ve basın mensuplarına yönelik ihlalleri gözledi. Sendika, 909 tane ihlali belgeledi. Bunlardan 740’ı İsrail işgal güçleri tarafından işlenirken 169’u Batı Şeria ve Gazze’deki emniyet güçleri tarafından işlendi. İşgal edilmiş Kudüs şehrinde faaliyet gösteren gazeteciler, işgal güçleri tarafından daha çok saldırıya maruz kaldı. Onların hakkında 137 ihlal kayda düşülmekte ki bu tüm saldırıların yüzde 18’ine denk geliyor. Bunları el-Halil sonra da Ramallah gazetecileri takip ediyor.

İran’da… Prangalara vurulmuş kalemler ve hükmü geçmeyen sendika

“Basın dünyasının özgürlüğünü koruma”, “gazetecilerin ve tutukluların özgür bırakılması”, “gazeteciler sendikası kurma”. Bunlar Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin bir yıl önce ikinci kez başkanlığa aday olduğu kampanyada kendine verdiği önemli üç söz. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde bu sözlerin hangisi yerine getirildi? Hiçbiri.

Geçen yıl gazetecilik faaliyeti yürüttüğü için tutuklananların isimleri uzun bir liste tutar. İnsan hakları savunucuları, İran’ın küçük şehirlerinde medya mensuplarına yönelik benzer tutuklama vakalarının yaşandığına ancak merkezden uzak olmalarından ötürü bu hadiseler hakkında detaylı bilgi edinilemediğine işaret ediyor.

Bundan sadece aylar önce gazeteciler İran’ın Devrim Rehberi’nin Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti’yi üniversite rektörü olarak atamasının ardından ‘Özgür Üniversite’ yönetim kurulunun muhafazakâr egemenliğinin ilk kurbanları oldular. Yeni yönetim ekibi ‘Farhikhtegan’ gazetesini taramakla işe başladılar. Ve işlem 30’dan fazla gazetecinin siyasi eğilimleri ve düşünce farklılıklarından ötürü işten atılmasıyla sonuçlandı.

Gazetecilerin yönetim değişikliği gibi bir sebeple işinden olması ya da gazetenin faaliyetlerinin askıya alınması, İran’da gazetecilik mesleğinin yüz yüze olduğu meydan okumalardan biri haline geldi. Bu, yüzlerce dergi, gazete ve haber sitesinin siyaset ve yargı emirleriyle ortadan kaybolduğu bir ülkede anlaşılabilir bir durumdur.

Bununla birlikte gazeteciler ve medya dünyası, güvenlik tehdidine rağmen bu mesleğe sıkıca tutunuyorlar. Medya alanında çalışanların yarısından çoğunun belki de iş ve sigorta sözleşmesi yoktur. Bunun için ‘Gazeteciler Bağı’nın tekrar açılması için mücadele veriyorlar. Sendika, haklarını savunuyor ve sağlık ve emeklilik sigortası sağlıyor.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani beş yıl önce bu derneğin yeniden faaliyeti geçmesi için söz vermişti. Ancak kurulması için şu ana kadar herhangi bir izin çıkmadı.

İran’da basın için iki tercih var. Ya resmi basının makinesinin bir parçası olmak; Devrim Muhafızları’na bağlı onlarca gazete ve haber ajansı bu yolla mali yardıma ulaşıyor. Ya da yetkililerin potansiyel suçlu olarak gördükleri özgürlüğün biraz gerisinde çalışmak. Geçen hafta Meşhed şehrinde tutuklanan reformcu Şark gazetesinin müdürü Mehdi Rahmaniyan’ın başına gelen bu.

Bağımsız birçok medya unsurunun faaliyet alanı olan Telegram’ın engellenme kararı sırasında medya mensuplarını sevindiren tek haber, ‘İran’da gazetecilerin ve entelektüellerin celladı’ olarak tanımlanan eski Tahran Başsavcısı Said Murtazavi’nin tutuklanması oldu. Tutuklanma sebebi ise eski reformcu Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi döneminde gazetelerin toptan kapatılmasında doğrudan rol sahibi olmasıydı. Hani 2000 yılı Nisan ayının sonlarında bir günde toplam 18 gazetenin yayın faaliyetlerini durdurma kararı çıkarılmış ve yüzlerce gazetecinin tutuklanmasına, işsiz kalmasına ve göç etmesine sebep olmuştu. Ancak ne yazık ki Murtazavi’nin tutuklanması henüz kesinleşmedi.

Dünyanın Basın Özgürlüğü Günü’nü kutlamaya hazırlandığı günlerde İran yargısı, özgür basının en dar kapsamlı faaliyet alanını ele geçirmek için Telegram uygulamasını engelleme kararı çıkardı. Endişe üstüne endişe.

Türkiye… Basın mensuplarının hapsedildiği en büyük cezaevi

Ankara: Said Abdürrezzak

Gazetecilerin tutuklanması, Türkiye’de basın ile iktidar arasındaki çatışmanın sertliğinin en belirgin göstergesi olsa da yumuşak sansür ile yasal sansür arasında sertliği değişen başka yöntemler de var.

Dünya Basın Özgürlüğü Günü, Türkiye’de kendisi özgürlükler kaydında geri bir noktada bulunuyorken kutlanıyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) 2017 yılı için hazırladığı küresel sıralamada 155. sıraya düşerek en kaygı verici aktör olarak tespit edildi. Yerel ve uluslararası gözlemcilere göre darbe girişiminden sadece beş gün sonra uygulanan ve hala devam eden OHAL gereğince 170’den fazla basın kuruluşu tasfiye edildi. 150’den fazla gazetecinin yargılanmadan parmaklıklar ardına gönderilmesi Türkiye’yi Sınır Tanımayan Gazetecilerin deyimiyle dünya çapında en büyük gazeteci hapishanesine dönüştürdü.

Geçen hafta, Türkiye mahkemeleri muhalif sol gazete Cumhuriyet’te çalışan 13 kişinin terör suçlamasıyla hapsine karar verdi. Bu dava Türkiye’deki basın özgürlüğü konusunda uluslararası endişe ve öfkeye sebep oldu.

4 ya da 5 şirket tarafından yönetilen çoklu medya kuruluşlarında her bir haber odası, ‘açık cezaevi’nden ibaret ve katı ve rutin bir öz denetim ile niteleniyor. Mesleki direnişin kovulma ile cezalandırılması ve gazetecinin işe yaramaz bir çalışan olarak yaftalanması başka bir yerde iş bulmayı oldukça zorlaştırır. Deneyimli kişilerin ifadesine göre astronomik ücretler alan kıdemli yazarlar, basın kapısının bekçileri veya sansür görevlileri gibi çalışıyorlar.

Baskılar yazar odaları ile de sınırlı kalmıyor ve elektronik ortama kadar uzanıyor. Geçtiğimiz 22 Mart’ta haber yayınları da dâhil olmak üzere tüm yayın platformlarını ülkedeki yayın düzeninden sorumlu heyetin gözetiminde internete taşıyan yasa meclisten geçirildi. Muhalefet, sansüre bir dayatma olarak gördüğü bu uygulamaya itiraz etti. Biri, “Hükümet, muhalefetin nefes alabileceği ve kendisini ifade edebileceği tüm mecraları tıkıyor” ifadelerini kullandı.