Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Avrupa, Trump ve İran Nükleer Anlaşması | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Nobel Barış Ödülü alanların çoğunun (eski Amerikan Başkanı Barack Obama’yı kastediyoruz) hazırlanmasını gözlediği ve İran nükleer anlaşması olarak adlandırılan o sihirli tarif, birçok tuhaf diplomatik dönüşüm ve değişim barındıran Batı tartışmasını alevlendirdi. Bu değişimlerin sonuncusu, önde gelen bazı AB ülkelerinin mevcut Başkan Donald Trump’ı söz konusu anlaşmayı ister iyileştirerek ister bozarak olsun başkanlık kampanyasında verdiği sözleri yerine getirmeye teşvik etme çabaları oldu. AB Dış Politika Temsilcisi Federica Mogherini geçtiğimiz yıl boyunca, Washington ve Rangoon da dâhil olmak üzere çeşitli dünya başkentleri arasında mekik dokudu ve metinlerine dokunmanın ya da öğretilerinin tahrif edilmesinin yasaklandığı bulanık bir dinin kutsal bir metniymiş gibi imzalanan ‘anlaşma’nın şartlarına uyulmasını istedi.

İngiltere’nin önceki ABD Büyükelçisi Sayın Peter Westmacott, kendini gösterme telaşıyla İran devlet kanalları ile birçok basın görüşmesi gerçekleştirdi. Vaktinin ve enerjisinin çoğunu da ABD’yi İran İslam Cumhuriyeti ile imzalanan anlaşmaya uymaya ikna etmek için harcadı.

Önceki Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel de eski kalıntıları savunmak ve korumak için yapılan Haçlı Seferleri’nde yer alan bir şövalye edasıyla önemli vazifesinin son aylarında ‘nükleer anlaşmayı savunmak için’ gösterdiği büyük çabalarla övünüyor.

Şimdi top, ABD yönetimini Başkan Obama yönetiminden devralınan ama daha çok sorgulama ve tartışmaya sebep olan mirası korumaya ikna etmek için Twitter’da büyük bir kampanya başlatan Fransa’nın Washington Büyükelçisi Gerard Araud’ın ayağında.

İşin aslı, Avrupa tarafı 4 farklı gerekçe sunuyor.

Sayın Westmacott’un ortaya attığı ilk gerekçe, İran ile olan nükleer anlaşmadan geri çekilmenin, dünyanın büyük güçlerinin güvenilirliğini büyük oranda zedeleyeceğini söylüyor. Büyük güçler yani Çin ve Rusya’nın yanı sıra anlaşmayı imzalayan İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD.

Bu gerekçe ile alakalı iki sorun var. Öncelikle diplomatik herhangi bir anlaşmaya boşanmanın yasak olduğu bir Katolik evliliği gözüyle bakılmalıdır. Yani tarafların ‘mezara kadar’ anlaşmaya sadık olması gerekir.

Mogherini ve Westmacott’un yaklaşımına göre İran nükleer anlaşmasına tam olarak uymalıysak o zaman İngiltere ve Fransa’nın da İngiltere Dışişleri Bakanı Chamberlain tarafından 1939’da Münih’te imzalanan ‘barış anlaşması’na bağlı kalması gerekirdi. Bununla birlikte Avrupa’nın ‘imzalara saygı’ konusundaki gerekçesi, başka bir sorun daha içeriyor ki o da ilk aşamada kimsenin hiçbir şey imzalamamış olmasında kendini gösteriyor.

Basına ‘Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ olarak servis edilen şey, 5+1 ülke topluluğu ve İran tarafından atılan bir dizi adımdan bahseden bir basın açıklamasından başka bir şey değildir. Bu arada AB, söz konusu tarafın içinde yer almamaktadır. Buna ek olarak, ‘Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ konusunda İran ve İngiliz kopyaları arasında büyük farklılıklar mevcuttur. Bayan Mogherini, esasında anlaşmaya atılmayan ‘imzalara’ saygı gösterilmesini talep edemez. Bu imzalar var olsa bile bunlarda uzaktan veya yakından hiçbir şekilde AB’nin adı geçmiyor.

Diğer bir gerekçe, ‘nükleer anlaşma’nın yürürlüğe girmesi konusunda geliyor. Bu durum şu deyişi akıllara getirir: “Hasta olmayan bedenin tedavisi için kullanılacak ilaç nedir?!”

Ancak bu varsayım, kendisini destekleyen gerçeklerden yoksundur.

İran ve 5+1 ülkeleri, kendilerine verdikleri sözleri bulandırmaya ya da bozmaya çalıştı.

Şurası kesin ki Sayın Peter Westmacott, ülkesinin yönetiminin İran elçiliğinin başkent Londra’da bir banka hesabı açmasına hala tam olarak izin vermeyerek nükleer anlaşmanın şartlarını açıkça ihlal ettiğinin farkında. İngiliz hükümeti ayrıca İngiltere topraklarında 600 milyon dolarlık İran varlığının dondurulmasına yönelik emrini de henüz vermedi.

Aynı şekilde hem Almanya hem de Fransa, İran ile ticari ilişkiler kurmaya çalışan ulusal şirketlere ihracat garantisi vermeyi hala reddediyor.

