Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Bernard Lewis, Oryantalizm ve İslamofobi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bernard Lewis 19 Mayıs’ta 101 yaşında vefat etti. Son beş yılda yeni bir şey yazmadı. Ancak, kitaplarının çoğunun, özellikle de 2001’den sonra yayımlananların baskısını yeniledi.

Bernard Lewis, II. Dünya Savaşı sırasında Ortadoğu meselelerinde uzman biri olarak İngiliz istihbaratıyla çalıştı. 1960’lı yıllarda Soğuk Savaş’taki çalışmaları sırasında Amerikalılara onu tavsiye eden yine İngilizlerdi. Zira kendi içlerinde ‘Klasik İslam’ anlayışına vakıf onun dışında hiç kimse yoktu.

Amerikalılar O’nu komünizmle mücadelede de kullanmak istedi. Büyük ülkeler, ders ve deneyimlerden sonra “siyasete” dönüşecek stratejik fikirlere ihtiyaç duyarlar, bu bakımdan da onu yararlı bulmuşlardı. Ancak en baştan beri o kendisini, azınlık uzmanı olarak görürdü.

İkinci Dünya Savaşı sırasında doktora çalışmasını “İsmaili Mezhebi” üzerine yaptı. İyi organize olmuş, gizli çalışan bir azınlık olmaları, 200 yıl Sünni İslam’la savaşacak olan büyük bir Fatımi devletini inşa etmelerine imkân verdi. Modern politikada Lewis, tarihte ve günümüzde Türkleri, modern doğu dünyasında Batının işbirliği yapabileceği sayılı milletlerden biri olarak görmüştür. Bu nedenle üçüncü kitabının (Haşhaşiler’den sonraki ikinci kitabı: “Tarihte Araplar”dı) konusu: “Modern Türkiye’nin Doğuşu” olmuştur. Osmanlı Türkiyesinin Avrupalılarla uzun süredir devam eden mücadelesine rağmen, “İslam’ın yeryüzünde ilk inşa edicileri” olan Araplara kıyasen daha az fanatik tavır sergilemişlerdir. Kökü tarihi derinliklere sahip milliyetçilik ve milliyetçiliğe hizmet eden Şiileştirme gibi iki önemli problemi bünyesinde barındıran İranlılar ile de ciddi bir problem yaşamadılar. Fakat İranlılar, Batini cazibesine rağmen, on ikinci yüzyıldan beri çoğunluğu Sünni olan Müslüman halkı ikna etmeyi başaramadılar.

Hamilton Gibb, Harvard’dan İngiltere’ye döndüğü esnada, Lewis Londra Üniversitesi’nden ayrıldı ve Princeton Üniversitesi’nde İslam tarihi kürsüsünde öğretim üyeliğini kabul etti. O zamandan beri birçok genç “Orta Doğu Araştırmaları” ve “Çağdaş İslam Araştırmaları” adı altında çalışmalar yapmak için buraya yönelmişlerdir.

2008’de Amman’da kendisiyle tanıştığımda, tanıştığı ilk Amerikan Başkanı’nın Richard Nixon olduğunu söyledi. Onu sevmemişti çünkü Yahudi aleyhtarıydı! Ona söyledim: “Ama Henry Kissinger’ı idareye getiren kişi O değil mi?! Kissinger sana çok saygılıydı ve seninle istişare ettiği söyleniyordu! Neden Siyonist olduğunuzu o zaman ilan etmeyi tercih ettiniz, 1967’deki Arapların yenilgisinden dolayı mı?”
Dedi ki: “Arkadaşınız Edward Said gibi bana Siyonist diyorsunuz, ben ise dindar olmayan Yahudi bir aileden geliyorum, ben İsrail’i Türkiye’ye örneklik açısından modernite ve demokrasinin önde gelen bir devleti olarak görüyordum. Fakat 1967’de böyle bir tercihte bulunmadım ancak 1973’ten sonra açığa vurdum, zira varlık ve devlet için gerçek tehlikeler olduğunu fark etmiştim.

