Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Bağımsızlık dönemi ve özgürlük çağı arasında | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Cemal Abdulnasır demokrat mıydı? Hayır kesinlikle askeri bir diktatördü. Duruşu, değerli Arjantin Başkanı General Juan Peron gibiydi. Peki neden Araplar Abdülnasır’ı sevdi? Neden ona tolerans tanıdılar? Çünkü o bağımsızlık döneminde yaşadı özgürlük ve demokrasi çağında değil.

Abdülnasır halkların kurtuluşu için savaşan Arap liderlerin en önünde yer alıyordu, mesela kötü Araplar’ın, Avrupa işgalcilerinden kurtulma savaşında. Sonra Hintli Nehru, Yugoslav Tito ve Afrikan Nkrumah ile birlikte ‘tarafsızlık hareketi’nin kuruculuğunu üstlendi… Amaç, işgalden sürekli bir kurtuluştu. Bir de ABD, Avrupa ve Kızıl Rusya arasındaki soğuk savaşta tarafsızlığı sağlamaktı.

Bağımsızlık neden bu kadar öneme sahip oldu ve 1945 2.Dünya Savaşı’ndan, 1975 Vietnam kurtuluşuna kadar uzanan bu çağın, başlığı haline gelmişti? Çünkü bağımsızlık, Avrupa’nın ABD’yi 1. Dünya Savaşı’nda (1914-1918) kandırmasından dolayı 50 sene gecikmişti.

1870 Almanya ile Fransa arasındaki savaştan sonra o ‘güzel çağda’ yaşlı kıtada savaşlar durulmuştu. Ama Akdeniz’in batısı ve doğusundaki ülkeleri işgal etme konusunda rekabet kızışmıştı. Özellikle Suriye, Lübnan, Mısır, Libya, Tunus ve Fas.

Bu ‘güzel çağ’ 1. Dünya Savaşı’nın bir yanda Almanya diğer yanda Fransa ve İngiltere arasında çıkmasıyla bitmişti. Sebebi hem rekabetçi işgal politikaları, hem de ticaret koruması ve gümrük ile vergi uygulamalarıyla tabir edilecek ekonomik sorunlardı.

O savaş esnasında, Osmanlı son nefeslerini verdi. Rusya komünist devrimini yaşadı, ABD ise Başkan Woodrow Wilson’ın halkların bağımsızlığı idealleri ve sosyal reform isteyen büyük gazeteci Walter Lippmann’ın, o zamanki modern düşünürler grubunun gölgesinde kısa bir romantik süreç yaşıyordu.

İngiltere ve Fransa ABD’yi de, Almanya’ya karşı savaşa sürüklemeyi başardı. 1919 Versay Konferansı, ABD başkanının hayallerini yıkan büyük bir komploydu. Fransa ve İngiltere birçok bölgenin milletler cemiyeti altında mandalaştırılmasını ilan etmişti. Ayrıca savaş sırasında, Doğu Arap bölgesini gizli olarak bölüşmüşlerdi. Suriye, Lübnan, Fransa’nın. Irak, Ürdün, Filistin ve Mısır, İngiltere’nindi.

ABD ve Araplar bu durum karşısında şoka uğramıştı, o kadar büyük bir şoktu ki, başkan Wilson çılgınca Beyaz Saray’ın koridorlarında gezerken, ondan önceki başkanlarla konuşuyordu. Ancak asıl çılgın çağrı, Suriyeli lider AbdulRahman Al-Shahbandar’dan gelmişti. Zira Suriye’nin bir Avrupa ülkesi mandası olmasındansa ABD’nin mandası olmasını yeğlemişti.

Neden ABD? Çünkü ABD’nin resmi olarak kolonileri yoktu. Siyonizm de Avrupa’nın sırtından inip ABD’nin sırtına henüz geçmemişti. Ayrıca kültürlü Al-Shahbandar da, “Nazik ol, ince deynek taşı” diyen Theodore Roosevelt döneminden sonra gelen Wilson’u merakla takip ediyordu.

Arap bağımsızlaşma dönemi işgale karşı başarılı bir mücadele olmuştur. Doğuda ve Mısır’da ulusal ve milli inanca bağlı olurken, Magrip ülkelerinde milli ve dini inanca bağlıydı.

Her yerde kanı, canı, malı feda ettiler. Birçok mücadelede batı demokrasisini kendilerini korumak, bağımsızlaşmak, belli bir bağımsız örgütün yararına veya tekel bağımsız bir harekete karşı korunmak için kullandılar.

