Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ateşle oynayanlar! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Hasan Nasrallah’ın destekçilerine yaptığı son konuşmada, Lübnan ile ilgili uluslararası mahkeme kararının kendisi için hiçbir anlam ifade etmediğini belirtmesi bir ironidir. Bu karar; örgütü belki de Suriye rejimi adına 13 yıl önce düzenlediği ve Lübnan’ın modern tarihinin en önde gelen reformcu ve milli liderlerinden biri olan Refik Hariri’yi hedef alan suikastten suçlu bulsa da bulmasa da hiçbir önemi olmadığını ifade etmiştir. “Mahkemenin bizim için hiçbir değeri yoktur” sözleri ile uluslararası hukuku hiçe saydığını açık bir şekilde göstermiştir.

Aynı hafta “Nasrallah’ı yönetenler” (Bu ifadede herhangi bir iftira yoktur. Çünkü Hasan Nasrallah’ın kendisi birçok konuşmasında İranlıların örgütün finansmanı,destekçisi ve karar alıcıları olduğunu itiraf etmiştir) ABD’yi Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet ettiler. Suçlama gerekçesi, 1955’te Şah döneminde imzalanan dostluk anlaşmasınının ABD tarafından ihlal edilmesi!

Ortadoğu’nun çelişkilerle dolu siyasi etkileşimleri çerçevesinde şahit olduğumuz bu paradoks nasıl bir şeydir ki, Nasrallah uluslararası hukuk ile alay ederken İran ona başvuruyor! Bunu halk arasında yaygınlaştırılan ve İran’ın civar ülkelerde ve uluslararası ortamda neden olduğu“sanal atmosfer”den uzakta nasıl açıklayabilir ya da bunun neden olduğu politik hezeyanı ne şekilde yorumlayabiliriz? Buna bir örnek daha verecek olursak, İran rejiminin bir parçası yani askeri kanadı, uluslararası hukuka aykırı bir adım olan Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla tehdit etmekle kalmayıp dünyayı uyuşturucuya boğmakla da tehdit ediyor! Ki bu da İran hükümetinin başvurduğu uluslararası hukukun yasaları ile açık bir şekilde çelişmektedir!

Gözlemciler, Nasrallah’ın tehditleri, Ruhani hükümetindeki bazı yetkililerin görevden alınması ve bizzat Ruhani’nin sorgulanması, uluslararası mahkemeye başvuru gibi gelişmeleri İran ve müttefiklerinin derin bir kriz yaşadığı şeklinde yorumluyorlar. Bu krizin belki de en anlamlı beliritleri, geçen Pazartesi günü bu gazetenin ilk sayfasında yayınlanan haberlerdir. Bunlar; mecliste birbirlerine giren İran milletvekilerinin fotoğrafı ve İran Riyali’nin yaşadığı düşüş nedeniyle Merkez Bankası Müdürü’nün görevden alınması haberidir.

İran meselesiyle ilgilenenler ya da en azından Araplar üç gruba ayrılmaktadırlar. Brinci grup, İran rejimi destekçileridir. Ki bana göre bunlar azınlıktadır. Bu gruptakiler, kendilerine veya bağlı olduğu kişi ya da liderin politikalarına yöneltilen her eleştirinin “kutsalları” hedef aldığını iddia ederler. İkinci grup ise İran rejiminin ve kendisine bağlı olan güçlerin tarihi sürecin dışına çıktıklarını ve eninde sonunda politik açıdan bir çıkmaza gireceklerini düşünmektedirler. Üçüncü ve orta düşünce grubundan olanlar, mevcut durumu açıklayacak ve gelecekteki muhtemel senaryoları tahmin edecek analizler duymak istiyorlar.

Tabi karşı karşıya olduğumuz bazı gerçekleri açıklamak zor bir hal alabiliyor. Çünkü analiz ipini mantıklı bir şekilde birbirine bağlamak bazen gerçekten zor olabiliyor. “Büyük Şeytan” olarak nitelenip tüm bu yıllar boyunca eleştiri ve tehditlerin hedef tahtasında olan ABD’nin, yaklaşık yarım yüz yıl önce imzalanmış “dostluk” anlaşmasını ihlal ettiği gerekçesi ile Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet edilmesini şüphesiz herkes eşit bir şekilde garipseyecektir. Ama görünüşe bakılırsa bu Tahran’daki yönetim için çok doğal!