Sömürgeciliğin sorunları nedeniyle tüm Müslüman halklar kimlik ve ayrıştırmanın ağırlığı altındalar. İslam ve modernizm, sadece Arap halkları ya da sizin dediğiniz gibi; “Arap Ulusu” arasında müzakere edilebilir, dengelenebilir ve uzlaştırılabilir. Ortadoğu ve modern dünyada din ve devlet projesinin savunucuları, inşa etme ve geliştirme bağlamında Araplardır. Bu iki konuda (din ve devlet) onlarla “tarihsel” pazarlık yapmak, katı, parçalı ve zayıf bir konumda görünmelerine rağmen mümkün değildir. Bütün dünya onlara karşı olmasına rağmen Selefi akımların sertliğine bakın! Bu yüzden Türkiye’yi Batı ve NATO’nun dostu olarak düşündüm. İsraillileri, Batı medeniyetinin ve bu bölgedeki politikalarının temsilcileri olarak gördüm. Hatta Lübnanlı Hristiyanlar ve Kürtler üzerinde dört veya beş yıl düşündüm.”

Bu sözleri üzerine kendisine şöyle demiştim: “Arap ülkelerinin sömürge sonrası bağımsızlıklarını ilan etmesinden sonra iktidarda çoğunluğunsöz sahibi olasılığını, özgürleşme ve demokrasi fikirlerinin zaferini öngörmediniz mi hiç?”

“Hayır, hiç düşünmedim ve bunu gerekli ve zorunlu kılan bir işaret de zaten mevcut değil, 50’lerde ve 60’larda komünizm ve İslam’ı bir araya getirebilecek(!) İdeolojiler ya da fikirler bağlamında yazdıklarımı görmüyor musunuz?” dedi.

Tümünün Umman TV’de yayınlandığı mülakatımızda şöyle devam ettim: “Türklere tanıdığınız ayrıcalığa dönmek istiyorum. Erdoğan’ın ortaya çıkışı ve onun İslamcı yönelimi sonrasında da aynı duruşunuz devam ediyor mu?” Fakat bundan önce şunu sormak istiyorum: “80’lerin sonlarında, Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” teorisinin temel referansı haline gelen “İslami Öfkenin Kökleri” hakkındaki çalışmanıza yani bu sonuca nasıl ulaştınız?

“Ben, İslam’ın doğasını -Huntington’un yaptığı gibi- tarihsel gelişmelerle karıştırmayan birkaç kişiden biriyim. İslam’ın ya da başka bir dinin doğasında şiddet yoktur. Fakat tarihi hadiselerin dayatmaları ve buna dayalı gelişmeler bu eğilimi ya da akımı destekleyip öne çıkarmıştır. Deli gömleği giydirilmiş ırkçılık veya din kisvesi altında ortaya çıkmış ötekileştirme, ister Yahudiler, Kürtler ve Ermeniler gibi azınlıklar tarafından, isterse Araplar, İranlılar, Hintliler ve Çinliler gibi büyük halklar tarafından yapılmış olsun, kötü bir düşüncedir. Sözde emperyalizmin önderliği İngilizlerin elinde kalmaya devam edecek olsaydı, Asya ve Afrika’daki ulusların ve kimlikler arasında bir gerginlik olmayacaktı, zira dünya Nazilerin ırkçı yıkımı sonrası tahrip olmuştur. Amerikalılar bu önderliği devraldılar, ancak sömürgecilik konusunda iyi sınav veremediler. Doğru ya da uygun uygulamaya ulaşana kadar her şeyi deniyorlar, ama ulaştıkları zaman, yıkım meydana gelmiş oluyor ve tamiri de mümkün olmuyor.
Şimdi Irak’ta neler olup bittiğine bir bakın (2008)! “Öfkenin Kökleri” ve daha sonraki kitaplarımda, ‘modern zamanlarda Müslümanların maruz kaldığı krizler sömürgeciliğin yükü altında kalmalarındandır. Batılı hâkimiyet nedeniyle bulundukları başarısızlıktan nefret ediyorlar. Ve Batı’yı başarılarından dolayı kıskanıyorlar ve başarısızlıklarını bu başarılara yüklüyorlar. Dolayısıyla aralarında, özellikle de Araplar arasında, şiddet ve intihar eylemlerine bir yönelim meydana geldi. Huntington makalesini 1993 sonbaharında yazıp, 1996 yılında bir kitap haline getirdiği zaman, benim ve başkalarının yazdıklarına atıflar yapmıştı. Kendisiyle bu konuda münakaşa ettim ancak kendisini ikna edemedim. Daha sonra şu fikre sürekli vurgu yapamaya başladım: ‘tarihsel gelişmelerle dinin doğası karıştırılmamalıdır. Modern İslam içinde reformun gerekliliğini vurgulamak-sizin sol düşünceli entelektüellerin yaptığı gibi!- geleneksel mirası itham etmek anlamına gelmemektedir. Bütün bu yaşananları beklemediğimi ya da tahmin edemediğimi itiraf ediyorum. Doğu ve batının geleceğinden ve artık bir lider olmayan İsrail’in de geleceğinden endişe ediyorum. Türklerle ilgili iyimserliğim kalmadı ve İran’da bir din devleti beklemiyordum. Suudi Arabistan, Mısır ve Pakistan arasında bu türden girişimlerin olabileceğini öngörmüştüm. Amerika bu gelişmelerin farkındadır, bu yüzden gerçekleşecek daha fazla savaş vardır ve bu nedenle eylem ve tepki arasında ayrım yapmak da artık mümkün değildir. Büyük ve orta taraflar bu duruma müdahale edecekler ve bunu da kendilerini savunmak için yapacaklardır. Bu medeniyetin beşiği olan Avrupa aciz bir hale gelmiştir. Rumsfeld’in dediği gibi artık eski bir kıtadır. Bugün dünyanın yaşadığı büyük kayıp, Avrupa’nın kaybı nedeniyledir.”

