Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Attarlar hükümeti ve Lübnan’da yolsuzluğu yok etmek | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri, geçtiğimiz Salı akşamı Lübnan hükümetinin ne zaman kurulacağını soranlara “Dereyi görmeden paçaları sıvamayın!” şeklinde yanıt verdi. Berri, Parlamentolararası Birlik Toplantısı’na katıldığı İsviçre’den son zamanlarda sarf edilen yoğun temaslara işaret ederek, derenin göründüğünü söyledi. Zira Başbakan Saad Hariri, söz konusu temaslara dayanarak hükümetin hazır olduğunu açıklamış ve bu açıklama da hükümetin kısa bir süre içerisinde ilan edileceği izlenimini vermişti.

Fakat beş aydır kurulamayan hükümet nasıl hazır hale geldi?

Art arda biriken birtakım faktörler ve zorlu şartlar bulunuyor. Sonuç olarak bu şartlar ve faktörler, hükümetin hazır hale gelmesine katkı sağladı:

Öncelikle bu faktörlerin en sonuncusu, Ermenistan’da Frankofoni Zirvesi’nin akabinde Emmanuel Macron ile Mişel Avn arasında meydana gelen görüşmedir. Doğal olarak Avn, “Görüşmede hükümet kurma meselesine değinilmedi” şeklinde açıklama yaptı. Çünkü bu, Lübnan’ın kendi meselesidir. Ancak Macron, son haftalarda Lübnanlı yetkililerin Paris’ten defalarca duyduğu bir şeye işaret etti. Fransız diplomatik kaynakları, Lübnan’a yönelik herhangi bir dayatmanın olmadığını söyledi. Buna rağmen onlar; hükümet boşluğunun Sedir Konferansı’na katılan donör ülkeleri, Lübnan’a vaat edilen kararları yeniden gözden geçirmeye sevk edebileceği konusunda Fransa’nın endişelendiğini aktardı.

İkinci olarak, Fransız elçi Bruno Fuchia, Beyrut’taki yetkilileri ziyaret etmişti. 15 Eylül’de Fuchia, Lübnan’da Sedir Konferansı’nda kabul edilen reform programını yürürlüğe koyacak hükümetin ve yürütme organının olmamasının kulağa hoş gelmediğini Lübnanlı yetkililere bildirdi. Fuchia, Avrupa standartları açısından Lübnan’la ortaklığın zorunlu olduğunu düşünüyor. Fakat donör ülkeler, uzun süre bekleyemez. Bu ülkeler, hükümetin varlığına ve kabul edilen programın uygulanması için alınacak tedbirlere güveniyor. Tüm bunlar, Lübnan’ın kendi ordusunu destekleyerek, ekonomik ve güvenlik bakımından uluslararası bir dinamizm meydana getirecektir.

Üçüncü olarak, Avn, Ermenistan’da Macron’dan duymadığı şeyi Beyrut’ta öğrendi. Sedir Konferansı’ndan ve kararlarının uygulanmasından sorumlu elçi Pierre Duquesne, geçtiğimiz hafta sonunda Avn’ı ve Lübnanlı yetkilileri ziyaret etti. Duquesne, altı aylık bir sürenin ardından Sedir Konferansı’na katılan donör ülkelerin sabrının taştığını ve reform programını takip etmek için teknik görevlere sahip özel bir izleme komisyonunun kurulmasıyla bu ülkelerin rollerini yerine getirdiğini Lübnanlı yetkililere iletti. Nitekim donör ülkelerin 11,2 milyar dolarlık yardım ve krediyi ödemesi halinde Lübnan’ın reform programının maddelerini uygulamaya başlayacağı tahmin ediliyor.

Dördüncü olarak, Duquesne, Lübnanlı gazetecilerle düzenlediği basın toplantısında net açıklamalarda bulundu. Duquesne, “Sedir Konferansı, iptal edilmek için yapılmadı. Bu konferans, hala önemli bir fırsattır. Fransa, Lübnan’ın bu fırsatı değerlendirmesini çok istiyor. Bundan dolayı Lübnan’ın, meclisin özelleştirme olanaklarını sağlamlaştırarak, özel sektörle yapılan projeleri ve reformları uygulamaya başlaması için yeni hükümetin kurulması gerekiyor” dedi.

Fakat Duquesne’in bu sürpriz konuşması, kota ve paylaşım sistemine bağlı yetkililerde büyük bir şok etkisi yarattı. Zira, Sedir Konferansı’nın fırsatı kaçmak üzere. Bunun Lübnan’a verilen son fırsat olmasına rağmen, bu fırsatın kaybedilmesi halinde Beyrut, kendisiyle ilgilenen hiçbir devlet bulamayacak. Bu bağlamda Duquesne, açık bir şekilde, “Lübnan, reform yapılamayacak bir ülke mi?” diye sordu.

Beşinci olarak bu soru, neden soruldu?

