Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Aslında Kuveyt’in işgali, bölgenin tanık olduğu şeylerin başlangıcıydı! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

2 Ağustos 1990’da patlak veren Körfez krizi, Arap ulusunun krizi haline geldi.

Irak kuvvetlerinin Kuveyt’i işgal etmesiyle birlikte kaygan bir zeminde sonu belli olmayan bir yola girildi, beraberinde ise bitmek bilmeyen kaygılar meydana geldi. Hatta bu kaygılar her gün ve her saat artmaya devam etti ve şayet bu ümmet bu yüzyılın başlarında belli başarıları elde etmemiş olsaydı tamamen ortadan kalkma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra yeni bir dünya düzeni kuruldu ve uluslararası oyunlar buna göre şekillenmeye başladı ve bu yeni düzenle uyumlu yeni kurallar ve yasalar işlemeye başladı. Körfez krizi soğuk savaş sonrasına denk geldi ve esasında bu türden felaketlerin yaşanma ihtimali azalmış oldu.

Bu iklimde, yani yeni umutlar ve yeni vaatler döneminin başlangıcında körfez krizi ortaya çıktı ve krizle ortaya çıkan gerçekler bir anlamda dünyanın test edilmesine neden oldu.

“Dünyanın” dedim, zira Körfez krizi, tüm halkların ihtiyaç duyduğu petrolün etrafında toplanıyor. Petrol her zamankinden daha fazla önem kazandı ve yeni çağın en önemli dayanağı haline geldi. İnsanlık, barış ve yardımlaşma içinde yaşadığı bu çağda, daha iyi bir yaşam arayışı içerisinde bulunuyor.

Çünkü geçmişte enerji kaynaklarını tüketen ve yok eden çatışmalar ve çekişmeler yaşandı ve artık bütün halklar bunlardan uzak kalmak istiyor.

Dolayısıyla Arap Dünyası, bu yeni döneme ait standartlara göre büyük önem kazanmış durumda. Bu önem sadece dünya petrol rezervlerinin üçte ikisine ya da daha fazlasının tekabül eden büyük petrol rezervleri nedeniyle değil, aynı zamanda ticari pazar açısından konumu, genişliği ve büyüklüğü nedeniyledir.

Bölgemize olan küresel ilginin çeşitli nedenleri var. Bunların en önemlisi ekonomik, sosyal, askeri, bilimsel ve kültürel gelişimlerinin gidişatını kontrol etmek istiyorlar.

Büyük sanayi ülkelerinin istek ve arzularına uygun bir istikrarın sağlanması için de oldukça istekliler.

Her türlü gidişatın bu ülkelerin tasavvurları ve özlemleri ile uyumlu olmasına ve hırs ettikleri konularla çelişmemesine dikkat ediyorlar.

Araplar dışındaki komşu ülkelerle ilişkilerini güçlendirme eğilimindeler, zira bu ülkelerin Arap ülkeleri için bir tehdit, taciz ve şantaj kaynağı olarak kalmasını arzu ediyorlar, tıpkı İsrail gerçeğinde yaşananlar gibi. Bu arka plan zemininde körfez krizi patlak verdi, Kuveyt işgal edildi ve büyük sanayi ülkelerinin eline bu bölgeyi yeniden dizayn etmek için altın bir fırsat geçmiş oldu. Bunu da Arap halklarının istekleri ve çıkarları pahasına yaptılar. Çünkü kendi kötü niyetlerine paralel olarak, sadece kendi çıkar ve arzularını gerçekleştirmek istiyorlardı. Ayrıca, yeni döneme ait oyunun kurallarını oluşturup kurabilmeyi de arzu ediyorlardı, dolayısıyla körfez krizini bölgemizle ilişki kurma modelini geliştirmede bir fırsat olarak gördüler. Arap ulusu şimdiye kadar elinden geleni yapmaya çalıştı. Rejimlerimiz Kuveyt işgal edilene kadarki süreçte tenkit edilebilecek hatalar işlediler. Ancak bunların hiçbiri Irak’ta yaşanan trajediyi ve ödenen büyük bedelleri haklı çıkarmaz.

