Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Avrupa’da terörün iç faktörleri | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bir otomobilin 17 Ağustos’ta bir grup barışsever vatandaşı ezerek ölmelerine sebep olduğu Barcelona’daki son olayla birlikte, radikal İslami terör konusu, İslam diniyle bağlantılı olarak Avrupa ve küresel medya organlarının yeniden gündemine oturdu. Bu kör terörü kınamaktan başka çare yok. Terörün İslam’la bağdaştırılması, pek çoklarının nezdinde İslamofobi endişelerini yeniden uyandırdı. Avrupa’daki sayıları 40 milyona ulaşan Müslümanlar bunun bedelini ödüyorlar.

Birtakım Arap ve diğer Müslümanlar’ın, Ocak 2015’te Charlie Hebdo’dan Temmuz 2016’daki Nice şehrine, 2005’te Londra’daki metro istasyonundan Barcelona’daki saldırıya kadar bu iğrenç saldırıları yaptığı itiraf ediliyor. Bunlar, çoğunu Arap ya da Müslümanlar’ın yaptığı bir dizi terör saldırılarıdır. Bu saldırılarda birtakım silahlar kullanıldı. En sonuncusu da hızlı bir otomobille, suçsuz insanları ayırt etmeden biçmektir. Bu durum, terörün bu tür insanlarla sınırlı olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü, başkalarının yaptığı ve aynı araç-gereçlerin kullanıldığı farklı olaylar da var.

Sebepler farklı olmasına rağmen genel sahne, dar görüşlü nefret sahnesidir. 22 Haziran 2011 yılında; eğlence gölünün kenarında otomatik silahla, çoğunun çocuk ve genç olduğu 68 kişiyi öldüren Norveçli Anders Breivik. Eylemini, Hıristiyan dini öğretilerine bağlı olduğu için yaptığını, yaptıklarından dolayı pişmanlık duymadığını söyledi. Yine 12 Ağustos’ta Virjinya’nın Charlottesville kentinde ırkçılığa karşı gösteri yapan gruba saldıran, dünyanın gözü önünde, göstericilerin arasından pek çok kez otomobille geçen ve ırkçı beyazlardan olan saldırgan, solculardan ve siyahlardan nefret ettiğini ifade etti.

O halde Mahmud Ebu Hilal (Nice 2016) veya Enis el Amiri (19 Aralık 2016 tarihinde Berlin’de yılbaşı döneminde alışveriş yapanları ezdi) ya da Halid Mesud (22 Mart 2017 Westminster köprüsü, Londra) ya da Süleyman Ramazan el Abdi (22 Mayıs 2017 Manchester) ya da Yunus Ebu Yakup (Barcelona) ve bu tür menfur eylemleri yapan diğer pek çok kimse; aslında suç ve ahlaki bakımdan problemler yaşıyorlar. içinde yaşadıkları topluma uyum sağlamada derin bir eksiklikleri var.

DEAŞ, her eylemden sonra, eylemi yapan kişi veya grubun kendisine bağlı olduğunu deklare ediyor. Şahsen ben bu durumu iki şeye dayanarak sorgulamak istiyorum. Birincisi, DEAŞ veya örgüt sözcüsü, Londra, Berlin, Paris, Brüksel ya da Barcelona’da meydana gelen saldırıyı anında duyuyor. Ardından, saldırının örgüt veya kendisine bağlı birisi tarafından yapıldığını açıklıyor. Genelde haber kaynakları, bu tür açıklamaları incelemek ve araştırmak için çok fazla üzerinde durmuyor. Yine haber kaynakları, söz konusu eylemin şekil ve zamanlama bakımından DEAŞ’ın eylemlerinden birisi olduğunu doğrulamıyor. Örneğin; öldürmek için araba kullanmak ırkçı ve manyakların suç modası oldu. İkincisi ise, biz bu bölgede bu tür iddialara rastladık. 60’lı yıllardan sonra Filistin direniş gruplarıyla ilgili olarak pek çokları arasında iğrenç bir şaka yapılmıştır. Filistin’de bir eylem meydana gelir gelmez, birden fazla örgüt eylemi üstleniyordu. Birkaç yıl önce hatırlayacak olursak, bir terör saldırısı olduğu zaman söz konusu saldırı, el Kaide’nin yaptığı bir saldırı sayılırdı. Bugün ise saldırlar, DEAŞ’ın eylemlerinden birisi addediliyor. Yarın bu tür eylemlerle kimin damgalanacağını bilmiyoruz. DEAŞ’a nispet edilen bu veya şu saldırılar, son yıllarda bilinen bir medya organı tarafından kesinlikle gözden geçirilip araştırılmadı.

