İran, yeni ve eski hesapları kapatmak için bazılarının “devrim”, bazılarının “intifada” ve Velayet-i Fakih çevrelerinin ise “kaos ve kargaşa eylemleri” olarak isimlendirdiği son olayların arkasında bulunanlar listesine Mesut Barzani’nin adını de ekledi. Aslında bu suçlamanın gerçek ve fiili sebebi, babası Molla Mustafa Barzani’nin yerini erkenden alan bu liderin aralarında Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin de olduğu bazı İranlı büyük yetkililerin isteğini yerine getirmeyi reddetmesiydi. İranlı yetkililer, Barzani’den Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) toprakları üzerinden Suriye’ye doğru bir koridor açılmasını talep etmişlerdi.
El-Parti ve Molla Mustafa Barzani’den uzun süre önce ayrılan Irak Eski Cumhurbaşkanı Celal Talabani, İran’ın bu talebine karşılık vermiş ve Süleymaniye şehrini Devrim Muhafızları ile İran İstihbaratı’nın (İttilaat) gelişmiş bir mevzisine dönüştürmüştü. Mesut Barzani ise IKBY ve yönetim merkezi Erbil’in Irak devletinin ve Irak vatanının halen bir parçası olduğu konusunda ısrar etmişti. Bundan dolayı Mesut Barzani’nin İranlıların istediği koridoru kendilerine vermesi mümkün değildi. Çünkü böyle bir kararın IKBY’den değil de Bağdat ve Irak devletinden çıkması gerekiyordu. IKBY’nin sadece Irak halkının ve anayasal kurumların tasarrufta bulunma hakkı olan bir toprak konusunda İran’ın işgali anlamına gelecek olan böyle bir adımı atmaya kalkışması mümkün değildir.
Şuna da işaret etmek gerekir ki İranlılar, yukarıdaki taleplerine karşılık vermesi için Kürt lidere bütün baskıları uyguladılar. Söz konusu talep, Tahran’ı Akdeniz’in kıyılarına bağlayacak koridor için önemli ve gerekli bir husustu. Maalesef bu talep IKBY sınırları dışından ve Irak-Suriye sınırı üzerinden Beyrut’un güney banliyösüne ulaşarak başarılı oldu. Öyle ki Lübnan’ın güneyi, Lübnan’ı siyasi ve fiili olarak kontrol eden ve aynı zamanda İran’ın askeri üssünü de teşkil eden Hasan Nasrallah’ın cumhuriyetinden oluşuyor.
İranlıların uyguladığı bütün baskılara rağmen Mesut Barzani bu tutumunu sürdürmeye devam etti. Şayet IKBY bölgesinde ve Irak’ın diğer yerlerinde Amerika’nın askeri varlığı olmasaydı İranlılar, bu koridorlarını IKBY toprakları üzerinden geçirmeyi başaracaklardı. Bu da İranlıların Türkiye’yi askeri olarak güneyden kuşatacakları anlamına geliyordu. İşte bu, Recep Tayyip Erdoğan’ın IKBY bölgesinde Mesut Barzani’nin yaptığı referandumu engellemek için Velayet-i Fakih, Hasan Ruhani ve Devrim Muhafızları’nın yanında yer aldığı zaman göz önünde bulundurmadığı bir meseledir.
Dostlarının nasihatlerine, İranlıların ve İran’ın Irak’taki siyasi, güvenlik ve askeri uzantılarının tehditlerine rağmen belki de Mesut Barzani hesabını iyi yapmamıştı. Belki de yaptığı hesaplar hatalıydı. Şu ana kadar liderliğini halen koruyan ve hayatta olduğu sürece bu liderliği muhafaza etmeye devam edecek olan bu Kürt liderin yaptığı hata büyüktü. Söz konusu hata, bu hususta acı tecrübelere sahip olmasına rağmen Iraklı ve diğer Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme haklarının karşı karşıya kalacağı tehlikenin öncelikle İran sonra da Türk tehlikesi olduğunu hesaba katmamasıydı.
