Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Bağımsızlık Günü’nde vesayet arayışları | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Doğrusu bağımsızlıkların 75’inci yıldönümünü kutlayan Lübnanlılar, bugünün tadını çıkarmaktan ve nimetlerinden faydalanmaktan çok uzakta. Çünkü kutlama nedeniyle düzenlenecek olan askeri geçit töreni için yapılan provalar nedeniyle başkentin bazı caddelerinin kapatılması vatandaşları tam bir trafik tıkanıklığı sorunu ile karşı karşıya bırakıyor. Bilindiği gibi kutlamalarda halk dansları ve ezgileri öne çıkıyor. Dışişleri Bakanı Cibran Basil ise bu vesileyle yaptığı konuşmada partisini ve destekçilerini zamanın “bağımsızlığın kayası” olarak niteledi.

,Bugün yaşadıkları “bağımsızlık” ile Fransız manda yönetiminin devam etmesi ya da en azından geri gelmesi arasında Lübnanlılara bir seçim hakkı tanınsa büyük ihtimalle bağımsızlık yerine manda yönetimini seçeceklerini söylersek çok da aşırıya kaçmış olmayız. Doğrusu böyle bir referandum gerçekten de çok ilginç sonuçlar ortaya çıkarabilirdi. Çünkü ironik olarak Lübnanlıların dış müdahale talepleri, bağımsızlık yanlılarının törenlerinden ve kutlamalarından çok daha güçlüdür. Oysa bu kutlama vesilesiyle yalanları ve gereksiz tartışmaları ile televizyon ekranlarını işgal edecek olan bu bağımsızlık yanlısı politikacıların bizzat kendisi dış güçlerin kendilerini ihmal etmelerinden ya da manevi yönden çok maddi yönden kendilerine verilen desteğin azalmasından şikayet ediyor. Bu dış güçlerin müdahalesini talep etme kültürü, Lübnan’da egemenlik ve bağımsızlık geleneğinden çok daha güçlü ve derindir. Tarihçi Philip Mansel harika kitabı Levant’ta yer verdiği dakik notlarında Beyrut şehrinde ve Lübnan Dağı’ndaki (1920 yılında kurulan ve iki yıl sonra 100’üncü yıldönümü kutlanacak olan Lübnan oluşumundan önceki dönemi kastediyor) dini ve etnik çeşitliliğin, farklı din ve mezhebin mensuplarının dış güçleri müdahale etmeleri için baştan çıkarma, yerli düşmanlarına karşı kendilerini koruyacak güçleri cezbetmek için onların birbirleri ile çakışan çıkarlarına oynama oyununda ustalaşmalarına neden olduğuna işaret etmiştir. Öyle ki tüccarlar bile hem içerideki hem de İskenderiye ve Smyrna (günümüzde Türkiye’deki İzmir şehri) gibi diğer Akdeniz şehirlerindeki rakiplerine üstün gelmek için yine bu tekniği kullanmışlardır.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde, sırasında ve sonrasında büyük devletler arasında var olan rekabetin ortasında zor ve kesintili bir doğum aşamasından geçen oluşumların halklarının bunun gibi davranışları ve tutumları benimsemesi çok doğaldır. Ama bu olgu Lübnan’da, belirli bir ulusun ulusal kimliğinin ve adına vatan denilen bir siyasi oluşumunun doğumunun dayattığı kurallardan daha güçlü olmayı sürdürmüştür. Ulusal kimlik zayıf kalırken gruplaşma, çatışma ve dış güçleri yardıma ve müdahaleye çağırma kültürü hakim olmaya devam etmiştir. Dolayısıyla ortaya yan kimlikleri bir kenara bırakması gereken kurumları ve siyasi sistemi ile çok kırılgan bir devlet ortaya çıkmıştır.

Günümüz Lübnan’ı geçmişteki Lübnan’dan ya da daha sonra tek bir parça haline getirilen bölümlerinden farklı değildir. Tarihte konsolosluklar ve yüksek komiserlikler bugün ise elçilikler aracılığıyla dış güçleri cezbetme oyunu, Lübnan’ın yerli siyasetinde halen çokça başvurulan bir oyundur. Bilhassa uluslararası rekabet kanlı savaşlara dönüştüğünde bu oyun çoğu zaman sonu olmayan trajediler ile sonuçlanmıştır.