Son yıllarda Avrupa’da suç eylemlerini yapan kişilerde bulunan; sosyal ve psikolojik bozukluk, ekonomik baskılar, işsizlik ve hor görülmüşlük. Bunların çoğu uyumsuzluk ve tam olarak entegre olamamaktan kaynaklanmaktadır. Bu şahsiyetler için Ortadoğu’daki terör, içinde yaşadığı toplumdan intikam almak için, menfur eylemleri gerçekleştirme gerekçesine dönüştü. Bunlardan bazıları düşünce olarak bozuk merkezlerden mezun olmuş ya da, bu düşünce söz konusu merkezlerden bir şekilde kendisine aktarılmış olabilir. Fakat, bana göre bu kişilerin içerisinde, gittikleri yeni toplumlara uyum sağlamalarını zorlaştıran yapısal bir bozukluk bulunuyor. İşte burada başka önemli bir konu ortaya çıkıyor: Toplumların uyum sağlamada zorlanan bireylere karşı, onları sosyalleştirmedeki sorumlulukları. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için şu örneği incelememiz gerekiyor. The Sunday Times gazetesi, 13 Ağustos Pazar günü manşetinde İngiliz eğitimci uzmanlar tarafından Muhafazakâr Parti’nin seçim programındaki vaadiyle ilgili olarak önemli bir analiz yayınladı. Seçim programında vaat olarak ortaya atılan şey ise, Muhafazakâr Parti’nin seçimleri kazanması halinde yeni hükümetin; İngiltere’deki etnik ve dini gruplara, sadece kendi etnik gruplarına ait okulları işletme fırsatı vereceğini söylemesidir. Tabi mezkûr vaat, etnik gruplardan, özellikle de son yıllarda doğu Avrupa’dan İngiltere’ye gelen Katolik mezhebine bağlı seçmenlerin oylarını almak için ortaya atılmıştı. Gazetede yayınlanan bu tartışmada, (etnik sınıflara ait özel okullar) vaadin uygulanmasına, şu an yürürlükte bulunan kanunun içeriğine ters düşmesinden dolayı şiddetle karşı çıkılıyor. Söz konusu kanun kapsamında İngiltere’deki herhangi bir okula, öğrencilerinin yarısının en azından diğer etnik gruplardan olması halinde müsaade ediliyor. Çünkü, seçim vaadi uygulanırsa makaledeki uzmanların söylediği gibi tecrit veya soyutlama, toplumun içerisinde marjinalliği, yalnızlığı ve düşmanlığı artıracaktır. Halk arasında nefreti besleyen yalnızlığı tesis edecektir. Burada dikkat edilmesi gereken şey; siyasi kazanımın, uzun vadede toplumsal istikrar hesabı üzerinden politik güçleri, seçmenlerin oylarını istemeye sevk etmesidir. Bu, tam olarak 2016 yılında Amerika’nın son seçimlerinde meydana gelen bir durumdur. Bunun için 12 Ağustos’ta Virjinya eyaletinde bulunan Charlottesville kentinde meydana gelen şiddet olayları büyüdü. Yine 14 Haziran 2017 tarihinde 66 yaşındaki James Hudston tarafından, Virjinya’da bulunan bir futbol sahasında kongre üyesine suikast girişiminde bulunuldu.

Politikacı ve gazetecilerin İslamofobi hakkında konuşması çok kolay bir şey. Suçlamak ve kınamak ise en basitidir. Fakat, insanların seyahat ve kültürlerin temas etmesini gerekli kılan küreselleşme çağında, derinlemesine ve ciddiyetle araştırılması gereken mesele, toplumların ve politikacıların göç edenleri özel gettolar halinde soyutlayarak, entegre olmasını zorlaştıracak politikalar benimsemelerindeki sorumluluklarıdır. Nitekim bugüne kadar insanlık tarihinde Fransa hükümetinde Müslüman bir kadın veya Kanada’da Sih mezhebinden bir adam savunma bakanı olmamıştı.

Terör olgusunu, küresel bir gerçek olarak daha kapsamlı okumak gerekiyor. Ayrıca sosyal ve siyasi olgu, derinlemesine incelenmelidir. Ağırlayan ve misafir eden toplumların çabaları analiz edilmelidir ki, sağlam cismin içerisindeki anormallikler ortaya çıkarılsın.

Son olarak Paulo Coelho’nun “Kazanan Yalnızdır” romanı, terörün farklı bir perspektifini sunuyor. Rusya’daki savaşın ateşiyle dağlanan kahraman, kalabalık mekânlarda kolundaki plastiğe bağlı zehirli iğneyle yoldan geçenleri hedef alıyor. Kurban ise, birkaç adımdan sonra ölerek yere düşüyor. Katilin kim olduğu bilinmiyor.