Bu dönemde Kral Hüseyin, eski Cezayir Devlet Başkanı Şazeli bin Cedid ve Fas Kralı II. Hasan ve kendi adına eski Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’e bir mektup yöneltti. Tabii ki Saddam, bu mektubun içeriğine olumlu cevap vermedi, uyarılar işe yaramadı, olanlar oldu ve bu üç Arap lider tarafından tahmin edilen felaket gelmiş oldu.

Bu 28 yıldan sonra, isimsiz bir “dost”, bir haftadan az bir süre önce bu mektubun içeriğini bana ulaştırdı.

Ancak inancım odur ki, bu kişi, o kritik ve hassas dönemlerde Ürdün karar alma mekanizmalarında etkili olan üst düzey yetkililerden birisidir.Mektup şu şekildedir;

“Siz kıymetli kardeşim çok iyi bilir ki, bizler prensip olarak başkalarının topraklarının güç kullanılarak işgaline cevaz vermeyiz. Konuyu sadece evrensel bir prensip bağlamında ele almıyoruz, bilakis Arap topraklarının Siyonist emellerle İsrail tarafından işgaline karşı yürüttüğümüz mücadele bağlamında da ele almaktayız.

Bu prensibe bağlı kalma konusunda gösterilecek herhangi bir gevşeklik, özellikle bizim bölgemizde ciddi tehlikelere neden olacaktır ve bundan yararlanacak olan da İsrail’dir.

İsrail Ürdün’ün güvenliğini ve genel olarak da ulusal güvenliğimizi zaten tehdit etmektedir. Bu tehdit daha da katlanacaktır. Bildiğiniz gibi, bu ilkeye uyma konusunda bir Arap konsensüsü vardır. Bu ilke, var olan bir devletin başka bir devlete ilhakını reddetmektedir. Özellikle bu ülke Arap Birliği’nin ve BM’in bir üyesi ise ortadan kaldırılmasına asla izin verilmez.

Çok fazla zamanımız olduğunu düşünmüyorum, felaketten kaçınmak için zamana karşı bir yarış içerisindeyiz. Bu felaket gerçekleşirse 8 yıldır savaştığınız devletin (İran) manevra kabiliyeti daha da artacaktır. Irak’a öldürücü darbeyi vurup mirasını paylaşmak için fırsat kollayan taraflardan bir haline gelecektir. Bizler biliyoruz ki Irak Arap milleti adına mücadeleler vermiş ve bu uğurda büyük fedakarlıklar yapmıştır. Savaş çıkarsa, kayıpları ne olursa olsun, bir taraf muhakkak kazanacaktır. Bu savaşın gerçek kaybedeni ise, Mezopotamya’da veya büyük Arap vatanımızın herhangi bir yerinde yaşamını sürdüren her bir insanın yaşam hakkına inanan Araplar olacaktır.”

Bu üç liderin mektubuna dayanarak şunu söylemek mümkündür; Kuveyt’in bir devlet olarak işgalinin, Arap denkleminde -eskiden olduğu gibi- hala önemli bir figür olmaya devam ettiği kesindir. Saddam Hüseyin’in bu bölgedeki bütün bu parçalanma ve yıkımlar için diğer insanlara verdiği bir gerekçeydi. İran, Irak’ı işgal etmek için bunu gerekçe olarak kullandı, ardından Suriye’yi işgal etti, Filistin’de Yemen’de, Lübnan’da ve Gazze’de yapabileceği bütün tahribatı rahatlıkla yaptı. Bu ülke, Mezopotamya diyarıdır, Doğu Arap milletinin de kalesidir. Gerçekten de bu ülkenin çöküşü, tüm Arap dünyasının çökmesine yol açmıştır.