Modern tarihte Lübnan basınının duayen ismi Gassan Tuvayni bunu “başkalarının Lübnan toprağındaki savaşları” olarak nitelemiştir. Doğrusu bu niteleme biraz eksik çünkü bunlar aynı zamanda Lübnanlıların başkaları aracılığıyla Lübnan topraklarında yürüttükleri savaşlardır. Bir zamanlar sadece Dürzilerin değil İslami solun da lideri olan Dürzi lider Kemal Canbolat siyasi olarak Marunilere karşı mücadelesinde Filistin Kurtuluş Örgütü silahını kullanmaya çalışmıştı. Buna karşılık Maruniler de Yaser Arafat’a karşı bir denge unsuru olarak Hafız Esed Suriye’sinden yardım istemişti. Bundan birkaç yıl sonra ise Maruniler, Beşir Cemayil’in liderliğinde her ikisinden de, yani Kurtuluş Örgütü ve Hafız Esed’den kurtulmak için bu kez İsrail’e başvurmuştu. Lübnan’da Arafat döneminin güneşi batarken ve siyasi Maruniliğin çöküş dönemi başlarken bu kez Şiiler aracılığıyla İran müdahale etmesi için kışkırtılıyordu. İsrail işgalinin yarattığı durumdan yararlanan Şiiler, kendilerine yatırım yapması için İran’ı Lübnan’daki bu oyuna dahil etti. Bundan kısa bir süre sonra da Taif Anlaşması imzalandı ve bu durum dolambaçlı ve zorlu süreçler ile Refik Hariri suikastına kadar devam etti. Hariri suikastı paradoksal olarak Lübnan sokaklarında “Özgürlük, egemenlik ve bağımsızlık” sloganlarının yükselmesine neden olurken Velid Canbolat ise babasının ateşli ifadelerinden birini; “Artık bu dünyada yalnız değiliz. Bizden tek istenen kararlı olmaktır!” hatırlatır şekilde El-Muhtara’daki konutuna Fransa bayrağını çekmişti.

Bana göre Lübnanlıların korkularından biri, dış güçler ya da vesayet olmadan kendi işlerini ve dengelerini yönetmekte özgür ve bağımsız bırakılmalarıdır. Bundan daha çok korktukları şey ise düşmanlarının belirli bir gücün himayesi ve vesayeti altında iken kendilerinin korumasız bırakılmasıdır. Ki Lübnan’daki mevcut durum da bu şekildedir. İran, Hizbullah ve kendisine bağlı diğer Lübnanlı gruplara koruma ve destek sağlarken Hizbullah’ın düşmanları ise Arap ülkelerinin kendilerine verdikleri koruma ve desteğin azalmasından rahatsız oldukları kanıtlara gerek olmayacak şekilde açıktır. Lübnanlılar, Irak ya da Yemen’in kendilerinden önce gelmesine ve onları destekleyen ülkelerin iç işlerinin, kendi sorunlarını ikinci plana itecek kadar öncelik kazanmasına alışık değiller.

Bu anlamı ile bağımsızlık, içi boş bir iddia başka bir şey değildir ve bu kutlamanın Lübnanlıların gerçeği ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Bunu kanıtlamak için okuyucularımıza İsrail’in günlük ihlallerini, yardım ve kredilere karşılık uluslararası toplumun ve kurumlarının Lübnan’a dayattığı ekonomik ve reform kriterleri ile sert koşulları hatırlatmamıza gerek yoktur. Aynı şekilde devletin içinde ve dışında Hizbullah’ın temsil ettiği İran’ın fiili işgalini hatırlatmaya da gerek yoktur.

Açık olmak gerekirse; bağımsızlık şarkılarını ve kutlamalarını bir kenara bırakıp ülkedeki vesayetin nasıl iyileştirilebileceğini ciddi bir şekilde düşünmeli. Lübnan’ın güvenliğine gerçekten önem veren ilgili tarafları egemenlik, ekonomi, kalkınma ve politik kararların bir bölümünü paylaşmaya zorlamayı ve mümkünse çoğulcu yaşam modelini yeniden onarmayı tartışmalıyız.