Basın özgürlüğü ile başkalarının hukuku arasındaki o erdemli çizgi hala belirgin değil. Ta şiir panayırlarının düzenlendiği ve şairlerin şiirlerinin sergilendiği, geçmiş zaman magazinlerinden içerik veya performans düzeyinde tüm iniş çıkışları ile boşluğun yarıştığı zamanelere kadar. Şu soruyu sorduran beklenmedik bir olay yaşandığında, elbette bu çizgi yeniden tartışmaya açılacak: Basına, insanların mahrem dünyalarının sınırı olan kırmızı çizgileri ihlal ederek, başkalarının hukukunu çiğnesin diye bilgiyi yayma yetkisi verilmesi uygun mu?
Şarku’l-Avsat okurlarının çoğu, bu olayın en yeni örneğini geçen hafta sonunda takip etmiştir. Haber dikkat çekici olması sebebiyle geçtiğimiz iki gün boyunca da televizyon ekranlarını süsledi. İngiltere’de Channel 4, Prenses Diana’nın Prens Charles ile olan evlilik hayatının son derece hassas yanlarına dokunduğu bir film şeridi yayımladı. Geçen Pazar ‘Sunday Times’ın filmin içeriğine dair haberini okuduktan sonra tartışma konusu, beni üzüntü ve garipseme arası karışık bir duyguya sürükledi. Wales Prensesi Diana’nın haline ve başından sonuna çileli evlilik hayatına üzüldüm. Ama aynı zamanda milyonların kalbinde yer edinen Diana gibi bir prensesin, iki oğlunun üzerinde nasıl bir etki bırakacağını hiç düşünmeden acı duyguların ve kocasının ailesine karşı intikam güdüsünün hayatını yönetmesini izin vermesini de garipsedim. Tüm değerlendirmelerde sıradan insanların sözlerinin altın terazisiyle ölçüldüğü bilinen bir şey değil mi? Evet, öyleyse hem soyluluk, hem de tarihi roller bakımından diğerleri gibi olmayan Windsor Ailesi gibi ailelerin çocuklarının söyledikleri, hangi terazi ile ölçülür?
Channel 4’ün bu bandı yayımlamadan önce, 2007 senesinde Amerikan kanalı NBC onun bir kısmını yayınlamış ancak o zaman şimdiki gibi gürültü kopmamıştı. Ama bu iki kanaldan önce Peter Settelen’in kınanması daha doğru olur. Zira 1992-93 yılları arasında bandı kaydedip havuzunda saklayan O idi. Settelon, Prenses Diana’nın diksiyon ve hitabet eğitmeni idi ve Prenses bu eğitim süresince kendisine yöneltilen soruları cevaplıyordu. Eğitmen bunu iyiye kullanmadı, aksine hadsizlik yaparak emanete ihanet etti. Paraya kandı ve bandı sattı. Elbette bu, bir insan olarak acı duygular hissetse de Prenses’in kendisini sorumluluktan muaf kılmaz. İngiliz’in diline yerleşmiş bir söz vardır: İntikam, tatlıdır. Ama ucu kendisini seven insanlara dokunursa intikamın tatlılığı kalır mı?
Özel hadiseleri bir kenara bırakalım en genel çerçevede felaket senaryolarının ve savaş trajedilerinin saklanması gereken zamanlarda bile bazı basın mensupları, insanların mahrem alanları ve genel zevke göre kabul edilebilir veya edilemez şeylere karşı gözünü kapaması için kurulan tuzaklardan kurtulamadı. Örnek olarak; Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in 27 yıl önceki Kuveyt savaşında olan bitenler ve savaşın Irak’ın içinde, çevresinde ve bölgenin dışında verdiği sonuçlar verilebilir. Bu durumun çirkin örneklerinden biri de; ‘New York Times’ın Ebu Garib hapishanesinde tutuklu bulunanlara yapılan işkencelere dair 2004 senesinde yayımladığı nahoş fotoğraflar. Bu yayın belki ABD’nin Irak işgalindeki zulümlerinin bir yönünü ortaya çıkarmıştı ama tutukluların nasıl bir duruma düşeceğini hiç umursamamıştı.
Bu vesileyle, belki 3 sene sonra bu ayın ikinci günü, resmi ABD arşivi ailesinden kurtarılarak, Arap tarihinin bugününe ilişkin sırlardan bazısı ortaya çıkarılabilir. Trump hükümeti, kendisine kurulan görevden alma tuzaklarından kurtulursa şayet, ‘tüm karışıklıkların üstünden sır perdelerini kaldırmak için 30 sene geçme ilkesi’ne göre mi hareket edecek yoksa, 50 yıllık zaman aşımı kuralına göre özellikle en önemli ve hassas olanlarını kabul mü ettirecek? Bu ancak hayreti gideren ve hakikate ulaştıran şeyler ortaya çıkaracağı ve zanlar ile hakikatleri nihai bir biçimde ayrıştıracağı umulan ‘çok gizli’ dosyalar mahzenlerine gömülü sırlara erişmek için hakikati araştıranların bileceği iş.