“Politika ve stratejilerde etkinizin en az düzeyde olduğunu düşünüyorsunuz, o halde yeni Oryantalizm ya da İslamofobi hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorumu ise şöyle cevapladı: “Artık Oryantalizm yok ve Batı dünyası ve dünya, Araplar ve İslam hakkında bilgi almak için oryantalistlerin görüşlerine hiç bir zaman itimat etmedi. Edward Said bunun aksini iddia ediyor. Tabii ki, Kur’an ve İslam hakkındaki çalışmalara egemen olan parçacı (bağlamından kopuk) ve olumsuz yaklaşımlardan sorumlu değilim. Ben klasik bir oryantalistim ve işte bunlar İslam tarihine ait kitaplarımdır ve içindeki bilgilerin Wansbrough, Crone ve Cook tarafından söylenenlerle alakası yoktur. İslamofobi hususunda elbette en az sorumluluk sahibi olan benim ve etkim de akademik camiayla sınırlıdır. İslamofobi, tüm akıl sahibi insanları korkutan basit bir popülizmdir! Siz Müslümanları, şiddete dayalı radikalizm korkutmuyor mu?!

Hamilton Gibb ve Montgomery Watt gibi kıdemli oryantalistlerin her birinin ölüm haberlerini duydukça daha da farkına vardığımız bir gerçek var ki o da Klasik Oryantalizm, Bernard Lewis’in ölümü ile öldü. Sosyal ve beşeri bilimlerdeki devrimler, modernizm sonrasında dağılmalar, yeni referans ve kaynakların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu ayrışma dünyasında, Amerikalılar ve Rusların da kışkırtmalarıyla ortaya eşkıyalar, fanatikler ve serseri savaşçılar çıkmaya başladı. Şimdi de bunları ortadan kaldırmaya çabalıyorlar.

Akademik çalışmalardaki dengesizlik devletlerin politika ve uygulamalarındaki dengesizkle doğru orantılı mıdır? Bu olabilir veya olmayabilir. Ama şu anda gerçekleşen tam da budur. İbn Haldun’un bu tür hadiseler bağlamında referans olarak verdiği Yüce Allah’ın şu ayetini biz de zikredelim: “Allah, neyi diler, neye hükmederse onu muhakkak yerine getirir. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmez.” (Yusuf 12/21)