Nasrallah’ın tehditlerinden Uluslararası Adalet Divanı’na sunulan şikayete İran ve destekçilerinin kampında bir telaş dalagası yaşandığı açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Nasrallah’ın (Kendisinin ve Yemen Saada’daki muadili Husi lideri Abdülmelik’in duvarların arkasından destekçilerine konuşma yapan tek liderler olduğunu da hatırlatmış olalım) tehditlerine baktığımızda bunların, destekçilerin tüketimine sunulmuş sözlerden ibaret olduğunu anlarız. Çünkü ilgili mahkeme kararını ne olursa olsun verecek ve o zaman “ateşle oynamamanın” zamanı geçip gitmiş olacak. Hasan Nasrallah’ın bu konuda tek yapabileceği, büyük olasılıkla kendisine ve örgüte yakın isimler hakkındaki kararın açıklanmasının ardından “belirli kişilere suikast” düzenlemekle tehdit etmektir. Çünkü hem kendisinin hem de çevresindekilerin çok iyi bildiği gibi ölüler “ne pişman olur ne de ateşle oynarlar”. Peki ateşle nasıl oynanır? Nasrallah yürüttüğü politikalar ile Lübnan ekonomisini felce uğratmış, Lübnanlıların birçoğunun yoksullaşmasına ve devlet organlarının durma noktasına gelmesine neden olmuştur. Bu süreçte, örgütün destekçilerinin birçoğu kendilerini hukukun üstünde görmeye başlamışlardır!

Bir kabile devleti olan Lübnan’da Hasan Nasrallah’ın kabilesi elinde silah bulunduran taraf olduğu için faaliyetlerin birçoğunda başı çekiyor. Refik Hariri’nin “Ortadoğu’nun İsviçresi” olmasını hayal ettiği Lübnan, atık ve kirle dolu bir çukura itilerek, kaos ve ekonomik çöküntünün eşiğine getirildi. Acaba kim bundan daha fazla ateşle oynayabilir?

İran’ın müdahaleleri Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’e kadar uzandı. Bu ülkelerden hiçbiri istikarar kavuşamıyor ve müdahaleler sürdükçe kavuşabilecek gibi de görünmüyor.

Mevcut uluslararası durum analiz edildiğinde İran’ın birçok manevra aracını kaybettiği görülür. İran kendisini çevreleyen krizi çözebilecek hiçbir girişimde bulunamıyor. Çünkü kriz hem içeride hem de çevresinde gittikçe tırmanırken devletin dışarıdaki destekçilerine sunabileceği kaynaklar da gittikçe tükeniyor. Aynı şekilde Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidini de hiçbir şekilde hayata geçirmesi mümkün gözükmüyor.

Diğer yandan ufukta doğrudan bir savaş da görünmüyor. Yani sıcak bir savaş demek istiyoruz. Bunun yerine gelecek haftalarda ve aylarda gittikçe artması beklenen bir ekonomik savaş yaşanması bekleniyor. Buna İran içerisinde, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta ve hatta Lübnan’da memnuniyetsizlik göstergelerinin yükselişi eşlik etmektedir. Bu göstergelerin sonuncusunu Hasan Nasrallah’ın son konuşmasında görebiliriz: “Gençlerimize savaşmak için bir işaret yeter!” . Kısacası bu sözler, İran kampı ve ona bağlı güçlerin pazarında hala geçerli bir ticaret aracı olarak görülen kan ticaretinden ibarettir. Bu ticaret kaybetmeye mahkumdur.

Gelecekteki senaryo, İran ve Rusya’nın “Suriye’nin Yeniden İnşası” meselesi için birilerini kandırmakta ve herhangi bir uluslararası destek elde etmekte başarısız olacağıdır. Suriye şehirleri ve köyleri harap bir şekilde kalmaya devam edecek ve Suriye halkının geniş kesimlerinde hem Rusya hem de İran’ın varlığına karşı duyulan memnuniyetsizlik gittikçe artacaktır. Aynı şekilde Irak’ta ki politik ve güvenlik krizi de git gide büyüyecektir. Yine Yemen’de halkın bir kısmı Husilerin boş hayallerine kapılmaya devam edecektir. İran’ın para birimini en dibe çökmesine neden olan ekonomik kriz İran’ın Yemen’de Husileri ve Lübnan’da Hizbullah’ı finanse etmesini engelleyecektir. Bunun belirtileri iki şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır. Birincisi, Husilerin çatışmalarda gittikçe daha fazla sivili ön saflara yerleştirmesidir. Bu şekilde, uluslararası kamuoyunun sempatisini kazanmaya ve savaş alanındaki kayıplarını ve finansman eksiklerini kapatmaya çalışmaktadırlar. İkincisi ise, örgütün bütçesindeki açığı kapatmak için Nasrallah’ın destekçilerine (cömert kişiler) yönelik bağış yapma çağrısıdır. Belki de ileride bunun için zora bile başvurabilir!

Bu senaryolardan İran İmparatorluğu’nun komşu ülkelere yayılma hayalinden uyanma vaktinin yaklaştığı ortaya çıkıyor.

Son olarak; madem “ABD-İran dostluk anlaşması” bütün bu süre boyunca geçerliydi, o zaman neden İran halkı ve onunla birlikte bazı Arap halkları tüm bu büyük ve eşi benzeri olmayan acılara maruz kaldı ve hala da maruz kalmaya devam ediyor!