Cevap, Duquesne’den geldi. Duquesne, bazı Lübnanlı yetkililerin rahatsız olduğunu gördüğü zaman “Sedir Konferansı’ndaki reform maddelerini uygulayamayacaklarını önceden bildikleri halde hiç kimse, onları bu konferansta alınan kararları imzalamaya zorlamadı” şeklinde bir açıklama yaptı. Ayrıca Duquesne, “Konferanstan önce bazı yetkililerin Lübnan’ın reform programına ihtiyacı olmadığı ve ülkeye çok sayıda mültecinin -ki toplam nüfusun yüzde 40’ına denk geliyor- akın etmesinden dolayı ülkede problem yaşandığı yönünde bahaneleri vardı. Fakat daha sonra onlar, konferansa gelip reformla ilgili maddeleri imzaladılar” dedi.

Bilindiği üzere bu maddeler arasında cari açığı azaltmak, kamu sektörünün hacmini küçültmek, özel sektörle ortaklık yapmak, elektrik sektörünü reforme etmek ve alt yapıyla ilgili projeleri uygulamaya başlamak yer alıyor. Duquesne, “Bugün tekrar başa döndük gibi. Üstelik bazı yetkililer, kamu sektörünün küçültülmesi gibi toplumsal tepkileri olabilecek reformların uygulanabileceğine ikna olduğumuz için bizi çılgın olarak nitelendiriyor. Ancak donör ülkelerin vaat ettiği paranın, reform programının uygulanmasına bağlı olduğunu hatırlamaları gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Altıncı olarak, devletin etki alanını daraltmak gerçek bir problemdir. Buna kim cesaret eder? Bu da zorunlu olarak devlet idarelerini, bakanlıkları ve kurumları işçilerden, sözleşmelilerden, gündelik işçilerden ve torpille işe alınanlardan temizlemeyi gerektiriyor. Bu işçilerin sayısının 300 bini geçtiği söyleniyor. Sanırsınız ki Lübnan, büyük Çin!

Hükümet görevlilerine karşı günlük olarak öfke gösterisi şeklinde yapılan protestoların ve grevlerin olduğu bir ortamda kamu sektörü küçültmeye kim cüret eder? İmtiyazlı işçileri kim evine gönderebilir? Bir de kamu malını gasp etmek, hırsızlık ve komisyonculukla mücadele var. Bu çerçevede Fransız “Le Nouvel Observateur” dergisi, Lübnan’ın borcunun 80 milyar doları geçmesine yol açan devlet soygunuyla ilgili olarak geçen Ocak ayında bir araştırma yayınladı. Bu kapsamda geçtiğimiz Çarşamba günü Dünya Ekonomi Forumu’nun raporunun yayınlanması üzücü ve yüz kızartıcıydı. Bu raporda Lübnan’ın yolsuzlukta basamak atlayıp Guatemala, Bangladeş ve Moritanya’nın da altında yer aldığı görüldü.

Yedinci olarak, Fransa ve Avrupa, Lübnan’a yardım elini uzatmaya özen gösteriyor. Bazılarının zannettiği gibi Avrupalılar, Lübnan’ı sevdiklerinden değil, aksine Lübnan’ın istikrarlı kalması ve göç dalgalanmasının olmaması gibi temel sebeplerden dolayı Lübnan’a yardım elini uzatmak istiyor. Lübnan’daki bir milyon 500 Suriyeli mültecinin, arka planda korkunç bir endişe oluşturduğu açıkça görülüyor. Çünkü göç tekneleri, Avrupa kıyılarına doğru Lübnan’ın kuzeyindeki Trablus’tan harekete geçti. 22 Eylül’de Avn ve Macron görüşmesi öncesinde Lübnan ordusu, Kıbrıs’a doğru giden ve boğulmak üzere olan 40 Suriyeli mülteciyi kurtardı.

Bunun için diplomatik raporların, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Avn’la yaptığı görüşmede tek endişesinin hükümet meselesi olmadığından bahsetmesi normaldir. Aksine Macron, Suriyeli mültecilerin Kıbrıs sahili aracılığıyla Lübnan’dan Avrupa’ya sızması meselesini de doğrudan ele aldı. Macron’un Suriyeli mültecileri kendi toprağında tutması karşılığında Lübnan’a yardım teklif ettiği, bunun üzerine Lübnan Cumhurbaşkanı Avn’ın da Macron’a, “Birleşmiş Milletlerin Suriyeli mültecileri ülkelerine dönmeye teşvik edip onlara Suriye’de yardım sunması daha mantıklı” diyerek bu talebi reddettiği söyleniyor.

Duquesne’ın Lübnan’da reformun zor olduğuyla ilgili sözüne kıyasla şu soruyu direkt sormayalım:
Attarlar hükümeti, Lübnan’daki yolsuzluk dönemini yok edebilecek mi?