Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

BM Genel Kurulu’nda iki ülke: ABD ve İran | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

New York’taki BM Genel Kurulu’nun çalışmaları bugün başlıyor. Suriye, Filistin ve Yemen gündemlerindeki gelişmeler de dâhil olmak üzere Arap ülkeleriyle ilgili siyasi gelişmeler öncelikli olarak görüşülecek.

Geçen yıldan bu yana önemli değişiklikler geçiren gündem dosyaları arasında İran da var. Özellikle Amerikalıların bölgedeki İran faaliyetleri ile mücadele etmenin gerekliliğine odaklanmasıyla beraber bu dosya gündeme oturdu.

ABD’de Trump yönetimi tarafından Tahran’a karşı aylardır süren sert açıklamalardan sonra, İran ile nasıl başa çıkılacağına dair bir ABD politikası ortaya çıkmaya başladı. Nükleer anlaşmanın bu yıl feshedilmesinden ve Kasım ayına kadar yaptırımların artırılma niyetinin ortaya konmasından sonra İran’ın genişlemesine karşı daha geniş bir stratejinin belirlenmesi de dâhil olmak üzere, bölgedeki dış politikaların geliştirilmesine yönelik ciddi ABD hamleleri var.

Bu eğilim Trump yönetiminde yeni değil, ama gittikçe hızlanıyor. Arap ülkelerinin bu alanda Washington’la ortak çıkarları var, dolayısıyla bu hafta New York’taki uluslararası toplantılar bir fırsat olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.

ABD yönetimi, müttefikleriyle bu dosya üzerinde istişareler gerçekleştirdi. Washington, İran rejiminin politikalarına karşı uluslararası destek sağlamak için, 73. Genel Kurul’a katılımının çoğu kısmını bu dosyaya tahsis ediyor.

Genel Kurul’a yapacağı konuşmaya ek olarak, ABD başkanı, İran meselesini ABD’nin uluslararası düzeydeki hamlelerinin merkezine yerleştiren “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme” konulu bir Güvenlik Konseyi toplantısına başkanlık edecek.

Trump’ın, İran’ın nükleer programını sürekli olarak sınırlandıracak bir mekanizma kurmanın zaruretine değinmesi bekleniyor, zira selefi Barak Obama sadece 10 yıllık bir sınırlandırmayı onaylamış, bu meselede aksi bir tutum sergilemişti.

Hiç şüphesiz, ABD hamlesi şu ana kadar geniş çaplı bir uluslararası destek alamamıştır, Avrupa İran’la olan ticari çıkarlarını önemsiyor. Tahran’ın petrol kaynaklarına ihtiyaç duyan Rusya ve Çin kendi çıkarlarını önceliyor. Moskova ve Pekin, İran anlaşmazlığını kullanarak, Washington’u geleneksel Avrupalı müttefiklerinden uzak tutmayı tercih ediyor.

Tahran ise bu krizi atlatmak için bu anlaşmazlıkları fırsata dönüştürmeyi umuyor. Ancak, ABD’nin Kasım ayında yürürlüğe koyması beklenen yaptırımlar, dev şirketler ve Avrupa ülkelerini ABD pazarı ile İran pazarı arasında seçim yapmaya zorlayacaktır ve buradaki seçim oldukça zor ve kritik olacaktır. İroni durumlardan birisi de, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Genel Kurula bugün hitap edecek olmasıdır ve bunun Trump’ın konuşmasından birkaç saat sonra gerçekleşmesi bekleniyor. İran diplomatik faaliyetlerine başladı ve New York’taki liberal çevrelerden ve düşünce kuruluşlarından destek almak için hamleler yapacaktır.

Bölge meselelerine dönecek olursak, İran eylemlerine karşı giderek sertleşen Amerikan söylemi, bölge dosyaları etrafında daha net Arap politikaların çizilmesini gerekli kılmaktadır. Körfez İşbirliği Konseyi devletleri, Mısır ve Ürdün’ü (Fas’ın katılımı ile birlikte) içeren bir Arap ittifakı kurma konusundaki Amerikan ilgisi, ABD’nin İran’a karşı güçlü bir ittifak arayışını göstermektedir. Bölgedeki dengelerin yeniden kurulmasını istemektedir. Trump ve yetkililerinin bu hafta New York’taki Arap yetkililerle bu teklifi görüşmesi bekleniyor. Bu ittifakın özellikleri tam olarak netleşmemesine rağmen, ilgili ülkeler bu öneriyi dikkate almalı, gerekli araştırmaları yapmalı, bölgeyle ilgili yeni çözümler aramalı ve Amerikalıları kazanmalıdırlar.

