Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Batı medeniyeti sefa mı yoksa cefa mı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Oldukça provakatif bir başlık. Batı tarafından üçüncü dünya ülkesi olarak sınıflandırılan bir ülkenin yazarı bu soruyu sormaya nasıl cesaret eder? Özellikle de modern Batı gerçekliği ile Doğu arasındaki mesafenin bir pasaport farkı olduğu bir dönemde. Gerçekten medeniyetler arasındaki uçurum bu kadar derinleşti mi?

Bu satırların sahibi, medeniyet ile uygarlık arasındaki ayrımı yapabilecek bir yazardır. Medeniyet, erdemli bir şehre veya ütopyaya mümkün olduğunca yakın bir insani hayat yaratan, ahlaki ve beşeri bir sistemdir. Uygarlık ise hayatı kolaylaştıran en modern ürünleri sunar, ancak ruhu doyuramaz.

Japon asıllı Amerikan vatandaşı Francis Fukuyama, 1990’larda bize kapitalizmin, ‘tarihin sonu’, Amerika kimliğindeki liberalizmin, yaratılışın  başlangıcından bu yana ortaya çıkan kuşaklar arası mükemmeliyetin doruğu olduğunu ilan etti.

Batılılar uzun yıllar boyu, liberal Batı medeniyetinin vatandaşlarına diğer medeniyetlerden çok daha yarar sağladığını ileri sürdü. Liberal toplumun şimdiye kadar icat edilen en başarılı formül olduğunu söyleyen Batılılar, insan onurunun ve özgünlüğünün en yüksek mertebesine sahip bir toplumla canlı ve dinamik bir ekonomiyi harmanlayabileceklerini belirttiler.

Fakat yeni kanıtlar ve gerçek dünya, Batı’nın geleceğine dair korkuları ve farklı doktrinleri yansıtıyor. Batı; ya yeniden refah ve büyümenin merkezi olacak ya da insanlık tarihinde hâkimiyet kuran ve sonradan yok olan birçok medeniyetin arasına karışacak.

Batı, bugünlerde medeniyetinin yapısına ilişkin pek çok değişiklik; kuru laiklik ve radikal köktencilik arasındaki ilişkiyle yakından ilgilenirken, diğerleri ise genel olarak Batı’nın en rahatsız edici yönü olan demografik gerçekler üzerinde duruyor.

Örneğin sol görüşlü ünlü Fransız filozof Régis Debray ‘Aveuglantes Lumières’ (Kör Işıklar) adlı kitabında Avrupa’nın önde gelen destanlarından birine değinerek; Kıta’nın, gözlerini kör edecek derecede laikliğe boğulduğunu, bunun da yalnızca maneviyat ve ahlakı dışladıklarında gerçekleştiğini vurguluyor. Batılı ulusların ilerlemesi için bulundurmaları gereken tek ölçütün materyalist eğilim olduğunu söyleyen Debray, Batılıların ister dinler, isterse ahlaki değerler olsun tüm manevi düşünceleri geride bıraktıklarını, insanların sahip olduğu tek ölçütün vahşi kapitalizm olduğunun altını çiziyor.

Fransız filozof Debray’ın Avrupa gerçeğine dair eleştirisine, Amerikalı siyasetçi ve düşünür Patrick J. Buchanan’ın ‘The Death of The West’ (Batı’nın Ölümü) adlı kitabında da rastlanılabilir. Burada bahsedilen tehlike, biyolojik bir ölüm değil. Demografik yapı ve ahlaki değerlerin yitirilmesidir… Peki, bu ne anlama geliyor?

Demografik veriler, Avrupa’da görülmemiş ölçüde bir nüfus azalması olacağına işaret ediyor. Avrupalı kadınların doğum oranlarının düşük olması nedeniyle Kıta’nın 741 milyonluk nüfusunun 21’inci yüzyılın sonunda 207 milyona düşmesi bekleniyor. Peki, bu bir felaket sebebi midir?

Buradaki felsefi söylem, bireysel bencilliğin insan yaşamında ortaya çıkan tüketici biçimlerini konu alıyor. Yani evlenmek, çocuk doğurmak ve sorumluluk almak yerine ahlaki yozlaşmayla birlikte Allah’ın iradesine direnen ve üremeyen bir insan modeli ortaya çıkıyor.

Ahlaki ölüm ise; etik değerlerin aşınması, etnik ve dini geleneklerin ve inançların azalmasıyla kendini gösteriyor. Geçmişte evlilik dışı ilişkiler, doğum kontrolü ve kürtaja bir set ören bu değerlerin yitirilmesi bir yana, artık aynı cinsiyetten insanlar arasındaki anormal ilişkilerin dahi teşvik edildiği bir dünyada yaşıyoruz.

ABD’nin içinden ortaya çıkan bazı rakamlar ise gerçekten endişe verici. Buchanan’a göre ABD’deki gayri meşru çocukların oranı, toplam çocuk sayısının yüzde 25’ini oluştururken Amerikalı çocukların üçte biri ebeveynsiz evlerde yaşıyor. Öte yandan gençler arasındaki intihar oranları 1960’lara göre üç kat daha fazla. Dahası, özellikle Hıristiyanlığın görüşlerini çarpıtan sağcı akımların yükselişini, inançlı insanların arasına sızmalarının yanı sıra ırkçılığa ve siyahlara yönelik nefretin körüklenmesine dair işaretler olarak görebilirsiniz.

Slav uygarlıklarının ve özellikle de Doğu Ortodoksluğu’nun yeniden canlandırıldığını söylemek zor. Aristoteles’in Batı medeniyeti anlayışı, neredeyse tamamen bastırılmış durumda… Konfüçyüs’ün torunları, medeniyet çatışmaları sonucunda ortaya çıkacak olan açığı doldurmak için dikkatli ve olgun bir şekilde bekliyor.

Batı medeniyeti tehlikede. Son sorum ise şu:

Acaba düşünürler güruhunun herkesi kurban etmekten vazgeçerek kendi kendilerini eleştirme dürüstlüğünü göstermeye niyeti var mı?