Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ataerkil otorite ve bireysellik arasındaki catışmalar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Modern toplumlar, kompleks ve karmaşık olarak nitelenirler.

Bu durum, olgu ve sorunların anlaşılmasını zorlaştırır.

Öyle ki bu sorun ve olgular anlaşılsa bile bu anlayış daha çok göreceli olmayı ve çeşitli nedenlere başvurmayı sürdürecektir.

Bu zorluklar; farklı hatta bazen çelişkili değerleri bir araya getiren Arap toplumları sözkonusu olduğunda birkaç kat artmaktadır.

Her ne kadar atılan adımlar ve kazançlar değişse de modernite tüm Arap toplumlarında var olan bir olgudur.

Ama aynı zamanda bu toplumlar, hala modern değerler sisteminden tamamen farklı değerlere önem veren kültürel bir toprağa yerleşmeyi ve kökleşmeyi sürdürüyor.

Toplumlarımız olaylara bakışında istisnai bir şekilde hala ataerkil, erkek egemen ve totaliter bir bakış açısına sahiptir.

Totaliter bakış açısı, totaliter rejimlerin düşmesi, reform ve demokrasi sürecine gidilmesi ve sandık sonuçlarına bağlı kalmakla ortadan kalkacak bir bakış açısı değildir.

Çünkü totaliterlik düşünce ve davranışı da kapsayan kültürel bir motiftir.

Birkaç yıl hatta belki de onyıllar boyunca varlığını ortadan kalkmayabilir.

Kültür ile ilgili olan tüm olgular için de bu durum geçerlidir. Kültürel bir olguyu sanki hiç olmamış gibi kökünden koparıp atmak çok zordur. Hem dallanıp budaklanması hem de kesip atılması için zamana ihtiyaç vardır.

Toplumlarımızda özellikle de aile ve okul düzeyinde toplumsal ilişkileri kapsayan ve bugün hala var olan sorun, çocuk ve gençlerle iletişimin zayıflığıdır.

Bu sorunun; toplumlarımız için daha iyi bir gelecek hayali önündeki en büyük, tehlikeli ve engelleyici sorun olduğuna inanıyoruz.

Zira geleceğin dayanağı olan gençlerle ilişkinin gerilimli, zayıf ve olumsuz olması otomatik olarak bu dayanağın dengesiz, sağlıksız, yakınlaşma, anlayış ve uyum noktalarını geliştirmek yerine daha çok gerginlik ve çatışmaları idare etmekle meşgul bir ortamda yetiştiği anlamına gelmektedir.

Eskiden yaygın olan geniş aile yerine bugün toplumlarımıza çekirdek aile egemen olmasına rağmen Arap ailelerde ilişkiler hala totaliterdir.

Aynı şekilde yatay ilişkilerden çok otoriter ve dikey ilişkilere dayanmaktadır. Aynı durum genel olarak okullar için de geçerlidir. Aile, vicdani bir boyut ve güçlü duygusal bağdan yola çıkarak yeni nesli anlamaya, değer, düşünce şekli ve davranış olarak eski nesilden farklı olduğu düşüncesini kabullenmeye çalışsa bile okul, öğrencilerle ilişkisinde donuk, otoriter ve üstün bir bakış açısını sürdürmeye devam etmektedir.

Bu sorunsalı tam da şimdi ele almamızın nedeni, okul ve üniversitelerin yeniden kapılarını açtığı bir dönemde olmamızdan ve buna ek olarak bahsettiğimiz genç kitlenin öneminden kaynaklanmaktadır. Bu genç kitle, hem toplumlarımız hem de Arap ve İslam dünyası için büyük önem taşımaktadır.

Buna ek olarak okul, toplumsal eğitim kurumları arasında birinci derecede önemli bir kurumdur.

Herkes zorunlu olarak hayatının bir dönemini bu kurumda geçirmektedir. Bu nedenle okulların görevi çok hassastır.

Bu öneme karşın okullarımızın kültürel değişimlerle etkileşime girmediğini, uzlaşmaz ve ısrarcı bir tutumla totaliter, otoriter vasfını korumayı sürdürdüğünü farkedebiliriz.

Bu durum bugün bizi, okulda şiddet, okuldan uzaklaşmak, erken yaşlarda okulu terketmek gibi birçok sorun ile karşı karşıya bırakmaktadır.

Günümüzde çocuklar ve aynı şekilde gençler, aile ve okul gibi kurumlarımızın temsil ettiği totaliter kültürden çok modern bireysel değerlere daha yakın.