Şimdiye kadar sorulmamış ve şu ana kadar ele alınmamış sorular şunlardır: İran, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’e savaş açmasına ve işgal etmesine neden sessiz kalmıştır? Başta coğrafi faktör olmak üzere birçok faktör sessiz kalmamasını gerektiriyordu, zira mesele İran’ın güvenliğini de etkileyen bir boyuta sahipti.

Tahran’ın bu işgalin kaçınılmaz olarak başarısız olacağını ve 8 yıllık savaşta elde edemeyeceği şeyi başarmasının yolunu açacağını bilmesinden dolayı olabilir mi acaba?! Gerçekten de her istediğini elde etti ve hatta bin kat fazlasını! Ancak, bütün bunlara rağmen Saddam Hüseyin’in dün ve bugünün düşmanı olan İran’ı, 2003 savaşında Irak hava kuvvetleri uçaklarının kalkış yeri olarak tercih etmesi ilginç değil mi? Bu durum, kendisi ile “Velayet-i Fakih” devleti arasında 1990’dan beri devam eden bir ilişkinin var olduğu anlamına gelmiyor mu? Saddam’ın ABD’den sönük dahi olsa bir ışık almadan Kuveyt’e savaş açma gibi bir ahmaklığı işlemesi mümkün değildir. Aynı şekilde Tahran’dan üstü kapalı dahi olsa bir onay almadan buna girişemezdi. Belki de bu durum, uçaklarını neden bu ülkeye göndermiş olduğunu açıklıyor, zira bu ülke hiçbir zaman hatta Safeviler’den beri Irak’ın dostu olmamıştır!

Kral Hüseyin’in, eski Cezayir Devlet Başkanı Şazeli bin Cedid ve Fas Kralı II. Hasan ve kendi adına eski Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’e gönderdiği mektuba dönecek olursak; yukarda değindiğimiz gibi Saddam buna olumlu cevap vermedi, Kuveyt’i işgal etti ve yenilerek buradan çıkmak zorunda kaldı. Mektubun içeriğinde yazılı olan öngörülerin gerçekleştiğini görüyoruz. Bu Arap ülkesinin işgaliyle beraber, bu bölgede ve Ortadoğu’da afetler, savaşlar, parçalanmalar, yabancı işgaller meydana geldi. En kötüsü de İran işgalinin gerçekleşmiş olmasıydı.

Burada, bu tarihi mektubun aslında şunu ifade ettiğine işaret etmek gerekir; “Bu durum, yani Kuveyt’in işgali, dünyada hüküm süren yeni koşullar altında türünün ilk örneğidir. Kimsenin bunu kabullenmemesi gerekirdi, çünkü bu konuda sessiz kalmak dahi emsal haline gelmesine neden olmakta, diğer bölgelerde benzer olayların yaşanmasına bir nevi teşvik olmaktadır. Dünyanın çatışmadan ziyade çözüme yöneldiği bir dönemde, birden çok bölgede çatışmaların ve istikrarsızlığın ortaya çıkmasına neden olmuştur. İşte bundan dolayı geniş bir uluslararası mutabakat var. Hiç kimse çatışma istemiyor. ABD’nin arkasında pek çok ülkenin durması da bundan dolayıdır. Hepimiz ABD’nin, ilan edilmiş amaçları dışında saklı amaçlarının olduğunu biliyoruz.”

Burada önemli olan mesele, ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden ve Saddam Hüseyin rejimini devirmesinden sonra, İran’ın bu Arap ülkesini işgal etmesi için Irak sınırlarını İranlılara açmış olmasıdır. Şu anda bu işgal devam etmektedir. Bütün bunlar, Suriye krizinde de oldukça tuhaf bir rol oynayan eski ABD Başkanı Barak Obama’nın yönetimi zamanında gerçekleşti.