1945 2.Dünya Savaşı’ndan sonra, çok fazla Arap ülke bağımsızlığını ele aldı. Ancak özgürlük çağı, Arap ümmetinin çok fazla hayalini kurduğu bir olgu değildi. İstiklal, büyük Arap ülkelerinin yolunu kesmişti. Güçlü, milli heybetli tek devlet, en önemli kıtaların denizlerin okyanusların eklemleri üzerinde duran bir devlet.
Ve bu bağımsızlıkların etrafı, davullu zurnalı kutlamalarla bölünen yapılanmalar, sınırlar ve tel örgülerle çevrildi… Bir de bağımsızlık marşlarıyla tabii.
Bu bölünmeler, Arap toplumlarının birbirinden kopmasına, uzaklaşmasına, kendine özel gizlilik politikası inşa etmesine sebep oldu. Arap ülkeleri arasındaki dayanışma gücünü felç etti. Hatta Suriye’nin gizlilik politikası, Mısır’la yaptığı 1961 birlik anlaşmasını bitirdi.

Bağımsızlık döneminden, özgürlük dönemine geçilmesinden 50 yıl sonra, ayakta kalan tek ülke Suudi Arabistan oldu. Ayakta durdu. Arap Körfezi’nde 100 yıldan beri birçok ülkeyi birleştiren Arabistan, büyüklüğü ve kaynaklarıyla Arap ümmetinin kalbinde stratejik derinliğe sahip ülke konumunda.

Siyasi ve ekonomik ağırlık Körfeze taşındıktan sonra Arabistan, ekonomik ve siyasi güvenilirlik olarak en güçlü Arap ülkesi oldu. Dünya tarafından en çok saygı gören heybetli Arap ülke. Bu devlet milyonlarca Arap işçiye sınırlarını açtı. Şu an ise, Perslerin ve onların yandaşları olan içten ve dıştan çürümeye yüz tutmuş ‘bağımsızlıklar ve yapılanmalar’ ülkelerinin saldırılarına göğüs geren mücadele veriyor.

Özgürlük çağı tehlikede mi? Demokrasi, bu kapitalist, teknik ve elektronik sanayi sisteminin 250 senedir koruyucusu ilham kaynağı ve motoru şimdi gücünü, kıymetini, değerini, kültürünü ve yolsuzluğa karşı mücadele etme kuvvetini mi yitirdi?

Kapitalizm ‘küreselleşme’ ilkesini icat etmesi paranın, demokrasinin, kültürün, yatırımın ve kalkınmanın hızlı hareketi açısından iyi bir başarı olmuştur. Ancak küreselleşme bugün uzun bir köprüden ibaret. Karanlığa, meçhule uzanan bir köprü. Gelişmiş ülkelere çalışan tabaka fabrikalarını 3. dünya ülkelerine taşıyarak, kendi çalışmasını durdurdu. Çünkü burası daha ucuz ve henüz gelişmekte olan ülkeler gerçek ifade özgürlüğünü, gerçek demokrasiyi işçi ve çalışan haklarını hiç bilmiyorlar.
Daha sonra özgürlüğü, demokrasiyi önemsemeyen popülist yönetimler baş göstermeye başladı. Ne sağda yer alıyorlar, ne de solda. Kapitalizme karşı her an sokağa inmeye hazır. Savaş, şu an tüm hararetiyle Avrupa’daki geleneksel demokratik sistemlerle, ABD ve Latin Amerika’dan gelen halk hareketlenmeleri arasında devam ediyor.
Arap dünyası nerede? Bağımsızlık çağı ve özgürlük çağı arasındaki dar geçitte duruyor. Ne bağımsız devlet tek ve güçlü bir ülkeye dönüştü, ne de özgürlük çağı demokrasi çağı oldu. Zaten yönetimler de halkına sokağına güvenmiyor. Orta kesimin gençlerinin internetten yürüttüğü, intifada da milliyetçi kimliği koruyamadı, tam tersine intifada, oportünist hareketleri doğurdu. Parçalanmış, kimliksiz, prensipsiz, ilkesiz. Bu durum başkaldırdıkları devletlerin o zamanki durumundan daha vahim. Hatta bu, yönetimlerden destek alarak üretim ve yaratıcılık gücünün göç etmesi, akıl ve mantık gücünün ortadan kalkması için çabalıyor.

Aslımıza dönmekten başka çaremiz yok. Etnik kökenimizden, mezhebimizden daha derin olan, bizi göç etmekten koruyan kimliğimize dürüstçe sığınmalıyız. Ama Arap kimliğimizi korumamızı sağlayacak, özgürlük ve güvenlik arasındaki, gelenek ve demokrasi arasındaki, yasak ve özgür diyalog arasındaki dengeleri koruyan, Liberalizm olmadan kötü olan günümüzden daha iyi bir geleceğe geçiş sağlayamayız.