Kürtlerin Araplarla ve özellikle de Suriye’yle fiili bir sorunu yok. Şöyle ki Kürtler, 1940’larda bağımsızlığın doğuşundan bu yana ülkenin toplumsal, siyasi ve kültürel dokusunun bir parçasıydılar. Halen da öyleler. Abdullah Öcalan ve PKK olgusundan önce bu ülkede Kürt azınlıklardan bazı kimseler, cumhurbaşkanlığı da dâhil diğer yüksek görevlerde bulundular. Suriye halkı ve milliyetçi kanat da dâhil çoğu partiler Kürtlere azınlık gözüyle bakmadılar.
Recep Tayyip Erdoğan, Kandil Dağı’nda ve Irak sınırıyla Türkiye sınırının iç içe geçtiği IKBY’nin kuzey kesimlerinde milis varlığını halen muhafaza eden PKK’nın baskısı arttığı zamanlarda Mesut Barzani’den yardım istemeye devam etti. Henüz hafızası paslanmamış herkes, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Diyarbakır’da, Türkiye Kürtlerini bir araya getiren festivalde, Kürt lideri nasıl ağırladığını halen hatırlıyordur. Ki bu festivale katılımın bir milyon kişiye yakın olduğu tahmin ediliyor. Bazıları da bu sayının bir milyonu geçtiğini söylüyor.
Mesut Barzani, öncelikle kendisinin ve halkının İran’dan, Velayet-i Fakih’in Irak’taki uzantılarından ve aynı şekilde IKBY üzerinde Türkiye’nin ve Türkiye Cumhurbaşkanı’nın etkilerinden kurtulma kararının bedelini ödemeye devam ediyor. Bütün bunlardan daha tehlikelisi de İran’ın Süleymaniye-Talabani grubunun yanı sıra belki de en üst düzeyde Barzani grubunun içine sızdığına dair varsayımın bilinir hale gelmesidir. Bu da Barzani’yi zayıflatarak bağımsızlık referandumundan vazgeçmek gibi birçok taviz vermesine neden oldu. İşin tuhafı ise Amerikalılar, Barzani’den vazgeçmeseler bile bu çatışmada kendisi ve ailesi için hayati bir savaş olarak görülen ama bitmeyen söz konusu mücadelede kendisini desteklemediler.
Baas rejiminin ve Saddam Hüseyin’in 2003 yılında yıkılmasından bu yana Kürtler, Irak yönetiminde önemli bir unsur olarak kalmaya devam etti. ABD, Irak’ı işgal ettikten sonra bu yeni vaziyette Kürtlerin o yıl yaptıkları en büyük hata, İran’la ve İran’ın Irak sahasında bulunan mezhep ve siyasi uzantılarıyla ittifak yaparak Sünni oluşumdan uzaklaşmasıdır. Bu şekilde Kürtler, sadece felaket değil aynı zamanda ölümcül bir hata yaptıklarını da anladılar. Kürtler, büyük ve bölgesel bir devletin desteğini alan tarafla ittifak yapmanın kendilerini bu devlete ve uzantılarına bağlı hale getireceğini idrak edemediler. Gerçekten de sonuçta olan şey buydu. En azından Kürt otonom yönetiminin ikinci başkenti sayılan Süleymaniye bölgesinde durum bu şekildedir.
Fakat Kürtlerin yaşamaya başladığı anlaşmazlıkla ve özellikle de başarısız referandum adımıyla birlikte Mesut Barzani, girişimin dizginlerini yeniden eline alarak durumu eski haline döndürebilir. İranlılar Kürtleri hoş karşılamaz oldu. Hatta Irak’ta Sünnilerden önce Şiiler, onlardan nefret etmeye başladılar. Kasım Süleymani, İttilaat ve Devrim Muhafızları’yla birlikte Celal Talabani grubu, Mesut Barzani’nin Kürt denkleminde başkan konumunu yeniden kazanmak ve Irak denkleminde önemli bir yer tutmak için Barzani yanlılarına artık meydan okuyamazlar. Tabii bu büyük ölçüde olmasa bile zorunluluklar ve geçici çıkarlar anlaşmasına sahne olan Türk-İran ittifakının bozulmasına bağlıdır. Açıkçası bu ittifak Suriye sahasındaki gelişmelerin baskısı karşısında yıkılacaktır. Zira Rusların Ukrayna’daki gelişmelerle meşgul olmaları, Suriye’deki varlıklarını azaltabilir ya da sonlandırabilir.