Bu durum, hala totaliter ve ataerkil olan kurumlar ile özgürlükçü ve bireysel olan, kendine güvenen, insan haklarına mutlak ve koşulsuz olarak inanan, eksiksiz ve genel olarak istediği hayatı yaşama hakkına sahip olduğunu düşünen bir nesil arasında bir çatışmayı kaçınılmaz kılmaktadır.

Yukarıda bahsettiğimiz iki kurum ile geçlerimiz arasındaki var olan çatışmanın özünü anladığımızda yine aynı derecede çarpıcı bir sonuca ulaşacağımızı düşünüyorum.

O zaman, toplumsal eğitimin en önemli iki kurumu ile toplmlarımızın kalbi ve geleceğimizin hazinesi gençler arasındaki ilişkinin olması gerektiği gibi işbirliği ilkesine değil de çatışma ve çekişmeye dayalı bir ilişkiye dayandığını fark edeceğiz.

Burada şunu sormalıyız: Bireye en yakın toplumsal kurumların totaliter bir zihniyete sahip olduğu, bireysellik ve kurumlardan bağımsız olma sürecini zorlu, yıpratıcı ve masraflı hale getiren bir bakış açısının hakim olduğu bir yerde özgürlük ve eleştiri haklarından bahsetmenin, okullarda insan hakları dersleri vermenin, kamusal ve bireysel özgürlükleri koruyan uluslararası anlaşmları imzalamanın ne anlamı var?

Bizim toplumlarımız ile Avrupalı toplumlar arasındaki fark, onların kurumların egemenliğinden kurtularak bireysel hakları koruma sürecine geçişi tamamlamış olmalarıdır.

Bu da bireyin toplumdaki konumunu ve statüsünü yükseltmiştir. Avrupa toplumları; bireyin davranış, tutum ve duygularının toplumsal kurumların kaçınılmaz bir ürünü olduğu tarihsel dönemi atlatmışlardır.

Biz ise hala bireyi sosyal bir aktör olarak değil sosyal bir yardımcı olarak görüyoruz. Bu kendi içinde büyük bir karmaşa yaratmakta, aile ve okul ile gençlerimiz arasında iletişim kazaları yaşanmasına neden olmaktadır.

Üzerimize düşen; dinlemeyi öğrenmek ve toplumlarımızda büyük bir kültürel değişim yaşandığını cesaretle kabullenmektir. Bizler modern toplumlar değiliz.

Günümüzde sadece, zamanla ve birikimle şimdi fark ettiğimizden çok daha köklü ve doğal gerçek bir entelektüel modernliği ortaya çıkaracak olan maddi boyutu ile yetinsek bile yine de modernite ile ilgilenmeye ve modern toplumlar olmaya çalışıyoruz.

Unutmayalım ki modernitenin tarihinin ilk aşaması da ekonomik boyutta yaşanmıştır. Diğer bir deyişle Aydınlanma Çağı ve Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi’nden yaklaşık iki yüzyıl sonra gerçekleşmiştir. Bu da ekonomi ile kültür arasındaki bağı desteklemektedir. Yani gençlerimizin modern teknolojik araçları kullanması, toplumlarımızın tamamen modern tüketim ürünlerini tüketmeye yönelmesi sonuç olarak bir kültürel modernleşmeyi de beraberinde getirecektir. Ekonomi ile kültür arasında bir bağ olmadığını düşününler büyük bir yanılgı içerisindedir.

Kısacası açıklamaya çalıştığımız düşünce şudur; bireysellik yeni bir olgu değil toplumsal bir gerçekliktir.

Bizler vatandaşlık kültürü, bireyi etkin bir sosyal aktör olarak gören, birey ile toplumsal kurumlar arasındaki ilişkinin yatay bir ilişki olmasını gerektiğini düşünen insan hakları çağında yaşıyoruz.

Pratik olarak, gençlerimize ve çocuklarımıza kulak verdiğimizde, onların yeteneklerine ve seçeneklerine saygı duyduğumuzda, emir cümleleri yerine onlarla diyalog kurmaya çalıştığımızda toplumsal olarak bu nitelikli değişimi hayata geçirmiş olacağız.

Aynı şekilde okullar da öğrenciyi merkeze aldıklarında, onu eğitim sürecine dahil ettiklerinde, eğitim ve öğretim eylemini sadece dikte etme ve öğretmenin otoritesine boyun eğmekle sınırlamadıklarında bu değişimi gerçekleştirmiş olacaklardır.

Tek yapmamız gereken; totaliterlik ve bireysellik arasındaki çarpışma ve çatışma kazalarını azaltmaktır.