Rusya’ya gelince… Geçen hafta İran’a gerçekleştirdiği resmi ziyareti sırasında Rusya Meclis Başkanı Vyacheslav Volodin, İran tarafından birçok şikâyet dinledi. Rus Başkanı Vladimir Putin ise Suriye krizinde sözde müttefiki olan İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı gerçek tutumunu açık etti ve bu son Ankara Zirvesi’nde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye yönelik davranışlarıyla da açıkça görüldü. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın topladığı zirvenin sonunda Cumhurbaşkanı Ruhani, Rus Başkan ile ikili bir görüşme talebinde bulundu. Rus tarafı bunu kabul etti ancak bu, 8 dakikadan fazla sürmeyen kısa bir toplantı idi.

Çin’e gelince; o da İran’ın Çin Halk Cumhuriyeti’ne petrol ihracından biriktirmiş olduğu dondurulmuş varlıklarını sadece Çin mallarını satın almak koşuluyla kullanabileceğini söylüyor.

Pekin, Çin’de eğitim gören yaklaşık 3 bin İranlı öğrencinin Çin bankaları aracılığıyla aylık burslarını almalarını onaylamayı reddetmiş ve bu durum Pekin’deki İran elçiliğinin oradaki araştırmacılara aylıklarını dağıtmak üzere ülkenin dört bir yanına onlarca görevli göndermesine sebep olmuştu. İşin ilginç tarafı, 5+1 ülkeleri arasında nükleer anlaşmanın şartlarına kısmi olarak uyan tek devletin ABD olmasıdır: mafya çeteleri gibi 1.7 milyar dolarlık bir tutarı Tahran’a kaçırmış ve diğer 700 milyon dolarlık kısmı da 2015 yılı Ağustos ayından itibaren aylık olarak göndermiştir.

İran ise kendi adına ulusal nükleer projesinde herhangi bir değişiklik olmadığına vurgu yapıyor.

Bu ayın başında İran Atom Enerjisi Ajansı resmi sözcüsü Behruz Kemalfand bir basın toplantısında, İslam Cumhuriyeti’nin nükleer projesinin hazırlık aşamasında olan yeni ve iddialı tasarıların ışığında hızla ilerlediğini açıkladı. Daha da önemlisi İran, yasaklı askeri bölgelerden sayıldığını dolayısıyla uluslararası denetimin kapsama alanı dışında olduğunu iddia ederek önemli ulusal araştırma ve geliştirme merkezlerine yönelik uluslararası denetimi engellemeyi başarmıştır.

İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stokunun yarısından azı, Arak Nükleer Kompleksi’nde depolanan plütonyumun yüzde 10’unu aşmayacak bir kısmı ile birlikte yurt dışına sevk edildi. Geçtiğimiz hafta İran’daki ulusal nükleer günü sebebiyle Cumhurbaşkanı Ruhani, ’83 Yeni Nükleer Proje’ adını verdiği bir şey ortaya attı ve bunu ABD’nin yüzüne inecek yeni ağır şamarlar olarak nitelendirdi. Durum böyleyken niçin Mogherini ya da Fransız Elçi Araud, söz konusu taraflardan herhangi biri tarafından itibar edilmeyen bu anlaşma yüzünden böyle sıkılıyor?

Fransa’nın Washington Büyükelçisi bu konuda başka bir gerekçe daha öne sürüyor: nükleer anlaşma bozulursa İran’ın nükleer hedeflerini gerçekleştirmeyeceğinden nasıl emin olacağız?

Ne demode bir gerekçe: bu, daha kötüsünün gerçekleşmesinden korkarak kötü olanı kabullenmektir.

‘Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ üzerindeki perde kaldırıldığından bu yana İran’ın ulusal para biriminin değeri, %40 oranında düşerek Irak dinarı ve BAE dirhemi de dâhil olmak üzere döviz kurları karşısında en düşük seviyesine ulaştı.

İran Hükümeti, memurların maaşlarını düzenli olarak ödeyemiyor. Obama yönetimi tarafından kaçırılan ve gönderilen mal varlığı olmasa mollalar ordunun maaşlarını da ödeyemezdi. Son zamanlarda Tahran, Lübnan Hizbullah’ına olan yardımlarını sürdürmede ve Beşar Esed ordusunun maaşlarını ödemede büyük zorluklarla karşılaştı.

Görüldüğü gibi Obama’nın nükleer anlaşması, Trump’ın 2016’daki seçim kampanyası boyunca tarif ettiği şekliyle her açıdan kötü bir anlaşmadır.

Ancak Başkan Trump’ın atladığı şey, nükleer anlaşmanın İran ve tüm dünya için bir fecaat olduğudur.

Fransız Elçi Araud’un yapması gereken, Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un 2015 yılında nükleer anlaşma müzakereleri sırasında söylediklerini tekrar okumaktır. Şöyle demişti: “İran’ın ilgili tüm tesislerinde denetim yapılacağı netleşmediği sürece Fransa bu anlaşmayı kabul etmeyecektir. Ancak böyle bir anlaşmayı kabul edebiliriz. Öyle her anlaşmayı değil.”

Bu kısmen, Fransızların ‘Barack Obama Anlaşması’nı gayri resmi uluslararası bir girişim sayarak imzalamak suretiyle ‘Kapsamlı Ortak Eylem Planı’na yasal bir nitelik vermeyi reddetmelerine kadar gidiyor. Burada dikkati çeken, şimdi İran’ın nükleer anlaşmasını savunan Elçi Araud’un söz konusu anlaşmanın en ince ayrıntılarına dikkat etme noktasında çok özenli olan üstü Bakan Fabius tarafından görevlendirilmiş olmasıdır.