Suriye dosyasına Amerikan ilgisi yenilenmiştir ve bu durum sadece bu yaralı ülkedeki güvenlik boşluğunu kullanan “DEAŞ” ile savaşmak için değildir. Bilakis İran’ın genişlemesiyle de savaşmak içindir. Başkan Trump’ın Genel Meclise hitaben yapacağı konuşmanın arifesinde, ulusal güvenlik danışmanı John Bolton dün, New York’tan bir açıklamada bulundu: “İran sınırının dışında İran güçleri olduğu sürece ABD Suriye’den ayrılmayacaktır.” Suriye topraklarında İran’ın varlığı –milisleri, müttefik kuvvetleri ve askeri teçhizatı aracılığıyla– hem Amerikalıları hem de İsraillileri de endişelendiriyor. Geçen hafta Rusya Hava Kuvvetleri’ne ait askeri bir uçağın, İsrail’in hava saldırıları düzenlediği bir sırada Suriye savunma sistemi tarafından düşürülmesi, bütün bölgeye zarar verebilecek ve diğer ülkeleri de içine çekebilecek bir askeri bir çatışmanın hiç de uzak olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla, Arap pozisyonu, Suriyelileri koruyacak, bölgede daha fazla krizin meydana gelmesine engel olacak politik bir çözüme odaklanmalıdır. Siyasi ağırlığa sahip zengin Arap ülkeleri, Suriye dosyasında Arap sesini eski haline getirme şansına sahipler. Zira bir süredir Türkiye, İran ve Rusya bu alanı ele geçirmiş durumdalar.

Arap ülkeleri Yemen krizini Amerikan ve uluslararası çabanın bir parçası haline getirmek zorundadırlar, zira Husi darbesiyle bağlantılı Yemen’in ıstırabı, İran’ın Husilere desteği ile daha da artmaktadır.

Bu ayın başlarında düzenlenen Cenevre toplantılarında, BM ve Amerikan desteğiyle yemen dosyasında bir ilerlemenin kaydedileceği umulmuştu, ancak Husiler müzakerelere katılmayı reddettiler ve politik çabaları yeniden sıfır noktasına dörderdiler. İran ve müttefiklerinin bölgeyi istikrara kavuşturmak için yürütülen politik çabaları bozma kabiliyetleri, etkili Arap sesinin geri dönüşünün gerekliliğine bir delil olduğu gibi güç dengelerinin ne kadar bozuk olduğuna da bir işarettir.

Bütün bu gelişmeler, bu hafta New York’ta toplanan yetkililerin önünde olacak ve ABD’nin Tahran hakkındaki önerilerini inceleme fırsatını bulacaklar. İran’ın BM ve onun mekanizmalarına karşı bir sınav verdiği doğrudur, İranlı yetkililer, Güvenlik Konseyi’nin onayladığı nükleer anlaşmanın metnine bağlı olduklarını vurguladılar. Ancak, Husiler ve Hizbullah’ın askeri mekanizmalarının bir parçası haline gelen balistik füze programı etrafında uluslararası kararları ihlal ettiklerine dair açık deliller var ve bununla ilgili açıklama yapmaya yanaşmıyorlar.

2015 yılı 2231 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, nükleer savaş başlıkları ile donatılmış füzelerin geliştirilmesini yasaklamaktadır. İran ise füze programını geliştirmektedir.

Hiç kuşkusuz Amerikan’ın Filistin meselesine yönelik tavrı endişe vericidir ve İran’ın projelerini sınırlandırma çabalarının başarılı olmasını zorlaştırmaktadır.

ABD ile yakın işbirliğinin yapılabilmesi, ABD’nin bölgeye yönelik olumlu ve kapsamlı politikalar yürütmesine bağlıdır. Büyükelçiliğinin Kudüs’e transferi, Washington’daki Filistin Büyükelçiliği’nin kapatılması ve BM Yakındoğu Filistin Mültecilerine Yardım Ajansının (UNRWA) zayıflatılması, İran’ın genişlemesine karşı yürütülen Arap çabalarını zayıflatmaktadır.

Zira İran, Filistinlilere etkin insani yardım sağlamadan veya Filistinlilere destek olmak için somut adımlar atmadan, Filistin davasını uzun bir zamandan beri istismar etmektedir.

New York’taki Arap devletleri, Filistin’i desteklemek ve Washington’dan bölgeye yönelik yaklaşımını değiştirmesini istemek için önemli bir fırsata sahip olacaklar. Bölgedeki gerçek istikrarın sağlanmasına yönelik ciddi çalışmaların yürütülmesi gerektiğine ABD yönetimi ikna edilmelidir.